Gecikmeli de olsa, Türkiye’de seyircili spor müsabakalarının ertelenmesi yerinde bir karar.
Dünyayı titreten Korona virüsü yaşamın her alanını etkiliyor. Futbolu, basketbolu, voleybolu, hentbolu, daha doğrusu temaslı tüm spor branşlarını bundan ayrıştıramayız.
Perşembe günü Spor bakanı başkanlığında yapılan zirveden böyle bir sonuç çıkması kaçınılmazdı.
Beklenen oldu. Oldu da, toplantıya katılan federasyon başkanlarının, daha doğrusu federasyonların doğru dürüst hazırlığının bulunmaması dikkat çekiciydi.
Tamam ligler ertelendi. İlk aşama geçildi. Ya sonrası?
Soru çok, yanıt yok. Çünkü kimsenin hazırlığı yok!
Bakan Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun karşısında terlemeleri bu yüzden.
Sahnenin perdesi, lider ve takipçisinin randevusu için açılmıştı. Haftanın değil, sezonun en önemli maçlarından biriydi.
Tüm dünyada olduğu gibi Koronavirüs gölgesindeki liglerimizin akıbeti belirsizken, iki takım açısından da en azından kaybedilmemesi gereken bir mücadele olmalıydı.
Öyle de oldu.
Karşılaşmanın seyircisiz oynanması kuşkusuz Başakşehir için avantaj, itici gücünü yitiren Trabzonspor adına eksiklikti.
Koşullar ne olursa olsun bu seviyedeki ekipler arasındaki kapışmada heyecan, aksiyon bekliyor insanlar. Lakin şunu unutmalayım. Hafta içinde biri Avrupa cephesinde, diğeri ligde, erteleme maçları oynamıştı. Fiziksel ve zihinsel yorgunluk kaçınılmazdı, bu da sahaya yansıyacaktı.
Dolayısıyla tempolu imiş gibi görünse de, kontrollü, üretkenlikten uzak ve tatsız bir 45 dakika izledik. Tarafların etkili isimleri, ezberlerini bozan “çizgilere” çekildi. Sörloth ve Demba Ba’nın ilk yarıdaki etkisizliği, karşılıklı alınan önlemler yüzündendi.
Ah vah denecek düzeyde pozisyon olmasa da, yine
En nefret ettiğim sözcüktür “savaş.”
Acı, gözyaşı, felaket, hayal kırıklığı demektir.
Yüz yıllardır insanlığın başına dert olan en dehşet verici hesaplaşmadır bence.
Kazananı yoktur, kaybedeni çoktur.
Sadece sebep olanları mutlu eder. Para, prestij, korku salma veya güç gösterisidir amaç.
Diğerleri ise korkunç oyunun piyonları.
Savaş deyince sadece cephe gelmiyor aklıma. Yaşamın her alanında çıkıyor karşımıza.
Hafta sonu Gaziantepspor deplasmanında yitirilen puanlar, can sıkıcıydı Trabzonspor için. Dolayısıyla şampiyonluk iddiasını sürdürebilmek için Malatyaspor karşısında mutlaka kazanmak zorunda idi.
Önce şunu söyleyeyim; Hüseyin Çimşir’i tebrik ederim, Obi Mikel’den vazgeçtiği için. Kariyeri onun olsun, bu ekibe ne katıyor ona bakarım. Takımın el ferini gibiydi. Abdülkadir Parmak onun boşluğunu fazlasıyla doldururken, orta alandaki direnci ve hücuma katkısıyla nasıl bir fark yarattığını gördük. Mikel’in, Sturridge gibi gereksiz bir transfer olduğunu söyleyip durdum. Sezon sonu bu yükü de üzerinden atmalı yönetim.
Maça gelince; son haftalarda oyuna rölantide başlayıp, rakibi bekleyen bir Trabzonspor izliyorduk. Bu plan hem riskli hem keyifsizdi. Gücünü ve yapabileceklerini biliyorsan, bölüm bölüm değil, doksan dakika istikrarı korumak zorundasın. Yapamaz isen, ecel terleri dökersin.
Lakin bir sorun daha var. Skor kimseyi yanıltmasın. O da savunmada. Sürekli değişen stoperlerin uyumsuzluğu, akla gelmeyecek
Trabzonspor için bu hafta itibarıyla çok kritik bir süreç başlamıştı. Zor dört deplasman ve sahasında ligin zirvesini şekillendirecek Başakşehirspor karşılaşması vardı menüde.
Tökezlemek istemeyeceğiniz bir korku tüneli gibi. Ama ilk darbeyi aldı Karadeniz ekibi.
