Bugünkü adıyla İstiklal Caddesi, Osmanlı’nın Cadde-i Kebir’i ya da şehirde yerleşik yabancıların Grand Rua de Pera’sı, her daim eğlencenin odağı, alışverişin vazgeçilmezi, sanatın ve sanatçının tercihi olmuştur.
Ziya Osman Saba’nın dediği gibi “Oraya gidilmez, dört yanından, Gümüşsuyu, Tophane, Şişhane yokuşlarından, daha berisindeki Kasımpaşa’dan ağır ağır tırmanılır. Yüksekkaldırım’dan basamak basamak yükselinir, en iyisi, kestirmesi, hele bir çocuk için en mucizelisi Tünel’le masalların sihirli seccadelerindeki gibi, oturulan yerde, vagon kapıları bir kere kapandı mı, sanki bir gizli kuvvet tarafından çekilinir. Beyoğlu’na hep çıkılır.”
19’uncu yüzyıl itibarıyla Haliç’in kuzeyi o zamanki adıyla Pera, bugünkü Beyoğlu, ‘Doğu’nun Paris’i’ olarak anılmakta ve şehrin batılı yüzünü temsil etmektedir. Bir Ceneviz Kolonisi olan Galata bölgesi, Roma döneminden beri varlığını sürdürmekteyken, görkemli büyükelçilik binaları lüks dükkanları ve eğlence mekanlarından oluşan yapılar, Galata’nın dışına taşarak yavaş yavaş bugünkü Taksim Meydanı’na doğru ilerler ve o tarihteki adıyla Grand Rue De Pera, aynen bugün olduğu gibi şehrin alışveriş ve eğlencenin merkezlerinden biri ve özellikle de
Nisan ayı takvimim pek bir yoğun. Ay başında Berlin, arkasından Atina ve ay sonunda dünyanın en ilginç şovu olan Hannibal için Sölden var programımda. Hafta sonu sevgili meslektaşım Serkan Özay’la sohbet ederken, “Aradaki hafta da boş geçmesin Endülüs’ü ekle programına, Nisan tam zamanı!” deyip aklımı çeldi. Serkan, zamanı diyorsa kesin doğrudur, ne de olsa Türkiye’den çok Endülüs’te kendisi. Düşüneyim bir dedim.
Akşam kahve keyfime eşlik etsin diye plak koleksiyonundan rastgele bir plak alıp pikaba koydum ki Nesrin Sipahi’nin o berrak sesi odayı doldurdu:
“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...”
Endülüs’ü nisanda şereflendirir miyim henüz belli olmadı ama, bu hafta sizleri bu satırlarda Endülüs’e götüreceğim, bu şarkıyla kesinleşti…
Gemileri yakan komutan
İspanya’nın, 17 özerk bölgesinin en özeli Endülüs’ün hikayesi, Kuzey Afrikalı berberi komutan Tarık Bin Ziyad ile başlar. Hani bugün ‘gemileri yakmak’ diye bir deyimimiz var ya, işte onun kahramanıdır kendisi.
8’inci yüzyılda bugün adının verildiği Cebelitarık’ı gemileriyle geçer ve kimse kaçmasın, geri dönüş şansı kalmasın diye Boğaz’ı geçer geçmez hepsini yaktırır. Böylece, takip ede
Şişli’yi anlatınca geçtiğimiz günlerde, “Taksim’den geçiyoruz! Bize tur yok mu, işe giderken yapacak?” diye yazmış dostların bir kısmı. Olmaz mı, var. Hem de alâsı, ama bir yazıya sığmaz. Bu hafta sadece meydanı konuk ettik satırlara, kalanı farklı bir bahara.
Bugün binlerce insanın geçtiği, buluştuğu, eğlendiği Taksim, 19’uncu yüzyıla kadar Rum, Ermeni ve Katolik mezarlıklarının bulunduğu, muhteşem Boğaz manzarası ve kır kahvesiyle yabancı ziyaretçilerin gezi notlarının ve kitapların vazgeçilmez parçası oldu. Ulu ağaçlarla kaplı bu mezarlık içindeki gezinti bölgesi, bugün Intercontinental Oteli, Atatürk Kitaplığı ile Gezi Parkı’nın olduğu yerler olsa gerek. O zamanlar mezarlıkların bazıları, yerlerini topçu kışlasına bırakır. Bugünkü oteller bölgesiyse talim alanıdır.
