Seul
Seçime çok az bir zaman kala Cumhurbaşkanı neden G. Kore’deydi? Bu soru hiç soruldu mu bilmiyorum ama bence tam da sırasıydı.
Yeni İpek Yolu’nun Asya’daki merkez ülkelerinden biri olan Özbekistan ve Pasifik Asya’da Doğu kalkınmasının yeni merkezlerinden olan G. Kore, hiç şüphesiz ki Türkiye’nin öteden beri ilgi odağı. Her iki ülke de, Türkiye ile birlikte, yeni bir ticaret düzeninin, yeni para sisteminin ve yeni bir kalkınma anlayışının Asya tarafındaki temsilcileri sayılabilir. İşte Türkiye’nin yeni bir sisteme adım atacağı günler sayılı iken, Cumhurbaşkanı’nın bu ziyareti, bu bağlamda, anlamlı sayılmalıdır.
Türkiye ve G. Kore ilişkileri, soğuk savaşın ilk sıcak çatışması olan Han-Guk savaşına Türkiye’nin asker yollaması (1950) sayesinde, ağırlıklı olarak, siyasi dostluk düzeyinde seyretmiş ve ekonomik boyut çok öne çıkmamıştı.
Esasında G. Kore’nin hem 1950’li yıllardaki iç savaştan sonra hem de bütün soğuk savaş boyunca hızlanarak artan iktisadi etkinliği, Türkiye açısından önemli izlenmesi gereken bir pratikti. Ancak ne yazık ki, bulunmaz bir “gelişmekte olan ülke” deneyimi ve başarısı olan bu kalkınma yolu, Türkiye için ancak bir akademik merak konusu oldu. Oysa G. Kore’nin
Bu yazıyı Özbekistan’ın başkenti Taşkent’ten yazıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, gezilerde yazmayı pek tercih etmiyorum. Bu sefer de atlamayı planlamıştım. Ancak Taşkent’i görünce vazgeçtim. Oldukça düzenli, çok temiz ve yemyeşil bir şehir. Bağımsızlıktan sonra, Sovyetler'den kalma altyapının üzerine, tarihi ve kültürel mirası da koruyarak, örnek bir şehir olarak sanki yeniden doğmuş Taşkent...
Ancak, Bağımsız Devletler Topluluğu içinde yer alan diğer Orta Asya ülkelerinin başkentleri gibi, yalnız “görüntüyü” kurtaran bir şehir değil burası. Dijital panolarla süslü gökdelenlerin aksine, ağaçlandırılmış geniş bulvarlar ve parklar başkentin temel örgüsünü oluşturuyor.
Ancak işin önemli yanı, bu görüntünün Özbekistan’ın yeni yolunu anlatması.
Şöyle ki, bağımsızlıktan sonra İslam Kerimov dönemi, Özbekistan’ı, Sovyetler dönemi kadar olması da, yine de dış dünyaya kapalı tutmuş.
Yeni İpek Yolu’nun birçok açıdan merkez ülkesi olan Özbekistan, değerli yer altı kaynaklarını ve müthiş coğrafi konumunu ticarileştirmek ve çok kutuplu dünyada aktif olarak yer almak için köklü adımlar atmamış. Ancak, Kerimov’un hayatını kaybetmesinden sonra Aralık 2016’da yapılan seçimlerde işbaşına gelen yeni
Seçimlere iki aydan az bir süre kaldığına göre, Türkiye ekonomisinin 2018 yılı ikinci çeyrekten başlayarak, önümüzdeki beş yıl için nasıl bir yol izleyeceğini tam şimdi konuşmak gerek.
Türkiye ekonomisinin yol haritası konusunda, bütün Erdoğan dönemlerinde ama en çok da 2008’de IMF ile Stand-By anlaşmaları sürecinin bitirilmesinden sonra, yapılan tartışmaların oldukça yanlış bir düzlemde yapıldığını öncelikle söyleyelim. Bu yanlışlık şudur: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, başta faiz meselesi olmak üzere, ekonominin temel başlıklarını ele alırken, iktisat bilimi düzleminden ziyade siyasi hatta popülist bir yere kayıyor. Oysa ekonominin, piyasanın 'gerçekleri' çok başka. Siyasetin günün sonunda 'piyasa gerçeklerine' gelmesi lazım, buradaki her gecikme bize pahalıya mal oluyor.”
