Türkiye’de vesayetçi, dışarıya kaynak aktaran, dolayısıyla yoksullaştırıcı ekonomi politikalarının başlangıç tarihi olarak, IMF gibi sömürgeci kurumların gelişmekte olan ülkelere “musallat” olmaya başladığı yıl olan 1947 yılını söyleyebiliriz. Ama biz, bu yazı için, o kadar geriye gitmeyelim 2001 krizini ve bu kriz sonrası Kemal Derviş yönetiminde gündeme gelen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını (GEGP) baz alalım.
Türkiye, 2001 krizi öncesi, esasında sabit kur rejiminin bir versiyonu olan, İsrail Merkez Bankası eski Başkanı Stanley Fischer’in teorisine katkı yaptığı gevşek sabit kur rejimini uyguluyordu. Aslında “sürünen parite” denen bu kur rejiminde, merkez bankaları, enflasyon hedeflemesi adı altında, fiyat istikrarı için örtülü bir kur hedeflemesi de yapıyorlardı. Bu da genellikle yerli parayı değerli tutma şeklinde oluyordu. Enflasyon hedeflemesi aslında bir nevi kur hedeflemesidir ve faizin tek silah olduğu, dışarıya faiz yoluyla en çok kaynağı aktarmanın modelidir ve 90'lı yıllarda ortaya atılan Washington Uzlaşısı’nın en ciddi para politikası aracı olarak da ün yapmıştır.
Yüksek faiz, değerli (!) kur!
Şimdi doksanlı yıllardaki bütün gelişmekte olan ülke krizlerine ve
Bugün Türkiye’nin 2017 büyüme verisi karşınızda. Tabii bu yazı bir gün önceden yazıldığı için kesinleşmiş rakamı bilmiyoruz ama 2017 dördüncü çeyrek büyüme verisinin de oldukça iyi geleceği ve yılın tümünde yüzde 7’yi aşan bir büyümeye ulaşacağımız kesin gibi...
Türkiye’de, 2017 yılının hemen başında durgunluk tehlikesinin bile konuşulmaya başlandığını biliyoruz.
Bazı sektörlerde geriye gidişin işaretlerini de görmeye başlamıştık. İhracatın ve turizm gibi net döviz oluşturan sektörlerin çarkları yavaşlama emareleri gösteriyordu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan yavaşlama eğiliminin 2017 yılında da süreceğini bir çok yabancı kuruluş dile getiriyordu. Mesela hayli tanınmış küresel bir araştırma kurumu Türkiye ekonomisi raporunda şunu söylüyordu: “ 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye ekonomisindeki yavaşlama eğilimi derinleşerek sürecek. 2016 yılının yüzde 2,6 oranında bir büyüme ile kapatılması, 2017 de ise yeni aynı seviyelerde (yüzde 2,6) bir büyüme oranının gerçekleşeceğini öngörüyoruz.” Bu gibi değerlendirmeler hem içeride hem de dışarıda genel kabul görüyordu ve 2016 yılı bittiğinde Türkiye ekonomisi için yapılan en
Geçen hafta sonu İstanbul Sanayi Odası’nın düzenlediği ve Sanayi Bakanı Faruk Özlü ‘nün de katıldığı otomotiv sektörü çalıştayını gerçekleştirdik. Otomotiv sektörü Türkiye için birçok açıdan önemli. Birincisi, Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği’ni tesis ettikten sonra, hızla dünya standartlarına erişen, küresel rekabet hiyerarşisinde ölçek, verimlilik, teknoloji olarak yukarı çıkan ve bu konuda örnek olan bir sektör otomotiv. İkincisi, geçirdiği teknolojik değişimle yeni sanayi devriminin sürükleyicisi olan bu sektör üzerinden Türkiye çok önemli değişimleri yapabilir.
Yani Türkiye için otomotiv sektörü, tam anlamıyla, üst teknoloji bir kontrol sanayiidir. Emek verimliliği dışında, teknoloji verimliğini de en üst düzeyde kullanma kapasitesi olan ve teknolojiyi yaratma, kullanma, uygulama esnekliği olan sektörler, sanayiler kontrol sanayiidir. Çünkü bunlar, oluştukları dinamizmle diğer sektörleri de arkasından sürüklerler.
