Aşksız bir hayat olamayacağı gibi aşksız bir sinema da düşünülemez. Aşkın gerçeği, felsefesi nedir? Mutluluk dalgalarının kıyıya yavaşça süzülmesi mi, yoksa kıyıyı tutkuyla dövmesi mi aşkın gerçeğini yansıtır?
Aragon’un yazdığı gibi mutlu aşk yok mudur?
Yoksa “Aşk varken kötü diye bir şey bilmiyorduk/Mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu” diyen İlhan Berk’mi haklıdır?
Aşkın felsefesini, farklı hallerini anlatan binlerce film arasından en etkileyicilerini sıralamak zor bir seçim. Bir yanda “Casablanca”, “Rüzgar Gibi Geçti”, “Love Story”, “Roma Tatili”, “İnsanlar Yaşadıkça” gibi klasikler diğer tarafta “Aşkın 500 Günü”, “Aşk ve Küller”, “Brokeback Dağı” gibi modern zamanlardan aşk öyküleri...
Tüm zamanları kapsayan sıralamalarda hep aynı klasiklerin olması, son yıllarda dikkat çeken, belki ilerde klasik olarak anılacak filmlerin önünü tıkıyor. Son yirmi yılın aşkı keşfetmeye çıkan en iyilerini, romantik komedileri dikkate almadan şöyle bir hatırlayalım...
“Aşk Zamanı” Hong Kong’da yaşanan imkansız aşkı anlatırken renk, atmosfer, müzik ve Maggie Cheung’un zarif oyunculuğuyla tüm zamanların en estetik filmlerinden birisi oldu. Romantik şair John Keats ile Fanny
“Nefes: Vatan Sağolsun”nun açtığı yoldan ilerlemeye çalışıyor “Dağ”. Karlı arazide pusuya düşürülmüş iki askerin dayanışma öyküsünü anlatırken, verdiği mesajlarla da bir tartışma ortamı yaratıyor. Her şeyden önce askerliği yüceltmesi, PKK savaşına sadece kanlı tarafından bakması en fazla eleştirilecek yönleri. Filmin afişinden başlayan “bir ölür, bin diriliriz” sloganı her şeyi özetliyor. Merkeze aldığı farklı sınıflardan iki askerin sosyolojik incelemesi sonuç olarak biz bütünüz, bölünmeyiz noktasına geliyor. Bu bölünmezliği de Ankara’nın batısıyla sınırlıyor. Çizdiği dar alanda ülkenin genel toplumsal yapısına bir gönderme yapıyor. Askerlerden Oğuz üniversite mezunu, İstanbul’un elit kesiminden, kısa dönem askerlik yapıyor.Tek düze yaşamının dışına çıkmak, kendisine birşeyler kanıtlamak peşinde.
Bekir ise Ankaralı tam “arıza”, her an karşısındakine kafa atabilecek bir tip. Disiplinsizliği yüzünden askerliği uzamış, üstlerinin yaka silktiği bir “kaybeden”. Yönetmen ve senarist Alper Çağlar her iki karakterinin geçmiş yaşamına “flashback”ler ile dönüyor.Dönüşler çizgisel anlatımı zedeliyor, heyecanı düşürüyor, seyirci ile arasına mesafe koyuyor. Belki genç yönetmenin yapmak
Evliliğin romantizmi öldürüp öldürmediği arkadaş sohbetlerinin en sevilen, üzerinde bol bol geyik yapılan konularının başında gelir. “Friends with Kids-Mükemmel Plan” New York’ta yaşayan üç çiftin ilişkileri üzerinden bu konuya küçük ölçekli bir gözlem sunuyor. Başlangıçta evli iki ve evli olmayan bir çiftin çocuksuz yaşamlarından kısa bölüm izliyoruz. Mutlu, çocuksu, seks odaklı bir restoran sohbeti geçiyor aralarında. Hatta çocuklarıyla gelmiş olan yan masalara kızıyorlar. Buradan dört yıl sonrasına sıçrayan öyküde dünyaya gelmiş çocuklarıyla evli iki çiftin yaşamlarında eskinin uçarılığından eser kalmadığını anlıyoruz. Onların çocuklu yaşamlarına oranla, evli olmayan Jason (Adam Scott) ve Julie’nin (Jennifer Westfeld) yaşamlarıysa son derece rahattır. Aralarında bir aşk ilişkisi bile yoktur, yıllardır aynı apartmanda ikamet eden, çocuklukları bir arada geçmiş, kanka düzeyinde iki dosttur. Kısa süreli aşk ilişkileriyle mutlu olup, evliliğin sorunlarına/sorumluluklarına karışmadan işleri idare ederler. Bireysellikleri yaşamlarında mutluluk gibi gözükmektedir. Jason bir gün aniden Julie’ye evlenmeden çocuk yapmayı teklif eder. Julie’nin nın yaşı doğurganlık sınırının sonuna