ABD parası dolar Fed’in faiz kararı öncesi son zamanlardaki en düşük seviyesini gördü. Bu, Yellen sonrası da Fed’in “güvercin” duruşunu sürdüreceği ve agresif faiz artırımı yapmayacağının satın alınması olarak da okunabilir. Ancak bu sığ ve çok kısa vadeli bir değerlendirme olur. Burada, her ne kadar kafaları karışık da olsa, ABD ekonomisini yönetenlerin niyetinden bağımsız olarak, doların değer kaybettiği gerçeğinin altını çizmeliyiz. Dünya, çok açık olarak, yeni bir genel eşdeğer yani yeni bir dünya para sistemi arıyor ve dolara bağlı ticaret, dolar ve dolar bazlı kâğıtlar merkez bankalarının da temel güvencesi olmaktan yavaş yavaş çıkıyorlar. Dijital veri tabanlarına oturan yeni para sistemi arayışları da özünde bir ticari genel eşdeğer (dünya parası) arayışından bağımsız değildir. Bu konuda Türkiye çok net ve hazırlıklıdır. Öncelikle bunun altını çizmek isterim. Ancak tam burada, küresel sistemin hem ekonomik hem de siyasi olarak, en önemli oyuncularından olan İngiltere’ye göz atmak gerekir.
Atlantik ekonomisi...
2. Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde 1944 yılında, Britanya, ABD’de yapılan Bretton-Woods yeni para sistemi anlaşmasında Keynes’in planına karşı ABD’nin öne sürdüğü
Afrin operasyonu, yalnız Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun, bir önceki yüzyıldaki iktisadi, sosyal ve siyasi yapısını değiştirecek bir işaret fişeğidir. Bu bölgenin doğal zenginlikleri, kaynakları buralarda binlerce yıldır yaşayan kadim milletlerin öncelikli hakkıdır. Esasında ABD ve diğerleri, binlerce kilometre öteye asker yollayarak, paramiliter güçler oluşturarak dikiş tutturulmayacağını Vietnam’dan beri biliyorlar. Ancak karşılıksız dolara dayanan bu ekonomiyi başka türlü ayakta tutmanın imkânı olmadığı için bu çaresiz kısır döngüyü şimdiye değin sürdürdüler. Bunu sürdürmeleri için de Avrupa’dan Çin’e kadar olan büyük coğrafyanın iktisadi ve siyasi koşulları uygundu.
İkiye bölünmüş Avrupa, ABD’nin hegemonyasını koşulsuz kabul etti, Soğuk Savaş uzlaşısı gereği Sovyetler'in egemenlik alanı dışına bırakılan bütün ülkeler, öncelikle ABD’nin iktisadi egemenlik alanına entegre edildi. Bu ülkelerin bütün stratejik kurumları, üniversiteleri ABD’de geliştirilen teorilerle eğitilen iktisatçılar, finansçılar, uzmanlarla dolduruldu.
Stanford, Columbia, Chicago gibi üniversitelerde geliştirilen, “insansız iktisat” insanlığın bundan sonraki bütün tarihinin temel ekonomisi, değişmez ekonomi
Yaklaşık son üç yüz yıldır, sanayi devriminin şafağından beri bütün büyük dönüşümler yüzyılların ilk çeyrek diliminde gerçekleşmiş ya da yüzyılın seyri yüzyılın ilk çeyreğinde belirlenmiştir. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde bu yüzyıla damga vuracak sanayi devriminin çeperleri belli olmuştu. Bu yüzyıl, sanayi devrimiyle birlikte, Avrupa’nın ve dolayısıyla sistemin büyük değişimine tanık oldu. Avrupa’da imparatorlukların yerini alacak ulus-devletler bu zaman diliminde belirlendi. Okyanusun öte tarafındaki Amerika’da ise iç savaş sonucunda köleci güney, sermayenin yeni merkezi olmaya aday kuzeye yenildi ve Amerika, Britanya’nın ve Avrupa’nın hegemonyasına ortak olmak üzere, yeni bir ulus-devleti ortaya çıkardı. 20. yüzyılın, hemen başında ise, ilk büyük paylaşım savaşı patladı ve üç büyük imparatorluk (Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlı) tarih sahnesinden silindiler. Avrupa’da, sanayi devrimiyle kapitalizmin ilk sömürgeci devletini inşa eden Britanya’ya yetişmeye çalışacak ulus-devletler ortaya çıkmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı ve arkasından gelen yeni ulus-devletlerin paylaşım mücadelesi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde şekillenmişti. Ondan sonra olan biten her şey, ilk yirmi beş
Türkiye’nin içinde bulunduğumuz yüzyılda, bir önceki yüzyılda olduğu gibi, kendisini dünyanın jandarması ilan eden ülkelerin uydusu gibi davranmayacağını, özellikle Erdoğan döneminin, bu açıdan, siyasi ve iktisadi bir kopuş dönemi olacağını hep yazdık, söyledik. Şimdi Afrin operasyonu, bu yeni dönemin stratejik adımlarından biri olarak karşımızda... Afrin operasyonu, Türkiye’yi kuşatma ve yeniden ele geçirme senaryolarını yerle bir eden bir çıkıştır ama aynı zamanda, Ortadoğu’yu, bir önceki yüzyılın başında olduğu gibi, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışan emperyalizme karşı tarihi bir duruştur da...
