Çok şükür, nihayet pespaye düzeyinde yerli komedilerin kol gezdiği yerli sinemada güldürmeyi irtifa kaybetmeden başarabileni geldi. “Tatlım Tatlım”, Yılmaz Erdoğan’ın kaleminden çıkmış tiyatro oyunu “Haybeden Gerçeküstü Aşk” ‘ın beyazperde uyarlaması.
Başarılı oyunculukları, akıllı diyalogları ve temiz işçiliğiyle birinci sınıf bir yapım. Teatral yapısına rağmen başarılı geçişleri ve aksamayan kamera çalışmasıyla tempoyu kaybetmiyor.
Aynı eğlencede tanışmış dört çiftin flört, aşk ve evliliğe uzanan ilişkilerini eğlenceli bir şekilde aktarırken, en büyük desteği BKM çatısı altında yetişen ve dışardan destek veren kaliteli oyunculardan alıyor. Kadın erkek ilişkilerinde yöreselliği kentlilik kodlarıyla harmanlayan öykülerde, değişmeyen sonuç ; erkeğin eşine ilgisinin azalmasıyla ortaya çıkan “defolar” yumağı. Her çiftin kendisinden bir parça bulabileceği gerçekler ve duygular arka arkaya sıralanıyor. Perdede seyrederken güldüren bu durumların gerçekte yaşanırken çok neşeli olmadığı da herkesin malumu.
***
Çift eşleşmelerine göz atalım. Büşra Pekin-Serkan Keskin, Şebnem Bozoklu-Çağlar Çorumlu, Gupse Özay- Fatih Artman ve Aylin Kontante-Bülent Emrah Parlak.
Herkesin birbirinden rol
İlk önce radyo vardı. Müziği orada tanıyıp dinlemeye başladık. Arkasından taş plaklar daha sonra onun daha ince, gelişmiş şekli Vinyl geldi. Sonra kasete geçtik.
Sıcakta kasası gevşeyip, dolanan kopan şeritlerle yıllar boyu mücadele verdik.
CD’lerin çıkmasıyla dijital “cıştak” seslere kavuştuk, kasetleri kutu kutu çöpe attık.
Walkman ile dolaşırken, koşarken müzik dinlemeye başladık. 10 yıl önce Vinyl sol şeritten tekrar atağa kalktı.
Bu ara ufak flash bellekler, mP3 çalıcılar, CD’lerin yerini çoktan almıştı. Ipod’un yenisi ne zaman çıkacak diye beklerken artık çıkmayacak denildi.
Müzik olayı internet üzerinden telefonlardan dinleyeceğimiz stream adı verilen müzik veri akışına dönüşmüştü.
Artık müzik seven herkesin stream aboneliği veya geçici süre promosyon dinlediği Spotify, Apple, Google Play Music, Tidal, Pandora, Amazon Play Music, Plug Dj...
***
Son yıllarda en beğendiğim yönetmen konumuna yerleşen Şilili Pablo Larrain ilk İngilizce filmi “Jackie”den sonra başka biyografi ile tekrar karşımıza geldi: “Neruda”. Şilili ünlü şair Pablo Neruda’nın 40’lı yılların sonunda komünist olduğu için ülkesinde polis tarafından takip edilmesini konu alıyor. Komünist partiden senatör seçilerek meclise giren Neruda, 1947’de partisinin iktidar tarafından yasadışı ilan edilmesi sonrası, iki yıl süreyle kaçak hayatı yaşar.
***
Larrain arka planda Şili’deki komünist avını işlerken Neruda’nın kimliğini ve halk tarafından ne kadar sevildiğini odak noktasına topluyor. Neruda’yı yakalamakla görevlendirilen istihbarat şefi Oscar Peluchonneau öykünün diğer önemli karakteri fakat kurmaca bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.
İçten içe şaire hayran ve okuyucusu. Bu kurmaca takip onun kimlik arayışına aracı oluyor. Larrain, entelektüel komünistlere de eleştiri oklarını saplamaktan geri kalmıyor.
