Gelecek hafta yaklaşık 17 milyon öğrenci karnelerini alarak, eylül ayı ortasına kadar sürecek yaz tatilinin tadını çıkarmaya başlayacak. Tatil süresinin uzun olması, öğrencilere birçok farklı tatil ve aktiviteyi gerçekleştirebilmek için fırsat sunuyor. Yurt içindeki harika kampların yanı sıra dünyaca ünlü eğlence parkları da var ki, onlar istisnasız her çocuğun ortak rüyası. Her yıl sadece çocukları değil, kendini hâlâ çocuk hisseden ama bunu itiraf etmekten çekinen ebeveynleri de ağırlıyor.
Ülkemizde kamp seçenekleri ve hayal dünyasında unutulmaz saatler geçirmek isteyenlerin tercihi yurt dışındaki eğlence parklarından seçtiklerimi paylaşmak istiyorum.
İstanbul Modern
Ailece Sanat adı altında düzenlenen ve hafta sonları 2-10 yaş arasındaki çocukların aileleriyle birlikte katılabildikleri programlar mevcut. 4-15 yaş aralığındaki gençlerse hafta sonları resimden heykele, videodan performansa, tasarımdan mimarlığa uzanan farklı programlara katılabilir. www.istanbulmodern.org
Afacan ve Genç Tatil (Yenişakran-İzmir)
Deniz kenarında bulunan bu alan, adı gibi Afacan. Gençlere yönelik iki muhteşem program sunuyor. İlki, 10-14 yaş grubu için 8-16 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek ve ana
Geçtiğimiz hafta benim için sanat, kültür ve tarihle iç içe geçti. Uzun zamandır aklımda olan Türkiye’nin Avrupa’ya komşu iki şehrinden biri olan Kırklareli’ndeydim. Aynı tarihlerde Kırklareli’nde bu yıl 27’ncisi gerçekleştirilen Karagöz Kültür Sanat ve Kakava Festivali de varmış. Kaldığım sürece neredeyse şehrin her köşesinde gün boyu bir aktivite vardı. Resim ve fotoğraf sergileri, yüksek katılımlı söyleşiler, konserler, şiir dinletileri ve tiyatro gösterileri tüm şehre ve güne yayılmıştı. Gündüzleri şehri ve çevresini keşfederken, akşamları da festival programındaki aktivitelere yetişmeye çalıştık.
Avrupa’nın tarımla tanıştığı yer, Aşağıpınar
İlk yerleşim M.Ö. 6 bin 200’lü yıllar civarında yani 8 bin 200 yıl evvel Anadolu’dan gelip yerleşen çiftçilerle başlar ve Aşağıpınar’da temelleri atılan bu ilk çiftçilik sonrasında hızla Avrupa’ya yayılır. Sonrasında tarih boyunca buradan geçen tüm uygarlıklar Traklar, İskitler, Persler, Makedonlar, Galatlar, Romalılar, Macarlar, Haçlılar ve Osmanlı’lar hepsi izlerini bırakırlar. Dolayısıyla Asya-Avrupa kültürlerinin geçiş yolundaki Kırklareli’nin tarihi oldukça zengin.
Nerede kalalım, nereleri gezelim, kaç gün ayıralım?
Kırklareli
Dört bir tarafı suyla çevrili ama hep suya hasret bir kenttir İstanbul. Romalılar ve Osmanlılar her daim suyu takip etmiş, uzak diyarlardan nasıl getireceğinin hesabını yapmış, yapmakla kalmamış kemerler, bentler, kanallar, sarnıçlar inşa etmiş, böylece şehrin halkını susuz bırakmamış.
Hadriyan Kağıthane ve Alibey Dereleri’nin sularını Haliç kenarındaki mahallelere ulaştırırken; Valens Halkalı’dan Beyazıd’a, Theodosius ise Belgrad Ormanları’ndan Sultanahmet’e getirir suyu. Fatih’ten başlayarak Osmanlı’da aynı sorunla uğraşır yüzyıllar boyu. Kanuni, Mimar Sinan’a bugüne ulaşan anıtsal su yapıları inşa ettirir.
