Bu sezon tribünlerde alışılmışın çok dışında manzaralar yaşanıyor. Yakın geçmişe dek biletleri karaborsada satılan derbi maçlarını bile, 25-30 bin kişi izliyor. Cebinde kombinesi olanın yarısı ortalıkta yok. Anadolu’da ise manzara tam bir felaket. Kulüplerin çoğu özel güvenlikçilerin parasını cebinden ödüyor. Elektrik ve su gibi olağan masraflar ekstra yük haline geliyor. Yayıncı kuruluşu ikna etseler, hepsi gündüz maçı isteyecek.
Peki ne oldu da bıçak gibi kesiliverdi, futboldaki taraftar sayısı? Tribün hasılatı ve naklen yayın dışında geliri bulunmayan kulüpleri tir-tir titreten bu tablonun tek gerekçesi e-bilet uygulaması mı?
İşin kolaycılığına kaçan ve sorumluluk üstlenmek istemeyenlere göre öyle! Sanki bugün e-bilet kalktı deseniz, on binlerce insan statlara koşacak.
İsterseniz bir deneme yapın. Sırf gerçeği görebilmek adına bir hafta eski sisteme dönün. Ödeyin 100 bin lira cezayı, stat gişelerinde, internette bilet satın. Bakın kaç kişi gelecek maçlara? Stat dolarsa, tribün hasılatı ile TFF’ye ödeyeceğiniz ceza kafa kafaya gelir, sizin de elinize yasayı bile değiştirtecek kadar önemli bir koz geçer.
Dolmazsa, koyun şapkanızı önünüze düşünmeye başlayın... Gerçek
İsmail Kartal ve Bilic’den sonra Ersun Yanal da, ligi düşünerek kafasındaki kadroya alternatif olabilecek oyuncularla çıktı kupa maçına. Ancak Trabzonspor’un bir farkı vardı ezeli rakiplerinden. Yanal’ın dün akşam sahaya sürdüğü takımdaki yeni transferlerin kulübe maliyetleri dudak uçuklatacak cinstendi. Yatabare, Waris, İshak, Fatih Atik, Serdar ve Ferhat’ın bonservis bedelleri ile kontratlarının sonuna kadar alacakları ücretin toplamı ne kadar biliyor musunuz? Tam 71 milyon Türk lirası! Bir başka değişle on tane Keçiörengücü takımı kurulurdu bu kadar paraya! Yönetimin transferde ne kadar hovarda ve cömert davrandığını anlamak açısından bu saptamayı yapmadan geçemedik doğrusu.
Maç mı? Birbirine bu kadar yabancı oyuncu topluluğundan ancak böyle bir skor çıkardı ortaya. Kimseyi suçlamaya gerek yok, futbolcular da haklı. Antrenmanda bile aynı takımda oynamamıştır çoğunluğu. Hâl böyle olunca Yanal’ın ikinci yarıdaki Mehmet Ekici, Özer ve Sefa hamleleri de Trabzonspor’un derdine derman olamadı. Pozisyon buldu ama maçı koparacak golde çok gecikti. Yanal’ı 4. resmi sınavında yenilgiden kurtaran isim Waris oldu. Dün gece Ersun Yanal’ın “hah işte bu” diyebileceği tek isim vardı. O
Trabzonspor’un ikisi lig, biri UEFA Avrupa ligi, son üç maçını kazanması, 10 gol atması ve bir haftada ligin en çok gol atan takımı unvanını alması elbette rastlantı olamaz. Peki ne oldu da bu kadar kısa sürede inanılmaz bir değişim yaşadı bordo-mavili ekip? İlk 9 hafta Cardozo’nun dublörü mü vardı sahada? Yusuf, Özer, Mehmet Ekici veya Sefa bu takımın oyuncuları değil miydi? Ya da rakipler mi çok dişliydi?.