Kışla 1923’te Stadium Taxim adıyla ilk milli futbol karşılaşmamıza ev sahipliğinin ardından, 1939’a kadar da şehirdeki tüm spor karşılaşmalarına da ev sahipliği yapacak, 1940 yılındaysa yerine, Atatürk’ün davetiyle gelen Henri Prost’un yaptığı nazım planında da yer alan, İstanbul’un Cumhuriyet döneminde yapılan ilk parkı olan Gezi Parkı inşa edilir.
Son derece sınırlı olanaklarla yapılmasına rağmen, itinalı
AVRUPA
Mart ayıyla birlikte ilkbaharın ilk adımlarının hissedildiği Avrupa’nın güney kıyıları, yani İtalya, Fransa ve İspanya’nın güneyini, ‘Avrupa’da gidilecek en güzel yerler’ olarak listenin başına yazmak doğru olur.
- Budapeşte-Macaristan
hâlâ biraz serin de olsa Budapeşte renkli gece hayatıyla ilkbaharda bir başka güzeldir.
- Barselona-İspanya
Antoni Gaudi’nin masalımsı eserleriyle süslenmiş, sapsarı kumlu plajları ve sıcakkanlı insanlarıyla Avrupa’nın en güzel şehirlerinden olan Barselona’yı, turistler basmadan gezmek istiyorsanız tam zamanı.
İstanbul! İki kıtaya yayılmış, dünyanın en büyük iki imparatorluğuna toplamda 16 yüzyıl başkentlik yapmış, 119 imparatora ev olmuş kadim şehrin sahip olduğu kültür hazinesi o kadar zengin ki! Sadece başımızı kaldırıp çevremize bakabilsek, sıkıcı ve rutin iş yolculuğumuzu eğlenceli bir geziye dönüştürmek ve her mahallede bir kültür turu düzenlemek mümkün.
Yıllar önce İstanbul kültür yürüyüşlerine başladığımızda “Şişli’de, Sarıyer’de kültür turu mu olurmuş canım?” demişlerdi. Bugün hâlâ “Ay buralar, bu kadar önemli yerler miydi? Hep önünden geçerim, hiç fark etmemişim…” dendiğine göre daha çok çaba göstermemiz lazım. Gelin sizi bugün aklınıza gelmeyecek bir yerde, mesela Şişli’de bir kültür turuna çıkarayım.
Şişli’nin tarih kokan sokakları
Bugün kaçımız Kurtuluş’un geçmişinin 16’ncı yüzyıla uzanan Tatavla olduğunu ve buradaki Ayios Haralambos Ayazması’nı, Ayios Dimitrios, Ayios Athanasios ve Evangelistrias Kiliseleri’ni bilir?
Bomonti’nin bir zamanlar bir sanayi bölgesi ve ilk fabrikanın da Bomonti Bira Fabrikası olduğunu kaç Bomontili biliyor mesela? Aynen bir zamanlar burada bulunan Bomonti Bira Bahçesi’nin İstanbul’un önemli eğlence mekanlarından olduğunu, hemen ilerisinde Gürcü
Soğuk kış günlerini eğlenceyle ısıtmak isteyenler için dünyanın en güzel karnavalları şubat ayında toplanmış desek yalan olmaz. Venedik, Santa Cruz de Tenerife, Nice, Cadiz ve tabii ki Köln, hepsi bu ay kutlanıyor.
Ama bunların içinde Köln Karnavalı’nın yeri bir başka...
Nedir bu karnaval?
Kelimenin kökeni İtalyanca’daki ‘Carne Vale’ kelimesine dayanıyor. ‘Ete veda’ anlamına gelen bu kelime, Hristiyanlar’ın tuttuğu ve Paskalya yortusu ile bitecek olan 40 günlük oruç döneminin de başlangıcını ifade ediyor. Ancak kutlamaların kökeni çok daha eskiye, Roma dönemindeki kış mevsiminin kovulması eğlencelerine kadar gidiyor.