Kısmen hâlâ kullanılan bu muhteşem yapılar, İstanbul’u dünyanın bu alanda en önemli açıkhava müzelerinden biri haline getiriyor. İnanılmaz güzellikteki bendler, kemerler, çeşmeler, sebiller, sarnıçlar, hamamlar ve şadırvanlar, meraklı gözleri hasretle bekliyor. Haydi gelin, bu hafta İstanbul’u besleyen iki ana su sisteminden biri olan Kırkçeşme Suları’nı keşfe çıkalım.
Kırkçeşme Suları
Tarih boyu şehre su iki ana hattan getirilir: Halkalı ve Kırkçeşme. Halkalı su yolunun ilk yapılarını Roma inşa eder, Osmanlı onarır ve genişleterek kullanır. Kırkçeşme ise Kanuni tarafından Mimar
Bu hafta sonu önyargılarımızın kurbanı olan, Anadolu’muzun kadim şehri Diyarbakır’daydım. Yukarı Mezopotamya’nın verimli topraklarında Asurlular, Urartulular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Artuklular, Eyyübiler, Akkoyunlular, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hüküm sürdüğü; Süryanice, Kürtçe, Ermenice ve Arapça’nın, çan sesleriyle ezanın birbirine karıştığı muhteşem bir mozaik. Bu mozaik, şehrin yeni semtlerindeki geniş ve bakımlı caddeler, gençlerle dolup taşan birbirinden çekici kafeler, modern alışveriş merkezleri, şık binalar ve restoranlarla muhteşem bir uyum içinde harmanlanmış halde. Tüm bunlara ek olarak bir de içten misafirperverlik...
Kadim Diyarbakır, hak ettiği ilgiyi göremeyen, eskiyle yeninin bir arada olduğu, mutlaka gezilmesi gereken bir şehir. Önyargılarınızı evde bırakın ve Diyarbakır’ı keşfe çıkın! Pişman olmayacaksınız...
Nereleri gezelim, kaç gün ayıralım?
Mayıs, Diyarbakır’ı keşfetmek için en güzel ay. Mutlaka görülmesi gerekenler için perşembe-pazar yapacağınız bir Diyarbakır ziyareti rahat rahat yetecektir. Öncelikle şehir eski ve yeni olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Gezilmesi gereken nerdeyse tüm yerler eski Diyarbakır’da, yani Suriçi’nde. Eğlence
“Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan etmişlerdir ki, kun-ı kainattan 7079, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı. Ceneviz taifesinin buraya ilk gelen gemilerine karanlıkta uçan bir ak martının yol gösterdiği, ancak salimen karaya vasıl olduktan sonra dümencileri olacak Pundus nam kafirin bu martıyı Mesih addederek yuvasını arayıp bulduğu ve itikatlarınca İsa’nın etini yemek sünnet olduğundan kuşu kızartıp yediği rivayet olunurdu. Eskiler, bu martının yuvasının bulunduğu yere Ceneviz kavminin yüksek bir kule diktiklerini rivayet etmişlerdir ki, sonraları Galata Kulesi diye nam salmış bu heybetli yağının tepesinde, yalı adamlarının dürbünle, yiğitlerin ise çıplak gözle, Bursa kentinin Uludağ’ını seçtikleri söylenegelmiştir.”
Yukarıdaki satırlar, ‘Puslu Kıtalar Atlası’ndan. Galata’da kaybolmaya karar verdiyseniz, oturun kulenin gölgesinde bir kahveye ve 17’nci yüzyıl İstanbul’unun Galata’sı için İhsan Oktay Anar’ın satırlarında kaybolun önce.
Ne demek Galata?
Tarihi yarımadayı şehrin yeni yerleşim bölgelerinden ayıran Haliç’in kuzey kıyısında,
Savaş taktikleri bugün dahi askeri akademilerde anlatılan, pek çok askeri dehanın kendine örnek aldığı, Romalılar’ı dize getirmiş unutulmaz komutan: Kartacalı Hannibal.
Ve...
3 bin metre üzerinde zirveleriyle Avusturya’nın neredeyse tamamını kaplayan ve Fransa’nın İtalya’yla birleştiği noktadaki Mont Blanc’ta 4 bin 810 metreye ulaşan geçilmesi zor yüce dağlar: Alpler.
