Yıllardır aklımda olup bir türlü gidemediğim yerlerden biriydi Midilli. Bodrum’dan ayrılıp Tire’ye doğru yola koyulduğumda Aysen aradı. Aysen ve eşi Adem sevdiğim Akçaylı iki eski arkadaşım. Aysen’in uzmanlık alanı Ege Adaları. Sahibi olduğu Demre Tour’la Türkiye’yi yıllardır adalara taşıyor. Ne zaman konuşsak, “Gel seni Midilli’ye götüreyim” der.
Geçenlerde “Buralara geliyormuşsun, cuma Midilli’ye gidiyoruz. Haberin olsun” dedi ve kapattı. Arkasından Sırma aradı. Kendisi Tibet ses çanaklarının zarif hanımefendisi. Sesle terapi konusunda uzman ve aynı zamanda profesyonel rehber. Yine rehber olan Yasemin’le yeni bir turun ön çalışması için Isparta’ya lavanta tarlalarını keşfe gidiyorlarmış. “Benim rota Midilli” deyince, “O zaman biz de önce Midilli yapalım” dediler.
Bu arada Sırma, Yunanca öğreniyor ve öğrendiklerini de paylaşmayı seviyor. Biz de gezi boyunca payımıza düşeni aldık ama aklımda kala kala sadece iki kelime ‘psihi’ ve ‘kardio’ kaldı.
Medeniyetlerin izleri
Midilli Adası, Ayvalık’ın hemen karşısında. Girit ve Eğriboz’dan sonra Yunanistan’ın üçüncü büyük adası. Burası güneş ve ayın muhteşem bir ahenk içinde battığı, adını Teselyalı kahraman Lapithos’un oğlu Lesvos’tan alan,
Tire, her ne kadar ismen bilinse de hak ettiği ilgiyi göremeyen güzel memleket köşelerimizden. Farklı medeniyetler ve zaman dilimlerinden 400’den fazla kayıtlı tarihi esere sahip Tire; aynı zamanda kendine has yemek ve el sanatları da dikkate alındığında adeta bir müze kent. Her adımda farklı bir tarih, farklı bir tat ve sürprizle karşılaşmanın mümkün olduğu şehir, talep yokluğundan kaybolmaya yüz tutan pek çok sanat ve zanaatın da zamana direndiği yerlerden.
Keçe dendiğinde akla ilk gelen yerlerden, aynen Beledi dokumasında olduğu gibi. Urgancılık, nalıncılık, semercilik ve yorgancılık şehrin meşhur olduğu diğer alanlar.
Kendine has bir şehir Tire. Eşi benzeri yok. Mesela çınara ‘kavak’ diyorlar burada. Bildiğimiz kavağın adı burada servi, servinin ise kara servi. Türkiye’de karambol oynanan tek yer yine burası.
Hititlerden Romalılara zengin bir kültür mirasına sahip. Roma döneminde ‘Kaystros Senatörlüğü’ olarak senatoda yer alması ve topraklarının bir bölümünün Artemis Tapınağı’na verilmiş olması şehre bir kutsallık kazandırıyor. Hristiyanlığın yayıldığı dönemlerde konsillerde oy kullanma hakkına sahip olan kent, 14’üncü yüzyıldan itibaren Türkler’in eline geçer ve Beylikler dönemi
Tarihin ve kültürün sarıp sarmaladığı, adını verdiği verimli ovada çevresini kuşatmış, tüketim kültürünün eseri beton turistik kentlere inat kendini ve kimliğini koruyan vakur şehir…
Adını verdiği ovada akan çayın iki yanına kurulmuş şehrin, verimli topraklarında yüzyıllardır tarım yapılır. Ve bu doğal zenginliğin sonucudur şehrin kültürel zenginliği...
Thales’i, Anaksimandros’u, Anaksimenes’i ve Hekataios’u çıkarmıştır bağrından bu topraklar. Bu kültürün yetiştirdiği
Prieneli Bias’tır “Kendine aynada bak; güzel buluyorsan onurlu davran, çirkin buluyorsan tabiat ananın eksikliğini onurlu bir davranışınla kapat” diyen. 15’inci yüzyıla gelindiğinde Menteşeoğulları’nın merkezi, 18’inci yüzyılda ise artık İzmir’i de içine alan Osmanlı’nın Sığla sancağının merkezidir. Çok kültürlüdür ve Türkü, Rumu, Ermenisi ve Yahudisi ile bir bütündür o zamanlar Söke.
