Merkez Hakem Kurulu Başkanı Kuddusi Müftüoğlu geçen hafta camiada ilgi çeken ve pozitif karşılık bulan açıklamalar yapmıştı.
Fikri takip açısından baktığımızda, Müftüoğlu’nun radikal değişim içeren projelerinin çok kısa bir süre sonra talimatlara yansımış olması TFF nezdindeki kredisinin yüksekliğini anlamak açısından önemliydi.
Ne demişti MHK Başkanı? “Süper Lig kadrosunda hakemlik yaşının alt sınırını 22’ye çekecek, üst sınırı 45’ten 47’ye yükselteceğiz.”
Ve sıralamıştı; “Klasmanları artık tıpkı UEFA’da olduğu gibi yılda iki kez, Ocak ve Temmuz aylarında belirleyeceğiz.”
“Profesyonel hakem sayısını kademeli olarak artıracak, üç yeni isimle daha sözleşme imzalayacağız.”
“Bu takımın yeni teknik direktörü olarak mevcut kadroda bulunan, ancak geçmişte yeterince şans verilmeyen deneyimli hakemleri yeni transfer olarak değerlendireceğiz.”
Bir de gizli gündemi vardı Müftüoğlu ve ekibinin. Geçen sezon sonu yaşanan hataların ardından gözden çıkarıldığı ileri sürülen bazı hakemleri sahiplenmek ve onları ekipte tutabilmek.
15 gün içinde gelinen noktada, Müftüoğlu’nun verdiği sözlerin arkasında durduğunu ve çözümsüz gibi sunulan sorunlara formül üretebildiğini görebiliyoruz.
Hepsinden değerlisi, hakemliğin artık bir meslek olarak algılanması ve kabul edilmesinin Müftüoğlu MHK’sine denk gelmesi de güzel bir başlangıç.
Peki, tüm bunlar kime ne yarar sağlar ve ne anlama gelir?
Öncelikle, Merkez Hakem Kurulu’nun iddia edilenin aksine ayaklarının yere sağlam bastığını, kısa ve orta vadeli hedeflerinin yönetim bazında kabul görüp desteklendiğini anlayabiliyoruz.
İki, Müftüoğlu ve arkadaşları, göreve camiaya güven vererek başlamıştır diyebiliyoruz. Üç, kritik dönemlerde hareket yeteneği ve pratik karar verebilme yetisi yüksek bir kurulun, kulüplerden de saygı göreceğini düşünebiliyoruz.
İşte bu aşamadan sonra işin icraat yanı önem kazanıyor.
Duruş etki edecek
Kimseyi veya herhangi bir kurulu hedef almıyoruz. Adalet duygusu zedelenmiş, ödül-ceza sistemi laçkalaşmış, biz değil, ben demeyi tercih etmiş kurulların inandırıcılığı ne kadar tartışma konusu olursa, MHK’nin sergileyeceği duruşun hakemlerin performansına doğrudan etki edeceği de o kadar açıktır.
Dolayısıyla kimse kendi ayağına kurşun sıkmayacağına göre, ki o dönemler epey geride kaldı, burada en büyük sorumluluk yine hakemlere düşecektir.
Hata yapılmayacak mı? Tabii yapılacak. Eleştiri olmayacak mı? Elbette olacak. Camia içi ve dışından düzeni bozmaya çalışacak birileri çıkmayacak mı? Çıkacak. Dolayısıyla işinizi ne kadar doğru yapmaya çalışırsanız çalışın, illaki canınız sıkılacak!
Federasyonun yönetimleri de dahil en kritik, en göz önünde olan, en çok yıpratılan ve en ağır saldırılara maruz kalan kurul MHK’dir. Geçmişte de böyleydi, yarın da öyle olacak. Hani, “Gülü seven dikenine katlanır” derler ya... Müftüoğlu’nun durumu da aynen öyle.
Dozeri kim kullanıyordu?
Onur Kıvrak krizinin kahramanlarından biri olan Süleyman Hurma’nın geçen hafta söylediği cümle Trabzonspor’un bugün içine düştüğü durumu anlamak açısından önemliydi.
Sportif Direktör, Rabotnicki yenilgisinden sonra, “Bu kulübün üzerinden dozer geçmiş” diyerek özetlemişti her şeyi. Ve eklemişti, “Kulübün prestijinin yerle bir olduğunu görüyorum.”
Dozerin geçtiği yer ne olur? Yerle bir. Ne zaman geçmiş bu dozer Trabzonspor kulübünün üzerinden?
Ekmek yediği kapıya ihanet etmeyeceği düşünülürse, Hurma’nın hedefinde İbrahim Hacıosmanoğlu değil, önceki başkan ve yönetimler vardı kuşkusuz.
Trabzonspor’a ilk geldiği dönem ile bugünü karşılaştıran Hurma, her ne kadar başkanını “kapsama alanı” dışında tutmaya gayret etse de, o dozerin son 2.5 yıldır aynı yerlerde manevra yaptığı ortada. Değişen, koltuktaki operatör sadece.
Sportif Direktörün dediği gibi kulüp beşe bölünmüş, kimin patron, kimin işçi olduğu karışmışsa eğer, Hacıosmanoğlu yönetiminin hiç mi suçu yok bunda diye düşünmeden geçemiyor insan!
Örneğin Onur Kıvrak kendini başkandan, teknik direktör ve genel menajerden üstün görür hale geldiyse, bunu çekinmeden takım içindeki bazı arkadaşlarıyla paylaşıp, işi rest çekecek noktaya getirdiyse, bu tavizleri kim verdi dersiniz? Sadri Şener mi? Ya da geliyorum diyen krizi dikkate almayan kimdi? Ersun Yanal mı?
Hurma doğru söylüyor. Dozer tespiti, sağından solundan sündürülmeyecek kadar acı bir gerçek. Trabzonspor’un bugün yaşadığı sıkıntılarda geçmiş yönetimler kadar Hacıosmanoğlu da katkısı olduğu gibi hâkeza.
Kimse kulüp için babasının parasını harcamıyor. Temlik konan gelirler, on milyonlarca liralık banka kredileri, ötelenen borçlar... Bunların hepsi Trabzonspor’un hesabına yazılıyor.
Bu kara tablonun üzerine sportif başarısızlık da eklenince, bordo-mavili taraftar haklı olarak çılgına dönüyor.
Merak etmeyin. Daha büyüğü geldiği vakit Rabotnicki faciası hemen unutulur. Lakin kulübün yerle bir edilen prestijine katkı sağlayan ve kendini sütten çıkmış ak kaşık sananlar asla!