2018 yılı dünyada, içinde bulunduğumuz bölgede ve Türkiye’de çözücü bir yıl olacak. Yani herkes, çok gecikmeden hamlesini yapacak ve elindeki her türlü aracı, gücü kullanacak.
Nitekim İran’da ABD ve İsrail desteğiyle başlayan olaylar, bütün bu bölgeyi yeniden dizayn etmek için nasıl bir yöntem kullanılacağını gösteriyor.
İran ekonomisi, ambargonun kalkmasıyla birlikte, yeni yolunu arıyordu. 2016 yılında ekonomi yeni sermaye girişlerinin de katkısıyla yüzde 6 büyümüş ve kronik işsizlik dışındaki veriler, enflasyon dâhil olmak üzere, düzelme yoluna girmişti. Ancak Trump’ın yeniden ambargo işaretlerini vermesi, dışa açılmayı ve yeni dönemi bekleyen toplumda büyük bir hayal kırıklığı yarattı.
Devlet denetimindeki “bonyad” olarak adlandırılan şirketleşmiş vakıflar, toplumun öfkesinin hedefi haline geldi. Öyle ki yumurta fiyatlarının yükselmesi bile buraya, dolayısıyla rejime bağlandı.
Esasında doğrudan ya da dolaylı olarak, bonyad adlı vakıflarla, ekonominin yüzde 85’ini kontrol eden bir merkezi yönetim İran’ın zayıf karnıdır.
İran’ın bu dezavantajını ABD çok iyi biliyor.
Petrol ve terör...
İran’a sermaye akışının 2016 itibarıyla başladığını ve finans sistemine yavaş da olsa küresel banka ve
Esasında 2018 geldi sayılır, böyle olunca ortada yalnız gerçekler kalıyor.
Bundan dolayı, Nostradamus’un (1503-1566) yüzlerce yıl öncesinden bugün için söylediklerini artık kehanet değil, karşımızda duran gerçekler ya da boşa çıkan sayıklamalar olarak sınıflandırmak gerekir. Tabii bu metinlerin günümüze nasıl geldiği, bugün basın tarafından bire bin katılarak magazinleştirildiği-uydurulduğu gerçeği de hesap edilmeli. Örneğin, okyanusun ötesindeki ülkeden kaynaklı bir krizin olacağı, Avrupa’nın güneyinde ciddi sorunlar yaşanacağını Nostradamus’un, 2018 için söylediği iddia ediliyor. Aslında bunlar şimdi karşımızda duran, kehanet olmaktan çoktan çıkmış gerçekler...
AB’nin hali...
Yani 2018 ve sonrasında ABD’nin siyasi ve ekonomik sorunlarının zirveye çıkacağından kimsenin şüphesi yok. Avrupa krizi ise AB’yi parçalayacak bir dinamiği artık ortaya çıkardı. Bu dinamiğin üç temel cephesi var; birincisi Almanya’nın başını çektiği kuzey Avrupa, ikincisi doğu ve güney Avrupa, üçüncüsü ise İngiltere’nin ayrılmasıyla oluşacak yeni dağılma süreci...
Her üç dinamik de esasında AB’nin şimdiki halini istemiyor. Almanya ve onun etrafında toplanan Hollanda, Avusturya, Belçika gibi ülkeler, güney ve
2017 yılını bitiriyoruz. Her yılın sonunda olduğu gibi bu yılın son günlerinde de özellikle küresel ekonomi basınında 2018 yılı için çarpıcı öngörüler var.
Yalnız bu yıl benim dikkatimi çeken önemli bir ayrım var; bu yılın sonundaki öngörüler yalnız önümüzdeki yılı kapsamıyor; ABD’nin ekonomik durumundan gelişmekte olan ülkelere, oradan küresel para sistemine kadar olan bütün gelecek öngörüleri, 2018 yılından başlamak üzere, neredeyse içinde bulunduğumuz yüzyılı kapsayacak “geniş çaplı” bir zaman dilimini içeriyor.