Nereleri gezelim, kaç gün ayıralım?
Üç gün ideal. Bir gün Söke’ye, bir gün çevresine ve bu kadar yorulduktan sonra bir gün de dinlenmek ve Ege’nin serin suları için.
4 Söke
“Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin, senden öncekiler de böyleydiler. Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler...” der Cevat Şakir.
Anadolu yarımadasının en batısı, Ege’nin dantel gibi işlenmiş kıyıları. Ulaşımı kolay, iklimi güzel, yeşilin ve mavinin birbirine karıştığı bu yer, yüzyıllardır pek çok farklı medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Ama bir yer var ki Ege’de, binlerce yıldır, zamana ama en çok da insanoğlunun saygısızlığına, vurdumduymazlığına, yıkıcılığına ve açgözlülüğüne rağmen var olmayı sürdürebilmiştir. Tarihçi Herodot’un dünyanın en güzel gökyüzüne ve en iyi iklimine sahip olduğunu yazdığı
Halikarnasos, yani bugünün Bodrum’u işte o yer.
Halikarnas Balıkçısı’yla değişti her şey...
Cevat Şakir’in 1925 yılında Resimli Hafta dergisinde çıkan bir öyküsünden dolayı Bodrum’da üç yıl ‘kalebent’liğe mahkum edilmesiyle başladı her şey... Sürgün yıllarında bölgedeki koyları keşfe çıkan Şakir, daha sonra yerleştiği Bodrum’a davet ettiği sanatçı arkadaşlarıyla süngerci teknelerinde birkaç günlük Gökova turları yapmaya başladı ve yıllar geçtikçe bu cennet köşe, onun sayesinde tüm dünyanın aşık olduğu bir tatil beldesi haline geldi.
Bir Bodrum klasiği, mavi yolculuk
1945’lerde başl
okullar kapandı, karneler alındı. Üniversitelerde son sınavlar tamamlandı, mezunlar kepleri fırlattı. Yıllık izinler alındı, bavullar toplandı. Temmuz geldiğinde 7’den 70’e herkes tatile hazır. Madem herkes tatil modunda, biz de henüz plan yapmamış olanlar için temmuzda gidilecek yerleri, dünyanın dört bir köşesindeki parti ve festivalleri toparlayalım.
Avrupa
Türkiye: Kendini serin sulara bırakmak isteyenler için Çanakkale’den Fethiye’ye kadar Ege’nin benzersiz kıyıları en doğru seçim.
Edirne: Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri bu yıl 14-16 Temmuz tarihleri arasında. Edirne gezisi ve Kırkpınar güreşleri birleştirildiğinde, özellikle İstanbul’dan fazla uzağa gidemeyenler için harika bir hafta sonu programı olur.
Polonya, Danimarka, Norveç, Finlandiya ve İsveç: Temmuz sıcaklarında hafif bir serinliğe dahi razı olanlar için ideal. İster gemiyle bir tura çıkar, isterseniz de araba ya da trenle karadan keşfedebilirsiniz.
Girit, Rodos, Kos, Midilli veya Sakız: Kuzey Ege sahillerimizi daha önce görmemiş olanlar Ege Adaları’nın sesiz, sakin ve de ucuz plajlarını keşfe çıkabilir.
Girit ve Rodos uzak diyenlere önerim; Midilli, Kos ya da Sakız.
Bayramlar, Müslümanlar’ın Medine’ye hicretinden sonra 624’te başlar. Hicri takvime göre, Ramazan ayını takip eden Şevval ayının ilk üç günü bayram, yani dinen mübarek sayılan günlerdir.
Ramazan ayı sonunda bayramın başlaması için Şevval ayına girildiğinin işareti olarak hilalin görülmesi beklenir. Eğer Ramazan’ın 29’unda hilal görülmezse, bir sonraki gün top atılarak arife ve takip eden günün de bayram olduğu ilan edilir, bu şekilde bayram gününün belirlenmesine ‘tekmil-i selasin’ denilirdi.