***
Onların hedonist yaşamları içinde halkın acılarını, yoksulluğunu yazdıkları eserlerini popülizme hizmet ettiğini takipçi polisin iç sesiyle yapıyor. Nerruda’nın halkı duygularından yakalayıp kendisini sevdirdiğine vurgu yaparken, onun narsist yanını da es
Sevdiğim bir arkadaşım geçenlerde “70’lerde bir şey yoktu, her şey 80’lerde oldu” dedi.
Fark ettim, arkadaşım doğum tarihi nedeniyle 70’leri yaşayamamıştı.
O yılları, başında kavak yelleri eserken bir yaşayan olarak bir şeyler yazmak gerektiğini düşündüm.
70’leri tanımlayabilmek için önce ruhundan başlamak lazım. Özgürlük rüzgarlarının estiği, gençlerin fikirlerini korkusuzca söyleyebildiği yıllardı.
68 hareketinin tetiklediği düşünce devrimi yola çıkmıştı.
Delikanlıların saçlarını uzatıp, “erkek saç mı uzatır?” diye laf atan siyah bıyıklı ezikleri takmadığı günlerdi.
Kızlar arkalarından “Bu akşam sokak yok, yoksa babana söylerim!” diye bağıran annelerinin sesini takmadığı yılların başıydı.
Bugünlerin en büyük destekçisi yine müzik sahnesinin figürleri oluyordu.
Tarihin en politik Oscar töreni geride kaldı. 89. Oscar, Trump karşıtı duruşun düzeyli ve özgür bir şekilde sergilendiği tören olarak tarihe geçti.
Bu durumun daha da önüne geçen olay en iyi filmin yanlış anonsu oldu. “Ay Işığı” yerine “Lala Land” ekibi sevinç içinde ödüllerini aldı. Yanlışlığın anlaşılması üzerine bu kez “Ay Işığı” ekibine ödülü elleriyle vermek zorunda kaldılar. Zarf karışıklığı Oscar töreninde ilk kez olmuyor. 1964 yılında benzer yanlışlık en iyi film şarkısı anonsunda yaşandı. Takdimci ünlü komedyen şarkıcı Sammy Davis Jr. aday bile olmayan Tom Jones filmini anons eder. Salon şaşırır. Durum anlaşılınca Sammy Davis komedyenlikten gelme yeteneğiyle işi “fırlamalığa” vurur ve “Tatlı İrma” ile kazanan Andre Prévin ödülü alır.
***
Gecenin sürprizleri arasında ilk Müslüman oyuncunun Oscar ödülü alması sayılabilir. Mahershala Ali “Ay Işığı” filmindeki yardımcı erkek oyuncu performansıyla favori olarak geldiği törenden heykelcikle ayrıldı. İranlı yönetmen Ashgar Farhadi’nin “Satıcı” filmi heykelciğe uzanırken gecenin en büyük sürprizine imza atıyordu.
Bence, hakkıyla sinema değeri daha yüksek bir film aldı. Esas sürpriz “Savaş Vadisi- Hacksaw Ridge” filminin kurgu ve
Alternatif grup ve şarkıcıların yükselişi Türkçe sözlü müzikte son yıllarda hızlı bir ivmeye ulaştı. Önce alternatiflerin en tanınmışlarına bir göz atalım:
Kalben, Büyük Ev Abluka Altında, Son Feci Bisiklet, Adamlar, Gaye Su Akyol, Yüzyüze Konuşalım, Yasemin Mori, Melis Danışmend...
Türk sanat Müziği tonlarını rock ile birleştiren bir tarzı keşfeden Gaye Su Akyo, ilginç bir ses ve yorumcu. “Pink Floyd’un Dediği Gibi”, “Yıllar Yılan”, “Develerle Yaşıyorum”, “Cehennem Meyhanesi”, “Kendimden Kaçmaktan Yorgun Düştüm” gibi şarkıları kendisini tanımanıza yardım edecektir.