Ortaya çıkan farkın basit bir açıklaması var. Önce futbolcunla sağlıklı bir iletişim kuracaksın. Sonra doğru oyuncu tercihleri yapıp, onları doğru yerde oynatacaksın. Ve kaybolmaya yüz tutan özgüvenlerini kazanmalarını sağlayacaksın. Ersun Yanal zor gibi görünen bu denklemi deneyimi ve öngörüleriyle kısa sürede çözmeyi başardı. Takımı istediklerinin henüz yarısını bile yapamamışken ortaya bambaşka bir Trabzonspor çıktı. Sürekli hücumu düşünen, kanatları etkili kullanmaya çalışan, Cardozo gibi bir silahı istediği toplarla buluşturan, orta alanı Mehmet Ekici ve Özer ile parselleyen, savunmada eskisinden çok daha dikkatli olmayı öğrenen bir Trabzonspor, tabii ki gözlerin pasını silecek.
Aslına bakarsanız Yanal şanslı adam vesselam! Sezon başı bu takıma gelse herhalde
Türkiye Futbol Federasyonu, sözlü ve fiili saldırılara karşı hakeme maçı tatil yetkisi verdi. Elbette bu kararın tartışılacak ve üzerine yorum yapılabilecek yönleri var.
Örneğin çok mu aceleye getirildi? Hakemlere yetkileri ve sınırları net bir şekilde anlatılabildi mi? Uygulamada sıkıntı yaşanabilir mi?
Aslına bakarsanız bu yetkinin kullanılması sezonda iki, bilemediniz üç maçta söz konusu. Önemli olan alt liglerde neler yaşanacağı.
Biliyorsunuz, o kategorilerde şiddetin boyutu soyunma odası koridorlarıyla sınırlı değil. Hakem her an risk altında. Zaten PFDK istatistikleri de vehameti işaret eden kararlarla dolu.
Gelelim ikinci bölüme. Şeffaflık ilkesi doğrultusunda, MHK başkanı salı günleri medyanın karşısına çıkarak o haftaki maçlarla ilgili değerlendirme yapacak.
Zekeriya Alp ekibiyle birlikte hakem hatalarını değerlendirdi, yaptırımlardan söz etti, merak edilenleri yanıtladı. Doğaldır, toplantının amacından uzak sorulara da muhatap oldu.
Ve beklendiği gibi Fenerbahçe kulübünden anında on-line karşılık buldu. Bugün Fenerbahçe, yarın Galatasaray veya bir başka kulüp... Alp benzer polemiklerle alışmak zorunda, çünkü işin fıtratında bu var!
Rakibin gruptaki en zayıf halka olduğunu düşündüğünden herhalde, Ersun Yanal maç içerisinde o kadar farklı şeyler denedi ki. Zaman zaman 3-5-2, bazen 4-4-2, Cardozo çıktıktan sonra tek forvete döndü. Lakin ilginçtir bordo-mavili ekibin hücumda en etkili olduğu bölüm beraberlik golünü yiyip, Medjani’nin atılmasından sonra idi.
Topu sürekli önde tutup rakibi hataya zorlama düşüncesi son 20 dakikada hayata geçti. Dolayısıyla bir eksik kalmasına karşın gruptan çıkmayı garantileyen skoru bu kez duran toplardan değil, kanat organizasyonlarından buldu.
Duran top demişken. Trabzonspor’un bu sezon en önemli silahlarından biri korner ve kaleye paralel ceza atışlarında savunmacılarına da devreye sokarak gol bulması. Dün akşam Kharkiv karşısında hücumda zorlandığı anlarda usta ayak Mehmet Ekici’nin kullandığı köşe atışında Belkalem’in doğru zamanda ve yerde yaptığı hamle de bu düşüncenin ürünü. Bir başka gerçek ise haftalardır Halilhodzic’in zihinlere kazıdığı sistemden futbolcuların kolay kolay kurtulamayacağı. Bakmayın Galatasaray maçı ve sonucuna. Özellikle kapalı savunmaları aşma konusunda sıkıntı yaşayan bir futbolcu topluluğunun, Yanal’ın oyun felsefesini benimsemesi kolay
Ligin henüz 9.haftası bitirken, teknik direktör değiştirmek zorunda kalan takımları her zaman zorlu bir süreç bekler. Trabzonspor büyük yatırımlara ve önemli hedeflere karşın kısa sürede tökezleyince “iki deliden” birine yol görünmüştü zaten. Tercihin teknik adamdan yana olması kaçınılmazdı.