Son söyleyeceğimi baştan yazayım. Sörloth bu takımın yarısı. Akıllı teknik adamlar Norveçli’ye önlem alırsa, en etkili silahını kaybedersin.
Gaziantepspor teknik direktörü Sumudica, cezası nedeniyle tribünde olsa da, rakibi iyi analiz etmiş, öğrencileri dersine iyi çalışmıştı.
Şifre “Sörloth” olunca, doksan dakika başına iki adam dikersen sorunu çözersin. Einstein olmana gerek yok.
Peki, B planı var mıydı Trabzonspor’un? Hüseyin hoca bu konuda bir strateji geliştirmiş miydi?
Gördük ki hayır! Teknik direktör meziyeti bu tarz maçlarda ortaya çıkar. Hoca üzerine katacaksa, daha fazla kafa soracak saha içine!
Daniel Sturridge neden ayrıldı Trabzonspor’dan?
Yılda 3.5 milyon euro, ki bunun yarısını yatarak kazanırken, alacaklarından vazgeçerek apar-topar gitmesi normal mi?
Hiç düşündünüz mü, Trabzonspor’a gelmeden önce bonservisi elinde olan bu kadar “kariyerli” bir futbolcuya İngiltere Premier Lig’den niçin talip olmadığını?
Adam bedava. Ama Avrupa’nın en prestijli liginde kimse “gel bize” demiyordu!
Sonra ne hikmetse birileri “ekselanslarını” Trabzonspor’a öneriyor ve bin bir ricadan sonra Sturridge arzı endam ediyor.
Bordo-mavili kulüpteki günlerinin yarıdan fazlasını tesislerde “masaj” yaptırarak geçiren oyuncu, tüm kazanımlarını geride bırakarak ayrılıyor Trabzonspor’dan!
İlginç değil mi?
Kadroları görünce, ilk dikkatimi çeken teknik direktör Hüseyin Çimşir’in kaleci tercihi oldu. Evet, kupa maçlarında hep Erce vardı. Çok yetenekli olduğunu biliyor ve yarınlarda Trabzonspor’a büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Lakin yarı finalde, Fenerbahçe gibi bir rakip karşısında Uğurcan’ı yedek oturtmak, risk olabilir mi sorusu da geldi aklıma. Yediği golde suçu yok, her şeye rağmen hocasını utandırmadı Erce.
Bu tarz maçlarda turu geçmek adına en önemli faktör, kendi evinde gol yememek. Örnek Başakşehir. Avrupa liginde yoluna devam ediyorsa, Lizbon’da Visca’nın penaltı golünün ne kadar değerli olduğunu görebiliriz.
İlk yarıda her şey Fenerbahçe’nin istediği gibi gitti. Rakibin üzerine yüklenmeden, pas trafiğine hükmetmeyi tercih etti. Mantıklı idi. Dolayısıyla Trabzonspor’un hücum ezberini bozdu. Sörloth topla buluşamadı. Nwakaeme kaleyi göremedi. Ekuban sanki sahada yoktu. Solda Novak, sağda Kamil Ahmet ofansif özelliklerini kullanamadı. Bunlara Ndiaye’nin
Geçen hafta Beşiktaş karşısında puanı uzatma dakikalarında gelen golle kurtaran Trabzonspor, oyunun geneline baktığımız vakit iyi sinyaller vermemişti. Ama beraberlik, zorlu deplasman için kazanç görülmüştü.
Dün de Ç.Rizespor önünde oyuna çok kötü başladı bordo-mavililer.
Peki neden? Önce Rizespor’un hakkını verelim. Beraberlik amaçlamadıkları belliydi. Gücü oranında mücadele etti. Trabzonspor orta sahasının pas trafiğini kesip, hataya zorladılar. Sosa ilk yarıda en az üç top kaybetti. Obi Mikel deseniz, kendine yararı yoktu. Uzatma dakikalarında yaptırdığı penaltı ile yine takımını eksik bıraktı.
Biraz Ndiaye, biraz Guilherme gayretliydi. Hâl böyle olunca üçüncü bölgede ilk kaleyi bulan “dokunuş” ancak 34. dakikada gelebildi. O da yarım pozisyon.
Sonra ne oldu? Dört savunma oyuncusunun uzaklaştıramadığı topu 35. dakikada altı pas içinde gole çevirmek Melnjak’a düştü. Oradakilerin sanki nutku tutulmuştu, sadece baktılar. Sakatlık ve cezaların rolü olabilir ama, zorunlu