Alçaklığın son noktası...
Bu tezi savunanlar o denli yaygın ki bu tez, son yıllarda “belli” çevrelerde adeta günlük siyaset üstü kabul gören bir argüman haline dönüştü. Böyle olduğu ölçüde de tam bugün Erdoğan karşıtlarının ortak paydalarından biri oldu. Esasında bu tez, çok önceden beri FETÖ bağlantılı iktisatçıların “liberalizm” adı altında, FETÖ’nün ideoloji fırınında pişirdikleri ve seçim öncesi, Erdoğan karşıtı
Şu iki ay hızlandırılmış bir tarihsel geçiş yaşayacağız. Ancak tarih tekerrür değildir. Hegel’in dediği gibi, tarihin trajedileri ikinci kez insanlığın önüne geldiğinde yeniden trajedi olarak tekrarlanmaz. Tarihte, kendi çıkarları için, insanlığa büyük trajediler yaşatanlar, bunu ikinci kere tekrar etmeye çalıştıklarında ortaya yeni bir trajedi çıkmaz. Ortaya çıkan o trajediyi insanlığa yeniden yaşatmak isteyenler için bir farstır. (Fars: -TDK- İlkel, sıradan ve kaba güldürme öğelerinden yararlanılarak, kimi kez de inanılırlığın sınırlarını zorlayarak oluşturulan, ciddi bir havası ve iletisi bulunmayan, yalnızca güldürme ereğini güden, incelikten yoksun güldürü...)
Ünlü Japon düşünür Kojin Karatani, “Tarih ve Tekerrür” adlı yapıtının Türkçe basımı için bir önsöz yazmıştı.
O önsözde Karatani, Japon ve Türk kalkınması ya da “modernleşmesini” karşılaştırır ve Türkiye ile Japonya’nın 19. yüzyıl sonlarında benzer bir durumda olduklarına vurgu yapar. Ancak kendisinin de vurguladığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu zamanlarında işbaşında olan Abdülhamit, bu tarihi geçişi ve Japonya’daki Meiji Restorasyonu sürecinin farkında olmasına rağmen, benzer süreci Osmanlı için işletemedi. O zaman
Türkiye dün tarihi günlerin-den birisini yaşadı. Seçimler için belirlenen 24 Haziran tarihi Türkiye için ama özellikle ekonomi için hızlandırılmış tarihi geçiş süreci olacak. Ama her şeyden önce bu karar ekonomi için bayram gibi karardır.
Çünkü çoğu belirsizlik ortadan kalkmış, ekonominin en büyük ilacı olan görünürlük ortaya çıkmıştır.
Güncel olarak bugün Türkiye ekonomisinin devamlılığını üç önemli tarih belirliyor. Birincisi, 2001 krizi ve bu krizden sonda atılan adımlar, ikincisi 2008’de IMF ile Stand-By anlaşmaları sürecinin bitirilmesi ve nihayet 2014 Cumhurbaşkanı seçimleriyle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi. Yani sırasıyla 2001, 2008 ve 2014 yılları Türkiye ekonomisinin şimdiki konturlarını belirlemiştir. İşte 2018 Haziran bütün bu sürecin finalidir.
2023 hedefleri
Türkiye ekonomisinin doğru temellere oturması ve yeni sanayi devrimini yakalayacak kapsayıcı bir büyümeyi öne çıkartarak, 2023 hedeflerini önüne koyması da esasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2008 yılında IMF programlarını bitirmesiyle başlayan süreçte olmuştur. 2002’de AK Parti’nin işbaşına gelmesiyle başlayan ve 2008-2014 dönüşümleriyle devam eden süreç, 2018’den sonra, tam anlamıyla, ayaklarının üzerine
ABD öncülüğünde, Fransa ve İngiltere’nin katılımıyla yapılan Suriye saldırısının gerçek amacının Esed rejimi ve onun katliamlarını önlemek olmadığını Fransa Cumhurbaşkanı Macron geçen hafta sonu ağzından kaçırdı. Macron’a göre bu operasyon, Türkiye ile Rusya’nın arasını açmayı amaçlıyor. Yani ABD, Fransa ve İngiltere, Türkiye’yi, Rusya-İran “cephesinden” koparmak için birlikte hareket etmişler. Demek ki füzeler Ankara zirvesi için de ateşlenmiş. Aslında Macron’un itiraf etmesine de gerek yoktu. Bunu biliyorduk, çünkü füze saldırısı öncesi her üç ülke ekonomisine başlayan saldırı her şeyi anlatıyordu.