Yeni antrenman sistemi, yeni oyun anlayışı ve yepyeni bir bakış açısına uyum sağlamak, sezon başı hazırlık dönemlerinden daha güçtür. Bedenler zorlanır, kafalar karışır, beklentiler değişir. Ama başrol oyuncusunun adı Ersun Yanal olunca ezber bozuluyor. Buna kaliteli oyunculardan oluşan kadroyu da ekleyince, beklentilerin ötesinde bir takım çıkıyor ortaya. Ayrım yapmak haksızlık olur. Lakin Bosingwa, Constant, Yusuf, Medjani, Cardozo, Özer, Mehmet Ekici gibi üst düzey futbolcuların dün akşamki maçın kazanılmasında fazlasıyla katkısı vardı.
Yanal’ın ilk maçının Galatasaray’a karşı olması, bence avantajdı. Çünkü topladığı puanlarla oynadığı futbol çelişen bir rakibi kendi sahasında bozmak, Yanal’ın oyun felsefesine göre sıradan bir rakibe oranla daha kolaydı.
Trabzonspor ilk 20 dakika sabırla oyunu kendi alanında kabul edip Galatasaray’ın üzerine gitmeye başladığında gördü ki, özellikle
Fenerbahçe kulübü başkanı Aziz Yıldırım’a katılıyorum. Spor alanlarında küfür, kötü tezahürat ve şiddetin önlenmesi, sadece federasyonlar ve kulüplerin elinde değil.
Devlet de üzerine düşen görevi yapmalı, çıkardığı yasa ve yönetmelikleri takır takır işletebilmeli.
Para cezası ise para cezası. Seyirden men ise öyle. Hapis ise hapis.
Elinde bu yetkilerin hepsi var. Arkasında da kapı gibi 6222 sayılı yasa.
Peki aynı Aziz Yıldırım, işaret ettiği Şiddet yasasının kendisine ve zaman zaman kendisi gibi çıkış yapan kulüp başkanı ile yöneticilerine uygulanmadığını biliyor mu?
Örneğin yasanın “Şiddete neden olabilecek açıklamalar” başlıklı 22. maddesi diyor ki; “Sporda şiddeti teşvik edecek şekilde basın ve yayın yoluyla açıklamada bulunan kişilere ellibin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.”
Bugüne kadar herhangi bir kulüp başkanı veya yöneticinin bu yasa hükmüne göre ceza aldığını duyan var mı? Yok...
Alışmışız canımlı cicimli, yemekli kokteylli imza törenlerine; çoğumuza garip geldi Ersun Yanal’ın ikinci Trabzon macerasının başlangıç anı...
Sadece 3 dakikaya sığdırılan protokol gösterisinde yüzler asık, sinirler gergindi.
İmzalar atıldı, taraflar tokalaştı, gazetecilerin soru sormasına izin verilmeden, “Oldu bitti maşallah” misali toplantı sona erdirildi.
Yanal cuma (dün) medyanın karşısına çıkacak dendi, o da haftaya ertelendi.
Peki, neydi başkan İbrahim Hacıosmanoğlu ile Ersun Yanal’ı böylesi tedirgin eden, suskun kalmaya iten şey?
Aslında herkesin az çok tahmin ettiği birkaç gerekçesi vardı.
Fenerbahçe’yi şampiyon yapmış bir teknik adamın ayrılış şekli ne olursa olsun omzuna taktığı apolet, Yanal’ın her daim o başarıyla anılması demektir. Bu, bazı fanatik grup ve yöneticileri rahatsız edebilirdi.