Başlığa bakıp Trabzonspor’un altı şampiyonluk ile süslenmiş dördüncü büyük unvanını görmezden geldiğimizi düşünmesin kimse.
Medyadan söz ediyoruz. Bordo- mavili takımın gazetelerde, televizyonlarda, radyoda ve sosyal ortamda nasıl daha çok söz edilir bir takım olabileceğinden... Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi niçin kollanmadığından...
Son yıllarda iki şekilde gündeme geliyor Trabzonspor...
Ya skandallar ve adına yakışmayan olaylar. Ya da elde ettiği başarılar ile..
Yakın geçmişte her ulusal gazetenin bir bürosu, en az bir muhabiri, bir yazarı olurdu Trabzonspor’u takip eden... Bugün bir elin parmağını geçmez sayıları!
Neden?.. Medyanın içine düştüğü ekonomik kriz, küçülme politikaları veya nitelikli eleman yetersizliğinden mi?
Asla. Trabzonspor’un bu gerekçelerle dışlandığını iddia etmek saflık olur.
Trabzonspor takım olarak uzun süredir izlemediğimiz bir tempo, disiplin ve hırsla oynadı
İstatistikleri alt-üst eden, ezberleri bozan bir maç oynandı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda. Oysa ilk 20 dakika sinir bozucu şekilde top çeviren ve oyuna ağırlığını koyan bir Beşiktaş vardı sahada. Geçen haftanın Oğuzhan’lı, Cenk’li, Olcay’lı beş yıldızlı takımından aynı performansı bekleyenler, Trabzonspor’un direncini ve alacağı önlemleri düşünmemişti kuşkusuz. Şota, öğrencilerine bu üçlünün pas alış verişini kesme talimatı vermiş, rakibe boş alan bırakmayarak hücum etkinliğini dizginlemeyi düşünmüştü. Nitekim Şota’nın verdiği talimatlar doğrultusunda son derece disiplinli ve sakin oynadı, karşılığını da fazlasıyla aldı Trabzonspor.
Maçın kırılma anı 49. dakika idi. İkinci yarıya da aynı iştahla başlayan Beşiktaş, Gökhan’ın bomboş pozisyonda topu sol ayağına çekip daha düzgün bir vuruş yapma çabası, Onur’un da müdahalesi ile mutlak bir golü engelledi. Erken bir vuruş Trabzonspor’un gardını düşürebilirdi, olmadı.
Bordo-mavili ekip ilk yarıdaki gibi hızlı ataklarla Beşiktaş kalesinde tehlike yaratmak istedi. Bu takımın lideri olacağını her maçta üstüne koyarak gösteren M’Bia çıktı
Lafı dolandırmayalım. Doping ahlaksızlıktır, emek hırsızlığıdır. Doping yapan ülkesine ve diğer sporculara ihanet edendir.
Son bir aydır Olimpiyat, Dünya ve Avrupa Şampiyonu atletlerimizin Türkiye’ye yaşattığı utancın bedeli, maddi-manevi mutlaka ödetilmelidir. Sporcuyu dopinge teşvik eden yönetmelik derhal değiştirilmeli, ödüller sembolik hale getirilmelidir.
Alın teri dökerek, hak ederek madalya kazanan sporcu kardeşlerimiz kızmasın. Eğer bugün ödül-doping çıkmazını konuşuyorsak, kurunun yanında yaşın da yanması yıllardır sürdürülen spor politikalarının ürünüdür ve asıl sorgulanması gereken çağdışı kalmış sistemdir.
Soruyoruz; Dünyanın hangi ülkesinde bu kadar abartılı, ölçüsüz ve görgüsüz bir ödüllendirme yöntemi var?
Hatırlayın, A Milli Basketbol Takımı 2010 yılında dünya ikincisi oldu. Gurur duyduk, ağladık, ayakta alkışladık.
Ya sonra ne yaptık?
Analarının ak sütü gibi helal olsun, yönetmelik gereği kişi başı 400’er Cumhuriyet altını verdik.