Banka ve finans sermayesi de en çok bu sektörleri destekler hatta bunlarla iç içe geçer. Sanayi devriminin doğuşunda tekstil, sonra demir çelik ve sonrasında petrokimya kontrol sanayileri olarak var oldu. Esasında otomotiv, bu üç ana sektörü de kapsayan ama buna
Beklenen oldu; ABD Venezuela’nın petrol rezervlerine dayalı dijital para birimini, Venezuela’ya uygulanan yaptırımlar kapsamına alarak, yasakladı. Trump’ın çıkardığı yasaklama kararnamesinde Venezuela Devlet Başkanı Maduro, dijital para çıkararak ABD yaptırımlarını delmekle suçlanıyor. Demek ki dijital para sistemleri, özü gereği, ABD yaptırımlarını delmek gibi nesnel bir özelliği de sahip. Zaten öyle de olması gerekiyor. Çünkü ABD’nin “yaptırımlar” dediği şey, özellikle enerji gibi temel emtialarda küresel ticaretin ABD parası dolarla olması ve buradaki dolar çevriminin kendi denetimlerinde olması.
Dünya petrol ticaretinde ABD iki şeyden korkar: Birincisi, petrol üretiminin, Rusya dışında, ABD’li dev enerji tekellerinin doğrudan ya da dolaylı denetimi dışında olması; ikincisi ise petrol ticaretinin dolar dışında bir parayla yapılması.
Venezuela, petrol rezervlerine bağladığı dijital parası Petro’yu, tam bir ay önce, şu günlerde sona eren bir ön satış süreciyle piyasaya çıkarmıştı. Devlet Başkanı Maduro, Petro’nun çok kısa bir sürede 1 milyar dolarlık fon topladığını söylemişti. İlk aşamada 100 milyon Petro’nun sistemde tanımlanacağını açıklayan Maduro, bunun 38.4 milyonluk bölümünü
Tam on yıl oldu... Türkiye, 2008 yılında, o zaman Başbakan olan Erdoğan’ın iradesiyle Uluslararası Para Fonu (IMF) ile olan Stand-By anlaşmaları sürecini bitirmişti. Şimdi 2018 yılındayız ve Türkiye, büyük bir dönüşümün eşiğinde, bölgesinde belirleyici bir güç durumunda. Öte yandan, kendi silahını hatta üst teknoloji savunma yazılımlarını üretecek yetenekte bir teknoloji potansiyeline ulaşmış durumda.
Ne olursa olsun, büyümesi sürekli yukarı revize edilen, tahminlerin üzerinde ve dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasında bugün Türkiye... Tabii ki ekonomide yapacağımız çok şey var ve eksiklikleri, sorunları biliyoruz. Esasında bu sorunlar, sanayicinin, işçinin, esnafın, çiftçinin kısaca bu ekonomide değer üreten ve gelir elde eden herkesin çıkarlarının bir kümesi olarak belirginleşiyor ve önümüze geliyor. Farklı kesimlerin iktisadi çıkarları çatışsa bile, çözümü için ortaklaşılan birçok alan var. Örneğin, istikrarlı, kapsayıcı bir büyümenin, gelir dağılımını da, artan istihdam ve ücret artışlarıyla birlikte, düzelteceğini herkes biliyor. Ve büyümeden taviz verilmemesi konusunda, tüm kesimlerde ortak bir görüş birliği var. Yine üretim maliyetlerinin düşmesi ve özellikle finansman
Önce, olağan gözden geçirme kapsamında Türkiye’de “gözlemlerde” bulunan IMF heyetinin raporu geldi. Arkasından derecelendirme kuruluşu Moody’s'in not indirimi sıraya girdi. IMF raporu ile Moody’s'in not düşürme gerekçelerinin örtüştüğünü, esasında Moody’s'e IMF’nin öncülük ettiğini söylememiz gerekiyor.
