Bu topraklarda yaşayan her insanın bir bayram hikâyesi vardır. Genellikle “Ah bizim çocukluğumuzdaki bayramlar!” diye başlayan...
Tarihler boyu bayramlar değişir, bu ifade değişmez. Acaba burada güzel olan çocuk olmak mıdır?
Daha bayramın ilk gününde sevinç ve mutluluk insanların ruhlarını, bedenlerini ve yüzlerini sarar.
Yine her çocuğun bayramın ilk gününde uykusuz bir gecesi vardır. Yeni ayakkabıları, yeni giysileriyle koyun koyuna yattığı.
Bayram bazen de hüzün olarak gelir; hastanelere, mapushanelere ve evinde hasta yatanlara...
Çünkü bu insanların özgürlükleri kısıtlıdır. İçlerindeki çocuğu mutlu olarak uyandıramazlar bayram sabahına. Kendilerine dışarıdan gelen veya gelecek olan mutlulukları beklerler. Çünkü gözler kapılardadır, kulaklar çalacak olan zillerde...
Hastanelere de bir başka gelir bayram.
Şükrü’nün dramı
Yıllar önce, 1980’li yıllar... Şükrü isminde bir polis memuru İstanbul Tıp Fakültesi’nde fizik tedavi kliniğine yattı. Benim asistanlık dönemlerim. Sorumluluğunu da bana verdiler.
Şükrü boynundan vurulmuş. Kolları ve bacakları felç olmuş bir hastaydı. Sadece boynunu oynatabiliyordu. Pırıl pırıl bir zekâsı ve kalbi vardı...
İlk vurulduğu zaman devlet, hastaya gereken her türlü desteği vermişti, yurtdışında tedavisi dahil. Aylar sonra bizim kliniğe rehabilitasyon programlarını uygulamak için yatırılmıştı. Biz de bu programları uyguluyorduk. Yattığı ilk günlerde çok yoğun ziyaretçileri vardı. Ailesi ve arkadaşları... Aylar geçtikçe ziyaretçileri bir bir azalmaya başladı. 7-8 ay sonra annesi, babası ve eşi de artık gelemiyordu. En son ziyaretçisi bir kız kardeşi kalmıştı. O da aralıklarla geliyordu.
Bir bayram günü ve ben de hastanede nöbetçiyim. Hastaların gözleri kapıda ve pencerelerde. Gelecek ziyaretçilerini bekliyorlar. Her gelen ziyaretçi onlar için yaşama tutunma, dışarı ile bağlantının devam etmesiydi. Bir anlamda yaşam umudu idi.
Ben de sorumlu hekim olarak bayram sabahı hastaları tek tek ziyaret edip bayramlarını kutluyordum. Hepsinin yüzünde tebessüm vardı. Çoğu ağrılarını ve özürlü oluşlarını unutmuş gibiydiler. Polis memuru Şükrü’nün yatağının başına geldiğimde zoraki bir gülümsemeyle beni karşıladı. Çünkü yatağında hareket edemiyordu. Yardıma hep muhtaçtı ve öyle kalacaktı...
Gelmeyen ziyaretçiler
Hastanede yattığı sürece aramızda hasta - hekim ilişkisinin dışında çok yakın bir dostluk oluşmuştu. Fırsat buldukça yanına gidip sohbet ederdim. Dışarıdaki yaşamı konuşurduk.
O bayram gününün akşamına doğru ziyaretçiler azalmaya başladı. Sonunda ziyaret saati de bitmişti. Hemşireye akşama doğru polis memuru Şükrü’nün ziyaretçisinin gelip gelmediğini sordum. Hiç kimse gelmemişti veya gelememişti. Onun ruhsal durumundaki fırtınaları tahmin edebiliyordum.
Gözlerinde yaşlar
Akşam saat 20.00’ye doğru bana hediye gelen bir kutu çikolatayı da alarak yanına gittim. Onu neşelendirmeye, o günün karanlığından kurtarmaya çalışıyordum. Dudaklarında bir çocuk burukluğu, gözlerinde bir hüzün vardı. Yarım saat yanında kaldım sonra odama çıktım. Gece saat 24.00’e doğru hemşire geldi. Polis memuru Şükrü’nün beni istediğini söyledi. Hemen yanına gittim. Sağlığıyla ilgili bir sorun mu vardı?
Şükrü uyuyamamıştı. Acaba beyninde ve ruhunda hangi fırtınaları yaşıyordu. Gözlerinde de birkaç damla yaş vardı...
Mümkünse hemşirenin gitmesini istedi, benimle özel görüşecekti. Ve odada kalan diğer iki hastanın da duymayacağı şekilde kısık bir sesle benden bir ricası olduğunu söyledi. Artık sönmeye başlamış titrek bir mum gibi sesi çıkıyordu. Bana, “Seni bir doktor gibi değil bir ağabey gibi görüyorum. Ve senden bir ricam var” dedi. Ne olduğunu sordum.
“Eğer mümkünse benim için artık hiçbir anlamı kalmayan şu yaşamımı sona erdirebilir misin, bir iğne yaparak?” Ricası buydu. Bunun mümkün olamayacağını söyledim. Hayatın ve yaşamın güzelliklerini anlattım. Çünkü bunu anlayacak pırıl pırıl bir beyni vardı. Söyleyemiyordu, fakat o bayram günü hiçbir ziyaretçisinin gelmemesi onu çok çok derinden yaralamıştı. Yaşamla ilgili tüm bağlarının koptuğunu düşünüyordu. Tutunacak dalının kalmadığını, zaten tutunması da mümkün değildi ya...
Hastanelerde hüzün
İşte polis memuru Şükrü ve onun gibi insanların hayata tutunma ve kopmaları bu yaşamdaki gelgitlerdi. Aynen bir denizin dalgalarının kıyıya vurması gibi.
Onun için hastalarınızdan ilgiyi ve şefkati esirgemeyin. Kendinizi o hasta insanın hayata tutunduğu dallar gibi düşünün.
Özellikle de bayram günleri hastanelere hüzün çöker, o hüzün bulutlarını dağıtanlar sizler olun. Umut olun, sevgi olun...
Ve yine düşünün ki; bir gün sağlıksız olabilirsiniz. Sizin de kapılara, pencerelere baktığınız, insan beklediğiniz günler olabilir. O günlerin mimarisini sağlıklı günlerinizde hazırlayın.
Bayramlar insanların içindeki çocuğun yaşadığı günlerdir. Hasta yatağında bu çocuk, alıngan ve boynu büküktür.
O hasta insanların yüreğini sevinçle ve umutla doldurmak çok da zor bir iş değildir. İçinizdeki çocuğun tebessüm ve sevgisiyle gidin hasta yataklarının yanına.
Bu güzellikler hiçbir zaman eksilmesin. Sağlıkla ve sevgiyle kalın. Bayramınız kutlu olsun değerli okurlarım...