Kimi zaman da yüzlerce yıl sonrasını haber veren kâhinlerin kehanetlerini aratmayacak analizler de göze çarpmıyor değil. Yılın sonunda yapılan bu “geleneksel” gelecek öngörülerinin neredeyse yüzyılın sonuna kadar varan bir gelecek tahayyülü olarak anlatılması esasında bir dönemin sonuna geldiğimizin topyekûn bir kabulü ya da farkındalığı olarak izah edilebilir.
Nostradamus ve Baba Vanga...
Gerçekten de 2008 yılında gelişmiş ülkeler (Batı) merkezli küresel krizin, 19. ve 20. yüzyıldaki sistemik krizlerden çok daha farklı, yaygın ve sistemin özünü de tahrip ederek sistemik hiyerarşi de çok ciddi değişimlere yol açacağı tam şimdilerde ortaya çıkıyor.
Öteden beri Nostradamus,
ABD Başkanı Trump’ın adeta bir seçim bildirgesi gibi okuduğu ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, hem bir müddettir bölgemizde yaşananları hem de önümüzdeki günlerde ekonomide ve dış politikada yaşanacak olanları bize anlatıyor. Esasında bu belge ve bu belgenin sunum şekli ABD’nin, bir önceki yüzyıldaki, mutlak ekonomik ve siyasi gücünün gerilediği gerçeğini artık ABD tarafından da “endişe” ile kabul edilmeye başlandığını gösteriyor.
Bu durum, hiç şüphesiz ki küresel ve bölgesel iktisadi-siyasi statükoların hatta temel paradigmanın hızla değişeceği yeni bir dönemi de anlatıyor.
Bir önceki yüzyılda ABD’nin, 2. Dünya Savaşı sonrası inşa edilen kurumlarla yürüttüğü hegemon arabulucu olarak “liberalizmi” yayan ve koruyan büyük abi (Sam Amca) stratejisinin de sonuna geliyoruz.
Kissinger doktrini...
Esasında bu (eski) strateji Henry Kissinger’ın anlatımıyla tam şöyleydi: “Birleşik Devletler, dünyadaki en iyi yönetim sistemine sahiptir ve insanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip, onun uluslararası hukuk ve demokrasiye olan saygısını kabul ederse, barış ve refaha kavuşabilir.”
Bu sözler çok açık bir tehdittir. Dünyaya bir tehdittir; yani ya ABD’nin
Türkiye’nin yakın gelecekte üzerinde en çok tartışılacak iktisadi meselelerinden biri de büyüme potansiyeli ve büyüme gerçekleşmeleri olacaktır.
Çünkü son yıllarda sıkça bahsettiğimiz ve hedeflediğimiz kapsayıcı büyüme, iktisadi olduğu kadar da siyasi bir meseledir.
Türkiye’nin iktisadi ve politik tarihine baktığınızda büyüme ve büyümenin paylaşımının siyasetle doğrudan bağlantısını rahatça görürüz.
Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca ortalama büyüme hızı yüzde 5 civarında bir trende tekabül eder. Darbeler, vesayetçi koalisyon hükümetleriyle kesintiye uğramış, IMF reçetelerine mahkûm edilmiş bir ekonominin, işgücünü ve diğer üretim potansiyellerini, dinamiklerini tam kapasiteyle değerlendirdiğini söyleyemeyiz. Tam istihdam sağlayan bir büyüme oranının Türkiye gibi dinamik bir işgücüne sahip bir ülke için hesabı hayli zor olabilir ama şunu söyleyebiliriz ki teorik olarak, ortalama yüzde 5’lik bir büyüme oranı, tam istihdamı sağlayan -işgücü geçişkenliğinin oluşturduğu doğal işsizlik oranını da dahil olduğu-bir büyüme oranı değildir. Bu büyüme ortalaması, Türkiye’de ekonomiyi finansal ve parasal olarak döndürür. Yani ancak banka sistemini ayakta tutar, iç ve dış borç çevrimini
Dün İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken, uzun zamandır teorik olarak yazıp anlattığımız, 20. yüzyılın siyasi ve iktisadi paradigmasının bitmekte olduğu gerçeğinin artık teoriden pratiğe geçmekte olduğunu düşündüm. Yüzyılın hemen başında Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’dan, Ortadoğu’dan çekilmesinin sağlanması, Sovyetler'in aynı zaman diliminde ortaya çıkması bu yüzyılın siyasi ve iktisadi çizgilerini belirledi. Sovyetler, “liberal” dünyanın anti-tezi olarak, Batı saldırganlığını meşrulaştıran bir rol oynadı. Sovyetler'in bu rolü ve Ortadoğu’da petrol kaynaklarının İngiltere tarafından tespit edilmesi Avrasya bölgesini dünyanın siyasi ve iktisadi merkezi haline getirdi.
