Afrin operasyonu, yalnız Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun, bir önceki yüzyıldaki iktisadi, sosyal ve siyasi yapısını değiştirecek bir işaret fişeğidir. Bu bölgenin doğal zenginlikleri, kaynakları buralarda binlerce yıldır yaşayan kadim milletlerin öncelikli hakkıdır. Esasında ABD ve diğerleri, binlerce kilometre öteye asker yollayarak, paramiliter güçler oluşturarak dikiş tutturulmayacağını Vietnam’dan beri biliyorlar. Ancak karşılıksız dolara dayanan bu ekonomiyi başka türlü ayakta tutmanın imkânı olmadığı için bu çaresiz kısır döngüyü şimdiye değin sürdürdüler. Bunu sürdürmeleri için de Avrupa’dan Çin’e kadar olan büyük coğrafyanın iktisadi ve siyasi koşulları uygundu.
İkiye bölünmüş Avrupa, ABD’nin hegemonyasını koşulsuz kabul etti, Soğuk Savaş uzlaşısı gereği Sovyetler'in egemenlik alanı dışına bırakılan bütün ülkeler, öncelikle ABD’nin iktisadi egemenlik alanına entegre edildi. Bu ülkelerin bütün stratejik kurumları, üniversiteleri ABD’de geliştirilen teorilerle eğitilen iktisatçılar, finansçılar, uzmanlarla dolduruldu.
Stanford, Columbia, Chicago gibi üniversitelerde geliştirilen, “insansız iktisat” insanlığın bundan sonraki bütün tarihinin temel ekonomisi, değişmez ekonomi kuralları gibi anlatıldı. Bu insansız iktisada felsefe tarafından da destek geldi. Stanford Üniversitesi’nin “parlak” üyesi Francis Fukuyama, Soğuk Savaş'ın bitiminde, denetlenen Sovyetler'in yerine denetlemeyen gelişmekte olan ülkelerin gelmemesi için “Artık burada tarih bitti, tarihin sonuna geldik” diyecekti. Fukuyama bu tezi, 1992 yılında çıkan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında ortaya atıyordu ama tam o zamanlarda, Asya’dan başlayan ve tüm gelişmekte olan ülkeleri saran borç krizleri, 80'lere gelmeden ABD Hazinesi, IMF ve Dünya Bankası’nın kotardığı Washington Uzlaşısı'na dayalı iktisadi sorgulama fırsatı olarak da gündeme oturuyordu.
Asya yükseliyor...
İlk önce G. Kore, yeni bir kalkınma perspektifini geliştirmeye başladı. G. Kore’nin zaten hazır olan devlet kurumları, yeni rekabetçi bir sanayi ve teknolojiyi geliştirme doğrultusunda, sanayici ve ihracatçı sektörleri yukarı çekmek için, neredeyse şirket bazında destek verdi. Şimdiki küresel G. Kore şirketlerinin en önemlileri bu süreçte küresel oyuncu haline geldi.
Öte yandan, Çin, hızlı büyümenin yanına sermaye ihracını da ekledi ve devlet, hem düzenleme hem de finansman alanında yeni sanayi devrimini yakalayacak her şeyi yaptı. Şimdi Çin kökenli teknoloji şirketlerinin hızla yayıldığını görüyoruz. Burada devletin payı büyüktür. Bu süreçte, daha 2008 krizine gelmeden, 90'lı yılların sonunda, A. G. Frank, ölmeden bir başyapıt yetiştirmeyi başardı. Esasında, yıllardır azgelişmiş dünyayı incelemiş bir sosyal bilimci olarak, Frank’ın “Yeniden Doğu” (Re-Orient) adlı kitabı, Fukuyama’nın 1992’deki kitabına cevaptı. Cevap yaklaşık beş yıl sonra gelmişti ama zamanlama harikaydı. Çünkü Britanya ve Almanya yeni bir krizi görmeye başlamışlardı. Almanya’nın 90'lı yıllardan itibaren Doğu Avrupa’da yaptıkları da durumu kurtaracak gibi değildi. Britanya ise Thatcherizm’den umduğunu bulamamış, teknoloji ve pazar üstünlüğünü Asya’ya kaptırmak üzereydi. Britanya’nın bu durumu önce kendi içinde yeni kıpırdanmalara yol açtı, zaten bu sürecin sonunda, İngiltere, kendi birliğini korumayı önceliğe alarak Avrupa Birliği’nden vazgeçmek zorunda kaldı.
Brexit hiç de tesadüf değildi; İngiltere’nin yeniden toparlanma ve yeni başlangıç yapma manevrası olarak gündeme geldi.
...Ve Türkiye...
Bütün bu zaman diliminde, özellikle 2008 krizi sonrası, Türkiye’de Erdoğan’ın ekonomi konusunda da farklı ve yeni bir şeyler yapmaya başlayacağının işaretleri geliyordu. 2008’de Türkiye, IMF reçeteleriyle yönetime resmen son verdi. Ama Batı’da iflas eden, Asya’da ise alternatifi çoktan bulunan piyasayı ve rekabeti ortadan kaldıran bu insansız tekelci iktisat anlayışı Türkiye’de üniversitelerde, medyada, devletin kurumlarında, siyasette, Erdoğan’a rağmen varlığını korudu. Cumhurbaşkanı bu yapıyı çoğu zaman “bürokratik oligarşi” tanımıyla eleştirdi.
Yüksek faize, ithalata, devletin yüksek faizle borç çevirmesine ve dışarıya kaynak aktarmasına dayalı bu yapıyı ve bu yapının temellendiği anlayışı ne yazık ki tümüyle ortadan kaldıramadık. Türkiye’ye özgü yeni bir büyüme-kalkınma hikâyesini bütün yönleriyle geliştiremedik.
Şüphesiz ki FETÖ’nün, 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan süreçte, ilgili kurumlardaki ve siyasetteki, bu yöndeki etkisi söz konusudur. FETÖ, yalnız operasyonel bir terör örgütü değildi.
Her türlü sömürgeleştirme teorisini yaygınlaştıran, özellikle ABD kaynaklı tezleri akademide, medyada ve devlet içinde mutlaklaştıran bir örgüttür FETÖ...
Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi, Afrin bir dönemeçtir. Siyasette bunu yapan bir ülke, ekonomide de gereğini artık daha hızlı olarak yapacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, insanı merkeze alan bir ekonomi artık bütün yönleriyle, yeni bir büyüme-kalkınma anlayışı olarak bu ülkenin merkezine oturacaktır.