Türkiye, bu operasyonla şunu da söylüyor: Artık herhangi bir ülke, kendi halkını, geleceğini tehdit altında görürse, elindeki tüm gücü bu tehdide karşı kullanır. İşte bu, bir ülkenin kendi kaderini kendisinin belirleme hakkıdır. Meşru müdafaa hakkıdır. Yoksa emperyalist güçlerin maşası olanların kendi kaderleri de gelecekleri de yoktur. Onlar zaten kaderlerini emperyalist güçlere teslim etmiştir. ABD’den bir ulus-devlet ordusunu donatacak silahları alanlar bunları niçin aldıklarını kendi halklarına açıklayamazlar.
ABD, kendi eseri olan bütün iç savaşlarda, en çok
2008 küresel krizinden sonra iktisat alanında hem teorik düzlemde hem de operasyonel ve uygulama alanındaki arayışların fikri, siyasi-ideolojik boyuttan da ayrı olarak hükümetlerin gündemine geldiğini/gelmekte olduğunu görüyoruz. 80'lerin başı itibarıyla devletçi-Keynesyen düzenlemelerin yerini alan parasalcı-arz yönlü iktisadın, ömrü ve popülaritesi de önce 2008 kriziyle sarsıldı; arkasından Pasifik Asya’nın şaşırtıcı ve hızlı çıkışına eşlik eden diğer gelişmekte olan ülkelerin IMF’nin geleneksel reçetelerinin işe yaramadığını keşfetmesiyle de tam anlamıyla bitti. Ancak nedense cenazeyi kimse kaldırmak istemiyordu. Çünkü toprağın altına gidecek belli idi ama onun yerine “yaşasın” diye tahta oturtulacak henüz ortada yoktu. Daha doğrusu, Londra’nın, New-York’un hatta Şanghay’ın finans imparatorlukları, cenazeyi ne kadar geciktirirlerse o kadar durumu idare edeceklerini, 80'lerin hemen başında yakaladıkları ponzi zincirini o kadar ellerinde tutacaklarını sanıyorlardı.
Latin Amerika’da Brezilya, Arjantin, Şili gibi ülkelerde askeri rejimler sonrası iktidara gelen yeni iktidarlar, Friedmancı iktisadın, liberal değil, tam aksine askeri-kapalı rejimlerin iktisat politikası olduğunu
Türkiye ekonomisi, 2017 yılı sonu itibarıyla hem çok önemli bir dönüm noktasına hem de çok önemli bir fırsatın eşiğine geldi. 2017 yılı ve bu yıl sağlanan büyüme, ileride Türkiye iktisat tarihini yazacaklar için, bir çıkış yılı olarak anlatılacaktır. Bundan eminim. Çünkü bu yıl, belki de ilk defa banka sistemi, ihracatı, sanayiyi daha çok desteklemek, kaynaklarını tüketim yerine üretim alanına yönlendirmek için çaba harcadı ve yıl itibarıyla yüzde 22’yi geçen kredi genişlemesinde kurumsal ve ticari kredi oranları önemli bir paya sahip oldu.