Her iki yılda bir 3 bin metrede sergilenen oyunun sahnesi Alpler’deki Rettenbach buzulu. Perde, orkestra çukuru, koltuklar ve Hannibal’ın ordularını ya da fillerini durduracak hiçbir engel yok. Dünya klasmanında 300 sporcu, Flying Bulls uçak akrobasi ekibinin pilotları, dansçılar, dağcılar ve bütün kasaba halkının katıldığı bu oyunda,
37 paletli kar küreme aracıysa başrolde. Onlar Hannibal’ın filleri.
Ve hikaye…
Takvimler milattan önce 218’i gösterirken, Kartacalı Hannibal, adını askeri tarihe yazdıracak bir harekata başladı. Roma ile
savaşın kaçınılmaz olduğunu bilen Hannibal, ilk darbeyi vurmak için önce İspanya’da kendini güvene aldı, ardından Saguntum’u ele geçirdi ve Kartaca’ya savaş ilan etti. Güçlü bir orduyla Roma’yı kendi topraklarında vurmak için hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir rota seçerek geçilemez denilen
Beyrut her daim küllerinden doğmayı başaran, zengin tarihin, üzüntülerin, leziz yemeklerin, karmaşanın ve güzel insanların şehri. Romalılar, Araplar, Haçlılar, Memlûkler, Osmanlılar ve Fransızlar. Her kültür, her ırk ve her din bir iz bırakmış bu topraklarda. Bugün farklı dinlerden 18 mezhebin bir arada yaşadığı bu laik ülke; 15 yıl boyunca sadece inanç farklılığı yüzünden binlerce insanın öldüğü nedeni ve sonucu olmayan bir kanlı iç savaşın da meydana geldiği yer aynı zamanda. İşte tam da bu nedenden dolayı, geçmişin acıları unutulmasın, ibretiâlem olsun diye, savaşın izlerini taşıyan binaların bir kısmı bırakılmış öylesine şehrin farklı noktalarında. Kısaca; geçmiş, gelecek, Müslüman, Hristiyan, safa ve cefa kol kola bu topraklarda...
Nereleri gezelim?
İç savaşta çok zarar görmesine rağmen tarihi dokusunu koruyarak yenilenmiş bir kent Beyrut. Nejme Meydanı, St. Georges Rum-Ortodoks Kilisesi, mavi kubbesiyle dikkat çeken Mohammad Al-Amin Camii, Şehitler Anıtı, Belediye Binası, Parlamento Binası, Al Omari Camii, St. Louis Roman Katolik Kilisesi, Roma Hamamı kalıntıları, Place De I’Etoile Meydanı, Samir Kassir Meydanı, Imam Ouzai Meydanı, St. George Maronite Katedrali, Beyrut Ulusal
Sultanahmet’te bulunan Gençtur’un kapısından içeri girdiğimde, 1980’lerin ortalarıydı ve henüz lise ikideydim. Amacım, üç kelime olan yabancı dilimi beşe çıkarmak, yeni kültürler ve insanlar tanımak, bir sosyal sorumluluk projesinde yer almak, ama en önemlisi yok sayılacak kadar az paramla tatil yapmaktı. Ama bunun turizm kariyerimin ilk adımı ve bugünlerin habercisi olacağından henüz haberim yoktu.
Gönüllü çalışma kampları
Katılacağınız 2-3 haftalık kamplarda günde 4-5 saat gönüllü çalışmanız karşılığında, üç öğün yemek ve konaklama bedava. Bir kampta genelde 6-7 farklı ülkeden 15 civarı gönüllü var. Gün içindeki güzel sohbetlere ek, hafta sonları çevre gezileri de bulunuyor. Bir yandan minimum masrafla yurt dışında tatil yaparken, bir yandan da farklı kültürleri tanıma, yabancı dilinizi geliştirme ve yedi düvelde dostlar edinme şansı yakalıyorsunuz.
Katılım şartları ve çeşitleri
Gönüllü olmak, aranan tek şart. Kamplarda gönüllülerden yapılması beklenen işler, herkesin yapabileceği türden. Zaten amaç da herkesin katılabilmesine olanak sağlamak. İki tür kamp var. Restorasyon, arkeoloji, çevre koruma, ağaçlandırma, boya-badana gibi işleri içeren ‘Bedensel Çalışma Kampları’ ve çocuk