Hiç şüphesiz ki artık Moody’s gibi kuruluşların notları da değerlendirmeleri de dikkate alınmamalıdır ki zaten piyasalar da uzun zamandır bunu yapıyor.
Ancak bu hafta gördük ki Türkiye ekonomisi üzerinde çalışan bu ekonomi tetikçileri, kimi asılsız haberlerle özellikle kur tarafında operasyona devam ettiler.
Tam da Afrin düşerken bu raporları yayınlayacaklarını, durup dururken not düşüreceklerini, kuru gereksiz yukarıya çekmek için piyasaya asılsız birtakım söylentiler yayacaklarını biliyorduk.
Türkiye piyasalarında olumsuz hava oluşturmak isteyenler, bunu yalnız olumsuz hava oluşturmak adına yapmıyorlar. Bu adımlar, tam da şimdiki ekonomik savaşın parçasıdır.
Şu hesap hâlâ yapılıyor; Türkiye’de kamuoyunun ve ekonomi bürokrasinin yumuşak karnı, kurun, özellikle doların hızlı yükselmesi, TL’nin devalüe olmasıdır. Türkiye’de, eski kapalı ekonominin ve sabit kur rejimi uygulamalarının bir
Bütün iktisadi kriz dönemleri, aynı zamanda, ideolojilerin de krizinin derinleştiği dönemlerdir. Böyle zamanlarda eski paradigmayı ayakta tutan ideolojiler, eski yaldızlı boyalarını üstlerinden akıtarak birer safsataya, hurafe yığınına dönüşürler.
O zamana dek üniversitelerde, medya imparatorluklarında, devletlerin bürokrasisinde, sistemi ayakta tutan bütün kurumlarda kariyer, parasal imkân, mevki için ölümüne savunulan hatta “bilim” diye yutturulan ne varsa, bunları savunanların ikiyüzlülüğü, riyakârlığı da açığa çıkar bunların tümü hayatımızdan çekip gider.
Şimdi bakıyorum da, şu günlerde ekonomide olan her gelişme, açıklanan her veri, her krizden çıkma çabası, arkasında eskiyen ideolojik safsatalarla birlikte “insan” enkazları da bırakarak devasa bir hayat çöplüğüne dönüşüyor.
'Liberalizm' derken...
80'lerin sonundan itibaren, Berlin Duvarı'nın çökmesi ve Sovyetler'in tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte, küresel beyaz “devrimle” pür “liberalizmin” tarihin ve insanlığın sonu olarak bundan sonraki tek mutlak iktisadi ve politik gerçeklik olacağını söyleyenler ve bunun bayraktarlığını yapanlar, bu “ideallerin” imparatorluğu olan ABD’nin, “Biz bu krizden küresel liberalizmle
Tam bugün şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: ABD’nin korumacılık hezeyanları, yeni bir dünya ticaret düzenini için fırsat olabilir mi?
İşin gerçeği, 2. Dünya Savaşı sonrası inşa edilen para sistemine eşlik edecek bir dünya ticaret sistemi, tam anlamıyla hiç bir zaman kurulamadı. Dünya ticaret sistemini gelişmiş ülkeler lehine düzenleyen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması, (GATT) 1947 yılında Cenevre düzenlemesi ile oluştu ve 1986 yılında başlayarak 1994 yılına kadar süren Uruguay Round diye anılan kapsamlı düzenlemelerle, 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüştü.
Hem GATT düzenlemeleri hem de daha kurumsal bir yapı olan DTÖ küresel ticaret düzenlemeleri, gümrük vergileri dışında, tüm ülkeler için adil ve kabul edilebilir bir sistemi geliştirememiştir.
DTÖ, 2001 yılında Doha’da başlayan Kalkınma Müzakerelerini, gelişmekte olan ülkelerin hak ve hukukunu, en azından, dengeleyerek sonlandırma başarısını da gösterememiştir. Dolayısıyla bugün bütün ülkelerin kabul ettiği bir üst küresel ticaret regülasyonu yoktur. Aslında, işin doğası gereği, bunun böyle olması da kaçınılmazdı.
Çember kırılıyor!
Çünkü, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler, anti-korumacı düzenlemeleri