Öte yandan, 2017 yılı, mali sistemin düzenlenmesi konusunda çok önemli çalışmaların yapıldığı, adımların atıldığı bir yıl oldu. Bu çalışmaların karşılığını bu yıl almaya başlayacağız. Banka ve finans sistemini ayakları üzerine oturtacak, sermaye piyasalarını, sanayiyi destekleyecek derinliğe ulaştıracak reformlar ve adımlar da 2017 yılının devamı olarak bu yıl gündeme gelecek.
Tabii ki 2017 yılında atılan en önemli adım Kredi Garanti Fonu (KGF) uygulaması oldu. Esasında bu uygulama, kendi çapı ve etki alanı dışında da yeni bir büyüme ve kalkınma hikâyesini ama en önemlisi umudunu yaygınlaştırdı ve devletten beklentileri yukarı çekti.
Tam şimdi,
2018 yılının ilk ayı petrol fiyatlarındaki yükselişle ve buna bağlı endişeyle başladı. Tabii ki petrol fiyatlarındaki bu yükseliş petrol üreticisi olmayan, petrol ithalatçısı olan Türkiye gibi ülkelerin ekonomilerinde baskı oluşturuyor. Ancak petrol gibi stratejik temel emtialardaki fiyat hareketleri daima çok veçheli olarak cereyan eder. İkincisi, son yıllardaki petrol fiyatlarının seyrinde politik değişkenlerin payı büyük. Şu sıralar İran’daki gerilimin fiyatlar üzerindeki baskısı söz konusu ama OPEC verilerine göre, küresel petrol stoku beş yıllık ortalamanın üzerinde. Öte yandan, küresel talepte göreli bir kıpırdanma var ama bu, OPEC’in üretim arzını yukarı çekmesine yetecek düzeyde değil. Nitekim, OPEC, bir aydan uzun bir sürede petrol üretiminde günlük 1 milyon varili bulan ortalama bir düşüş olması ve küresel talebin bu bağlamda karşılanamaması durumunda mevcut politikasında değişikliğe gidebileceğini ısrarla vurguluyor. Öte yandan, ABD’nin de tercihinin hem ekonomik hem de politik nedenlerden dolayı, Brent olarak, 50-60 dolar bandını çok aşan sürekli bir petrol fiyatlamasından yana olduğunu sanmıyorum. Rusya ve İran faktörleri ABD’nin politik tercihinin özünü oluşturuyor.
28 Şubat davasının karar duruşmaları dün başladı. Türkiye, 28 Şubat darbesi dâhil olmak üzere, doksanlı yıllarda olan biteni unutursa ve o yıllardaki faili meçhullerden 28 Şubat’ın karanlık günlerine kadar olan sürecin hesabını bunları yapanlardan soramazsa, o çok ünlü “28 Şubat 1000 yıl sürecek” sloganı gerçek olur. Türkiye, tam bu günlerde doksanlı yılları yeniden hatırlamalıdır.
Gelişmiş ülkeler, kendi krizlerini finansallaştırarak gelişmekte olan ülkelere ihraç etmeye 90'lı yılların başında başladılar. Önce Pasifik Asya’da, sonra Latin Amerika’da ve Avrasya coğrafyasında birçok ülke “finansal kriz” adı altında borç krizleri yaşamaya başladılar. Çünkü o zamana kadar, geleneksel IMF reçeteleriyle, sanayiden uzaklaştırılarak borç çeviren gelişmekte olan ülkeler 80'li yıllardan sonra daralan sermaye akımlarından artık eskisi gibi yararlanamıyordu. Hızla daralan küresel pazarlar daha ucuz işgücü ve ürünle ancak rekabet imkânı sağlıyordu. IMF’nin önerisi olan yüksek devalüasyonlar, sıkı para politikaları ve enflasyonu önleme sahtekârlığıyla dayatılan sıkı para ve maliye politikaları da artık işe yaramaz olmuştu.
Zaten yerel paralar ve ücretler düşeceği yere kadar düşmüştü. Yol bitince