Bayramlar, Müslümanlar’ın Medine’ye hicretinden sonra 624’te başlar. Hicri takvime göre, Ramazan ayını takip eden Şevval ayının ilk üç günü bayram, yani dinen mübarek sayılan günlerdir.
Ramazan ayı sonunda bayramın başlaması için Şevval ayına girildiğinin işareti olarak hilalin görülmesi beklenir. Eğer Ramazan’ın 29’unda hilal görülmezse, bir sonraki gün top atılarak arife ve takip eden günün de bayram olduğu ilan edilir, bu şekilde bayram gününün belirlenmesine ‘tekmil-i selasin’ denilirdi.
Arapçadaki adı ‘İd-i fıtır’. Burada ‘İd’, ‘bayram’, ‘fıtır’ ise ‘oruç açma, yemek yeme’ anlamına gelir. Yani öz Türkçesi, ‘Yemek Yeme Bayramı’. Küçük bayram anlamına gelen ‘İd al-Sagîr’ de denir. Bayram günü sabah namazının hemen öncesinde tatlı yemek, özelikle de hurma tüketmek Enes bin Malik’ten gelen bir sünnet.
Bize gelirsek; Osmanlı’da bu bayramın resmi adı ‘Iyd-i Said-i Fıtr’. Fatih Sultan Mehmet, Ramazan ayında oruç tutan yeniçerilere iftarda tatlı da verilmesini emredince, önce yeniçeriler, takiben tatlıcılar ve en sonunda da halk arasında bayram ‘Şeker Bayramı’ olarak anılmaya başlar. Şekerciler dolup taşar, bayram ziyaretlerinde mutlaka şeker ikram edilir. O zamanlar makbul
olanı ise akide şekeridir. Cumhuriyetin ilanını takiben bayramın resmi adı da ‘Şeker Bayramı’ olur ve 1981’e kadar da bu adla anılır. 12 Eylül’le birlikte yapılan yasa değişikliğiyle Şeker Bayramı olur Ramazan Bayramı.
Eski güzel günlerde bayrama 15 gün kala hazırlıklar ev temizliğiyle başlar, bayramlık giysiler dikilir. Bayramlaşmaya gelecekler için şeker, kolonya, el öpmek için uğrayan çocuklara verilmek için ayrıca ucuna paralar düğümlenmiş mendiller hazırlanırdı. Bayramlıklar, özellikle de pırıl pırıl yeni ayakkabılar çocuklar için ayrı bir önem taşır, anneleri kızsa da bunlar yastıklar altında saklanırdı. Bayramı bekleyemeyip, arifeden giyenlere ise ‘arife çiçeği’ ya da ‘arife böceği’ denilirdi.
Arife suyuyla yıkanmanın sevap olduğuna inanıldığından, o akşam şehrin tüm hamamları dolar ve sabaha kadar açık kalırdı. Diğer kalabalık olan yerse şekerci dükkanlarıydı.
Bayram günü sabaha karşı mahalle bekçileri davullarla, “Bu sabahın ayazına/ Kalkın Hakkın niyazına/ Abdest alın ey komşular/ Buyurun bayram namazına” ve benzeri manilerle halkı uyandırır, sonrasında atılan toplarla sabah namazı duyurulurdu.
Namaz sonrası, ilk bayramlaşma caminin önünde olur, ardından aile büyüklerinin kabirleri ziyaret edilirdi. İlk gün ailenin veya mahallenin en büyüklerine, takip eden günlerdeyse sırayla diğerlerine gidilirdi. Gelenlere önce şeker, sonra yanında nane likörüyle kahve ikram etmek adettendi.
Uzakta olanlar unutulmaz, kartlarla bayramları kutlanırdı. Mahallenin çocuklarıysa kapı kapı dolaşır, el öper, verilen şekerleri toplarlardı.
Aile ziyaretlerinde el öpen çocuklara mendil arasında lokum ve bayram harçlığı verilirdi.
Bayram yerleri
El öpüp bayram harçlıklarını toplayan çocuklar, soluğu en yakındaki bayram yerinde alırdı. Burada kurulu çadırlarda hokkabazlar, ip cambazları ve diğerleri seyredilir, salıncaklara, dönme dolaplara, atlı karıncalara, süslü midillilere binilirdi. Bayramlaşmalarda yenilen şekerler yetmez, toplanan harçlıklar elma ve horoz şekeri, macun, muhallebiye yatırılır, susayınca da şerbetçinin önünde sıraya girilirdi. Çocuklarını getiren büyüklerse çadır kahvelerinde nargile, çubuklar içer, türkü ve destan dinlerlerdi. “İstanbul’un meşhur bayram yerleri nereleriydi?” derseniz, Kadırga, Fatih, Vefa, Yedikule ve Cinci meydanlarıyla Bülbül Deresi ve Harmanlık ilk akla gelenler.
Atmeydanı, Aksaray, Yenikapı, Edirnekapı, Yeni Bahçe, Tophane Alanı, Kasımpaşa, Kulaksız, Beşiktaş, Ihlamur, Kadıköy, Haydarpaşa, Kuşdili, Doğancılar ve Çemberlitaş
ise diğer değişmez bayram yerlerinden bazıları. Daha nice sağlık ve mutluluk dolu bayramlara…