Bu sürecin temel çizgileri, birinci dünya paylaşım savaşıyla başladı ve ikinci dünya paylaşım savaşıyla tamamlandı. İkinci savaş sonrası ABD önderliğinde yaşanan gelişmeler ise bu temeli sağlamlaştırmaya dönüktü. Siyasi ve iktisadi kurumların ortaya çıkması, diplomatik ve iktisadi doktrinlerin oluşturulması hızla gündeme sokuldu. 1947 yılından itibaren de ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasına askeri, siyasi ekonomik doğrudan müdahalesi başladı. İsrail’in
Dışarıdaki bütün bu toz duman arasında Türkiye ekonomisi 2017 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 11.1 oranında büyüyerek, aynı zaman aralığı için, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi oldu. Bu büyümeye katkı yapan dinamiklere baktığımızda büyümenin konjonktürel değişkenlere bağlı olmadığını, eğer aksi yönde bir tercih yapılmazsa, bir başlangıç olduğunu söyleyebiliriz.
Bu büyümede sanayi sektörünün ürettiği katma değer 14.8 olarak gerçekleşmiş, ticaret, ulaştırma, yiyecek sektörlerini çatısında toplayan hizmet sektörü ise büyümeye yüzde 20.7 oranında katma değer sağlamış.
İmalat sanayiinin katkısı ise yüzde 15.2...
Burada ihracat, altın dışı yüzde 17.3, toplam reel ihracat ise yüzde 14 oranlarında artıyor. Altın dışı reel ithalatta ise yüzde 13.6 oranında artış gerçekleşiyor. (BETAM rakamları olarak) Türkiye’nin bu dönemde, temel sanayi sektörlerinde, hem ithalat bağımlığını azaltma yönünde hem de farklı dış pazarlar bulma ve rekabet etme anlamında avantajlı duruma gelmeye başladığını da görüyoruz.
Büyüme analizi...
Bu çerçevede bu dönemde, mal ihracının yanı sıra sermaye ihracının da öne çıkmaya başladığını yatırımların, hem dışarıdan içeriye hem içeride hem de içeriden dışarıya olarak
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan Yunanistan’da. Bu ziyaretin tarihi olduğu kadar güncel olarak da çok önemli başlıklarının olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve Syriza hükümetinin gel-gitleri Yunanistan’ı çok tartışılan bir ülke haline getirmişti.
Yunanistan’ın şimdiki durumu, AB’nin bu haliyle devam etmeyeceğinin en somut göstergesidir.
Yunanistan’ın bugün kamu borcu, 182 milyar dolarla, 195 milyar dolar olan GSYİH'sine yaklaşmıştır. Ancak bu durum, 2008’de başlayan AB krizinin sonuçlarından biridir sadece.
Yunanistan ekonomisi bütün bu süreçte yüzde 25’e varan bir küçülmeyle boğuşmak zorunda kaldı. Şimdi Yunanistan, 2010 yılında yürürlüğe giren ve 2018 ortalarında bitmesi planlanan -ama muhtemelen bitmeyecek- kemer sıkma programına teslim... Bu program Troyka (IMF-Avrupa Merkez Bankası, AB ilgili kurumları) ürünü. 240 milyar euro’luk 2010 paketi, çok büyük bütçe kısıtlamaları, kamu iktisadi kurumlarının hızlı özelleştirilmesiyle devam ettirildi. Şimdi Yunanistan’da 2015 seçimleriyle işbaşına gelen Syriza ve Anel iktidarı var. Bundan bir süre önce bizde de tanınan ünlü Yunanlı müzisyen Mikos Theodorakis, Syriza-Anel iktidarını Troyka’ya