Köln Karnavalı, Almanya’nın en çılgını ve en çok sevileni. Her yıl, yüz binlerce insan, şubat ayında en ateşli safhasına ulaşan karnavala katılmak için aylar öncesinden hazırlığa başlıyor. Rengarenk ve çılgın kostümlerle yaratıcılığın sınırları zorlanıyor.
Roma döneminde başlayan eğlenceler, Orta Çağ’da Katolik Kilisesi tarafından yasaklansa da unutulmamış. 18’inci yüzyılda Fransızlar, 19’uncu yüzyıldaysa Prusyalılar organize etmeye devam etmişler ve 1823’te bugün de varlığını sürdüren Festival Komitesi oluşturulmuş.
İstanbul, gizemli ve baştan çıkarıcı. Aşkla yoğurulmuştur hamuru bu şehrin. Her adımınızda büyük aşklara tanıklık etmiş sokaklarda gezersiniz. Ama karşılık bulmak ya da kavuşabilmek, mümkün değildir her zaman İstanbul’da…
Gelin bugün Boğaziçi’nden, Sultanahmet’e, Topkapı’dan Maçka’ya kadar uzanan bir rotada, aşk hikayelerinin anlatıldığı bir İstanbul turuna çıkarayım sizi…
İo, Argos kralının kızıdır. Günlerden bir gün Zeus, İo’yu görür ve güzelliğine vurulur. Tanrıça Hera bunu öğrenince kıskançlığa kapılır. Zeus da genç sevgilisini karısının öfkesinden korumak için beyaz bir ineğe dönüştürür. Hera 100 gözlü dev Argos’u başına bekçi olarak diker. Hermes’i gönderir Zeus, Argos’u öldürsün diye. Bunun üzerine Hera, ineğe dönüşmüş İo’yu sürekli rahatsız etmesi için bir at sineği yollar. İo deli gibi kıtadan kıtaya koşarken buralardan da geçer. Buraya da Bosporus, yani ‘inek geçidi’ der insanlar.
Abdülhak Hamit ve Lüsyen Hanım
1912 yılında evlendiklerinde Abdülhak Hamit 60, Lüsyen Hanım 18 yaşındadır ve uzun sürmez bu evlilik. Bir İtalyan kontu için bırakmıştır Lüsyen onu. Devam eden mektuplaşmalarında “Seninle de sensiz de yaşanmaz” diye yazar Lüsyen Hanım ve yedi yıl sonra döner şaire.
Şair
‘Kral ve Ben’ filmini seyretmiş miydiniz? Hani başrollerini Deborah Kerr ve Yul Brynner’ın oynadıkları, beş Oscar ödüllü müzikal. Brynner’ın canlandırdığı Siyam Kralı Mongkut’un şehri.
Mongkut’un akıllı politikaları sonucu Avrupa’nın kolonileştirmeyi başaramadığı Siyam Krallığı yani bugünkü Tayland’ın en büyük şehri ve başkentini Batı Bangkok olarak adlandırırken, yerel halk ‘Krung Thep’ yani ‘Melekler Şehri’ adını tercih ediyor.
Her daim gülümseyen, son derece sevecen ve dost canlısı Taylar, misafirperverlik ve yardımseverlik konusunda hak ettikleri bir üne sahipler. Ama yine de milli sporun Thai boksu olduğunu unutmamakta fayda var. Masaj yaptırmaktan hoşlananlardansanız, dünyaca ünlü Thai masajını çok seveceksiniz.
Ne zaman gidelim?
Yaklaşık 8 milyonun yaşadığı, tozun, dumanın, kalabalığın, trafiğin ve Chao Phraya Nehri’nin şekillendirdiği, altın kuleli sarayın, tapınakların, açık hava pazarlarının ve sokak lokantalarının süslediği Bangkok için en uygun zaman aralık-şubat arasındaki yağışsız ve serin dönem. Gerçi sıcaklık yine 30 derece civarı olsa da, bu zamanda hem yağış hem de nem oranı düşük olduğu için daha rahat gezilebilir.
Nereleri gezelim, kaç gün ayıralım?