Şeker mi yoksa Ramazan mı?
Arapçadaki adı ‘İd-i fıtır’. Burada ‘İd’, ‘bayram’, ‘fıtır’ ise ‘oruç açma, yemek yeme’ anlamına gelir. Yani öz Türkçesi, ‘Yemek Yeme Bayramı’. Küçük bayram anlamına gelen ‘İd al-Sagîr’ de denir. Bayram günü sabah namazının hemen öncesinde tatlı yemek, özelikle de hurma tüketmek Enes bin Malik’ten gelen bir sünnet.
Bize gelirsek; Osmanlı’da bu bayramın resmi adı ‘Iyd-i Said-i Fıtr’. Fatih Sultan Mehmet, Ramazan ayında oruç tutan yeniçerilere iftarda tatlı da verilmesini emredince, önce yeniçeriler, takiben tatlıcılar ve en sonunda da halk arasında bayram ‘Şeker Bayramı’ olarak anılmaya başlar. Şekerciler dolup taşar, bayram ziyaretlerinde mutlaka şeker ikram edilir. O
Hz. Muhammed’in “Konstantiniyye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır ve onu feth eden ordu ne güzel ordudur...” ve “Ümmetimden Kayser’in şehrine gaza eden ilk savaşçılar için bağışlanmak vardır...” hadislerini sahabe ve tabiin hedef kabul edip, Mekke-Medine ile Şam’dan yola çıkar. Büyük bir azimle binlerce kilometreyi yaya ya da at sırtında aşarak, feth için gelir Şehr-i Konstantiniyye... Takvimlerin Hicri 48, Miladi 668 yılını gösterdiği bu ilk seferi, 674’te ikinci ve 715’te üçüncüsü takip eder.
Sahabi kimdir, tabiin kime denir?
Kelime anlamı arkadaş ya da dost olan sahabi’nin İslamiyet’teki anlamı Hz. Muhammed’i görmüş, sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak vefat etmiş çocuk ya da yetişkin kimsedir. Saahabe ise çoğuludur. Tabiin ise Hz. Muhammed’i göremeyen ancak sahâbeyi müslüman olarak gören ve müslüman olarak ölen ikinci nesli ifade eder.
İstanbul’daki Sahabe mezarları
Bugün İstanbul’da sahâbe kabir ve makamlarına bakıldığında yedisi Eyüp’te, 19’u sur içinde, üçü de Karaköy’de olmak üzere 29 kabir ve makam bulunmakta. En bilineniyse, hiç kuşkusuz halk arasında bilindiği şekliyle Eyüp Sultan’a ait olan.
Ama ne yazık ki, bu kabir ve makamlarla
Takvimler 1902 sonbaharını gösterirken; Medine Muhafızı Osman Paşa’nın oğulları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket, mahalle arkadaşlarıyla Beşiktaş Serencebey’deki konaklarının bahçesinde barfiks, paralel, güreş, halter ve jimnastik olmak üzere çeşitli sporları yapıyordu. 1903 Mart’ına gelindiğinde, özel bir izinle Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurdular. 31 Mart Olayları sonrasında, 1909’da Hareket Ordusu, İstanbul’a giden Fuat Balkan ve Mazhar Kazancı, Serencebey’li gençlerle spor yapmaya başladı. Bir süre sonraysa kulüp, Merkezi Fuat Bey’in Ihlamur’daki evinin altına taşındı. Branşlar arttı ve adı Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü oldu.
İlk tescil edilen spor kulübü
Çok değil, sadece iki sene sonra, 1911’de Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey’in teşvikiyle, Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü spor tarihimizin tescil edilen ilk kulübü haline geldi. Armasında ay-yıldız taşıma hakkı ve onurunu sahip tek spor kulübü olarak tarihe geçti. Ardından kulüp merkezi Akaretler’e taşındı. Futbola 1910’larda başlayan ilgi gittikçe arttı, 1911 Ağustos’u geldiğinde aynı semtin takımları olan Valideçeşme ve Basiret; Ahmet Şerafettin Bey’in girişimleriyle Beşiktaş’a katıldı ve futbol şubesi, resmi