O zaman dolar, ABD için, hâlâ bütün silahların anası...
Buraya geleceğiz ancak öncelikle şunu söyleyelim: Türkiye’nin tercihi, öncelikle kendi çıkarları ve bölge halkı için barış ve refahtır.
Herkes yoluna!
Bir önceki yüzyılda olduğu gibi, ABD’nin başını çektiği bu sömürgeci ittifak, bölgenin sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden belirleyemeyecektir. Burada tek gerçek artık budur. Ankara zirvesinden sonra, hızlanan kur ataklarının da Türkiye için kriz oluşturmasını kimse beklemesin. 90'lı yıllardaki Türkiye'de değiliz artık. Türkiye ekonomisi zaten 2001’den sonra dalgalı kur
Geçen hafta Ankara’da yapılan Türkiye-Rusya ve İran zirvesinden sonra Reuters, ABD’nin Rusya’ya giderek dozu artan ekonomik yaptırımlar uygulamaya hazırlandığı haberini geçti. Bu yaptırımların gerekçesi ise ABD seçimlerine Rusya’nın müdahalesi ve siber saldırı olarak belirtiliyordu.
Aynı günlerde ABD, hem İran’a yönelik ambargo açıklamalarının dozunu artırıyor hem de Çin’le açıktan ticaret savaşına giriyordu.
Tabii bu tabloyu da Suriye’de Esed’in Doğu Guta’ya yaptığı, sivil halka yönelik, insanlık dışı saldırılar tamamladı. ABD, Esed rejimine müdahale edeceği sinyalini, Trump’la verdi ve Trump’ı bu sefer Pentagon da yalanlamadı.
Dün de Trump, Suriye’ye müdahale edeceklerini yineledi. Rusya’da saldırıya cevap vereceklerini tekrarladı.
ABD ve Rusya’nın Suriye’de karşı karşıya gelmeleri ilk defa bu kadar yakınlaşırken, Pasifik’te ABD’nin gücü Çin’le girdiği ticari savaşla tartışmalı hale geliyordu. Bütün bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, gelişmekte olan ülkelerin para birimleri Rus parası rublenin öncülüğünde değer kaybetmeye başladı. Tabii bütün bu gelişmelerin Ankara zirvesinden sonra olması dikkat çekicidir. Ancak ABD’nin Çin’le girdiği ticari savaştan da bağımsız değildir.
Dış politikada ekonomiyi belirleyecek hayli önemli gelişmeler bu haftaya denk geldi. İran ve Rusya devlet başkanlarının Ankara’da olması zaten çok önemli bir gelişme. Bu temasların, nükleer santralin temelinin atılması dâhil olmak üzere, orta ve uzun vadede ekonomiye etkilerini göreceğiz.
Türkiye’nin Rusya ile nükleer enerji konusunda yaptığı iş birliği, yalnız enerji alanıyla ilgili stratejik bir adım değildir. Bu iş birliği, her alanda, iki ülke arasında ve bölgede kalıcı yeni bir yolun ilk ama en büyük, yapıcı adımlarından biridir. Akkuyu Nükleer Santrali, kendi üreteceği enerji gücünün yanı sıra, teknoloji başta olmak üzere, birçok alanda yeni iş birliklerinin kapısını açacaktır.
Öte yandan, Türk Akım başta olmak üzere, Rusya’dan Avrupa’ya ulaşacak enerji yolları ve Türkiye’nin Hazar kaynakları temelinde geliştirdiği Güney Gaz Koridoru (GGK), Rusya-İran ve Türkiye’nin bölgedeki iş birliklerini pekiştirecektir. GGK’ya Azerbaycan dışında İran gibi stratejik enerji üreticilerinin dâhil olması, önce bölgede, sonra da dünyadaki enerji dengelerini yeniden kuracaktır. Yerel paralarla ticaret ve enerji dışında da her alanda yapılan anlaşmalar, bölgede giderek büyüyen yeni bir refah