Maçı yorumlamadan önce bazı tespitler yapmamız gerek. Bir; tribünde maçı izleyenler şıpır şıpır terlerken, 30 derece sıcak ve yüzde 90 nem altında mücadele etmek gerçekten zor iş. Eleştiri yapılacaksa, bu koşullarda futbol oynamaya çalışanlara en azından dün akşam için azıcık insaf.
İki; Sahada geçen yılki kadrosundan 7 önemli oyuncusunu yitirmiş bir Bursaspor takımı vardı. Bu kadar yeni oyuncudan iyi bir ekip yaratmak kolay değil, tanrı bu sezon Ertuğrul Sağlam’ın yardımcısı olsun.
Üç; Rakibin bu dezavantajına karşın Trabzonspor ciddi takviyeler yapmış, kağıt üzerinde daha kaliteli görünen bir oyuncu topluğu yaratmıştı. En azından birbirini tanıyan futbolcu sayısı çoktu.
Böyle bir ortamda zor da olsa kazanmayı bilen Trabzonspor adına artı görünenlerden başlayalım. Geçen sezonun transfer hataları belli ki ders olmuş. M’Bia, Cavanda, N’Doye ve Okay beklenen katkıyı sağlayacak yetenekte oyuncular. Özellikle M’Bia uzun süredir eksikliği duyulan tarzda bir savaşçı. Şota Arveladze, kimden nerede ve ne zaman yararlanacağına karar verdiğinde, takımın iskeleti de şekillenmiş olacak. Ancak tempolu, hücumda etkili, savunmada daha dikkatli bir ekip yaratmak zaman alacak. Mehmet
M’Bia, Cavanda, N’Doye derken, geçen hafta insanın yüreğini cız ettiren ve bir transfer hikayesi yaşandı Trabzonspor’da.
Skandalın mimarları, Christophe Samba’yı Londra’dan özel uçakla kente getirirken, maliyeti bile belliydi aslında. Kongolu futbolcu ile 10 bin metre yüksekte öz çekim yapıp bunları sosyal medyada paylaşan kulüp menajeri ise, zafer kazanmış komutan edasında!..
Ya sonra? Sonrası, sadece Trabzonspor değil, Türk futbolu adına utanç vericiydi.
Önce 1.95’lik Samba’nın medyaya yansıyan fotoğrafları alay konusu edilmeye çalışıldı. Kimi boksör dedi, kimi başkanın yeni koruması yakıştırması yaptı. Tanımadığı, dilini bilmediği bir ülkede adeta aşağılandı genç oyuncu. Ardından göstermelik bir sağlık kontrolü bahane edilip, geri gönderildi!
Soru şu; Samba’nın transferine onay veren, aracılık eden, onu binlerce kilometre uzaktan apar topar Trabzon’a getiren, Kamu Aydınlatma Platformu’na açıklama yapanlar kim?
Başkanın, sportif direktörün ve teknik heyetin haberi olmadan böyle bir operasyon gerçekleşemeyeceğine göre, adı “suç” olan bu eylemin ortakları, yaptıklarından sıkılıp utanmışlar mıdır acaba?
“Trabzonspor beni alsın, özel uçağın ücretini cebimden öderim,
Merkez Hakem Kurulu Başkanı Kuddusi Müftüoğlu geçen hafta camiada ilgi çeken ve pozitif karşılık bulan açıklamalar yapmıştı.
Fikri takip açısından baktığımızda, Müftüoğlu’nun radikal değişim içeren projelerinin çok kısa bir süre sonra talimatlara yansımış olması TFF nezdindeki kredisinin yüksekliğini anlamak açısından önemliydi.
Ne demişti MHK Başkanı? “Süper Lig kadrosunda hakemlik yaşının alt sınırını 22’ye çekecek, üst sınırı 45’ten 47’ye yükselteceğiz.”
Ve sıralamıştı; “Klasmanları artık tıpkı UEFA’da olduğu gibi yılda iki kez, Ocak ve Temmuz aylarında belirleyeceğiz.”