Sahne performansı da oldukça özgün. Bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibi Barbarella kostümü içinde maskeli, keşiş cübbeli müzisyenleriyle oldukça saykodelik resim veriyor.
Parçalar uçup, uzun saykodelik ritimlere kanat çırpıyor.
“Adamlar” büyük kitlelere ulaşmayı başaranlardan Youtube‘da 2 milyona yakın tıklanan videoları “Utanmazsan Unutmam” “Koca Yaşlı Şişko Dünya” grubun müzik rengini ortaya koyan şarkıları.
Sakin gitar tonları kulakları tırmalamayan rifler sakin sakin akıyor.
“Son Feci Bisiklet”te sakin gitar tonlarının yumuşakca aktığı melodilerle haşır neşir.
Son filmi Paterson ile şiiri adeta bir “persona”ya (kimliğe) dönüştürüyor.
Bunun için otobüs şoförü olarak çalışan Paterson’u seçiyor. Sade yaşamı içinde şiir yazmayı rutinleştirmiş bir kişi. Mesai öncesi küçük defterine günlük dizelerini yazar, direksiyon başında kelimeler kafasında uçuşur. Yolcularını dinleyip, gözlemlerken şiirleri yazmaya devam eder.
Yaşamı sakin bir akış içindedir, evde kurabiyeler yapıp satan, hayallerini gerçekleştirme konusunda oldukça girişken karısı Laura ve köpeği Marvin vardır.
İşten sonra uğrayıp bira içtiği küçük bar, köpeğini dolaştırma rutinleri yaşamının değişmez parçalarıdır.
İçe kapanık, çok konuşkan olmayan kimliğinde, dışa vuramadıkları şiir olarak küçük ajandasında saklıdır. Onları ara sıra karısı ile paylaşır.
Jarmusch karakterini ve yaşadığı banliyö kentini, aynı adla senaryolaştırarak ikisi arasındaki paralelliğe vurgu yapıyor.
Her iki Paterson’da aynı oranda sessiz ve rutin. Her ikisi de sıkıcı denebilecek tekrarlarda yaşıyor.
Jarmusch entelektüel kimliğinde geniş yer ayırdığı edebiyat konusunda, sevdiği konuları, yazarları hep karakterleri üzerinden yansıtır. Bu kez şiiri yüceltiyor, Paterson’un yazdığı, kafasından geçen dizleri perdeye yansıtar
Bir bedene, bir beyine kaç kimlik sığabilir ? “Parçalanmış-Split” 23 kimliğin emri altındaki bir ruhu ve emir eri bedeni anlatıyor. Berry, Dennis, Patricia, Hedwig, Kevin... Hangisi daha güçlü, hangisi bugün sahne alacak ? Kimlikler çatıştığında kim idareyi ele alıyor ?
“6.His”, “Ölümsüz” gibi gerilimleriyle hayatımıza giren Night Shyamalan üretken olduğu kadar, başarısızlıklardan korkmayan bir yönetmen ve senarist. İnişli çıkışlı kariyerinin en çetrefil işlerinden birisi olmuş “Parçalanmış”. Oldukça karmaşık ve tökezlenmesi mümkün bir senaryonun ve yönetmenliğin altından başarıyla kalkıyor. Gerilim dozunu mükemmel ayarlıyor.
***
Çoklu Kişilik Bozukluğu hastalığının pençesindeki Kevin’i ilk bölümde psikiyatristi olan Bayan Fletcher (Betty Buckley) ile yaptığı seanslardan tanımaya çalışıyoruz. Neşeli, dinamik moda meraklısı Berry olarak gelir konuşmalara. Diğer kimliklerinden Dennis, Patricia kontrol dışına çıkarak 3 genç kızı kaçırıp, uzun dehlizlerin olduğu, kalorifer dairesi gibi bir yere kapatmıştır. Fletcher konunun uzmanı olarak bu tür hastaların olağanüstü güçlere sahip olabileceğini görmüştür ve inanmaktadır. 24. karakterin ortaya çıkması mümkün müdür? Kaçırılan kızlardan