“Profesyonel hakem sayısını kademeli olarak artıracak, üç yeni isimle daha sözleşme imzalayacağız.”
“Bu takımın yeni teknik direktörü olarak mevcut kadroda bulunan, ancak geçmişte yeterince şans verilmeyen deneyimli hakemleri yeni transfer olarak değerlendireceğiz.”
Bir de gizli gündemi vardı Müftüoğlu ve ekibinin. Geçen sezon sonu yaşanan hataların ardından gözden çıkarıldığı ileri sürülen bazı hakemleri sahiplenmek ve onları ekipte tutabilmek.
15 gün içinde gelinen noktada, Müftüoğlu’nun verdiği sözlerin arkasında durduğunu ve çözümsüz gibi sunulan sorunlara formül üretebildiğini görebiliyoruz
İlk maçtan sonra Rabotnicki teknik direktör Tomislav Franc basın toplantısında, “Avrupa kupaları tarihimizdeki en önemli galibiyeti aldık. Biz 5, rakibimiz 110 milyon euroluk bir takım. Daha farklı kazanabilirdik, heyecan ve telaştan yapamadık” demişti. Dün gece çok daha fazlasını yaptı takımı, helal olsun.
Aslında mesaj anlayabilene netti; pahalı takım olmak iyi takım olmak değildi. Gerçekten de Makedon temsilcisi o gece girdiği iki net pozisyondan birini daha skora yansıtabilse, oyun disiplininden taviz vermeyen bir rakip karşısında gol yollarında zorlanan Trabzonspor’un işi daha ilk maçta bitebilirdi. Aradan bir hafta geçti. Şota’nın Trabzonspor’u ideale yakın ve daha “değerli” bir kadroyla çıktı rövanşa. Bir tek Mehmet Ekici yoktu. Üsküp krizinin kahramanı Onur, yeni transferler Mbia, Cavanda ve Okay ilk onbirde idi. Lakin bir defa daha görüldü ki, takım gibi oynayamadığınız vakit, bireysel olarak ne kadar üstün olursanız olun, nafile. İnanç, hırs, mücadele size böyle boyun eğdirir.
Rabotnicki agresif ve ofansif anlayışını son dakikaya kadar sürdürdü. Uzatma bölümü de dahil son bir saati 10 kişi tamamlamasına karşın sürpriz gol arayışından hiç vazgeçmedi. Hele normal
Saat başı çan, beş vakit ezan sesi işitebileceğiniz, dört yanından tarih fışkıran bir kent Üsküp. Trabzonspor’un Raboknicka ile oynadığı Avrupa Ligi ön eleme maçı için geldiğimiz Makedonya’nın başkentinde, kavurucu sıcağa karşın iki gün boyunca gezme ve gözlem yapma şansı bulduk.
Eski çarşıda, kapısında bordo-mavili bayrağın asılı olduğu küçük dükkandan içeri girdiğimizde “Hoş geldiniz” diye karşılanmak hoş bir sürpriz oldu bize. Bir yandan alış-veriş, bir yandan da adının “Faik” olduğunu öğrendiğimiz ev sahibimiz ile sohbet imkanı bulduk.
Merak ettik, anlattı. Düzgün Türkçesini 1981’de, 1.5 yıllık eğitiminin ardından ayrılmak zorunda kaldığı Ankara’daki Kara Harp Okulu’nda öğrenmiş. Aslen Arnavut imiş. Balkanlar’da savaş patlayınca Kosova Kurtuluş Ordusu saflarına katılmış ve yıllarca cephede savaşmış. O günleri anlatırken yumruğunu sıkan Faik, bugün sağlanan huzur ortamına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin katkısının büyük olduğunu söylediğinde, gözümüzün önüne son 15 gündür ülkemizde yaşanan olaylar geldi ister istemez. Patlayan bombalar, katledilen masum insanlar ve yaşamlarını yitiren güvenlik güçlerimiz...
Aklımızı okuyamadığı için devam etti Arnavut dostumuz;