Lafı dolandırmayalım. Doping ahlaksızlıktır, emek hırsızlığıdır. Doping yapan ülkesine ve diğer sporculara ihanet edendir.
Son bir aydır Olimpiyat, Dünya ve Avrupa Şampiyonu atletlerimizin Türkiye’ye yaşattığı utancın bedeli, maddi-manevi mutlaka ödetilmelidir. Sporcuyu dopinge teşvik eden yönetmelik derhal değiştirilmeli, ödüller sembolik hale getirilmelidir.
Alın teri dökerek, hak ederek madalya kazanan sporcu kardeşlerimiz kızmasın. Eğer bugün ödül-doping çıkmazını konuşuyorsak, kurunun yanında yaşın da yanması yıllardır sürdürülen spor politikalarının ürünüdür ve asıl sorgulanması gereken çağdışı kalmış sistemdir.
Soruyoruz; Dünyanın hangi ülkesinde bu kadar abartılı, ölçüsüz ve görgüsüz bir ödüllendirme yöntemi var?
Hatırlayın, A Milli Basketbol Takımı 2010 yılında dünya ikincisi oldu. Gurur duyduk, ağladık, ayakta alkışladık.
Ya sonra ne yaptık?
Analarının ak sütü gibi helal olsun, yönetmelik gereği kişi başı 400’er Cumhuriyet altını verdik.
Ardından bir işadamı çıktı, hem kendi reklamını yaptı, hem de İstanbul’da birer ev hediye etti.
Yetmedi, dönemin Başbakan’ı 12 dev adamı tam 28 milyon liralık çek ile ödüllendirdi!
O turnuvanın şampiyonu, finalde yenildiğimiz ABD milli takımının aldığı ödül neydi, biliyor musunuz? 25’er bin dolar!
Benzerini 2012 Olimpiyat Şampiyonu Aslı Çakır Alptekin’e de yaptık. Evler, arabalar, altınlar, paralar... Aslı dopingli çıkınca da, başladık dizimizi dövmeye.
Yıllarını dopingle mücadeleye adamış Prof. Dr. Rüştü Güner’in tespiti önemli: “İstikrar ve sürekliliğin ödüllendirilmesinden yanayım. 2013 Akdeniz Oyunları’nda elde edilen şampiyonluğun ödülü 350 bin lira civarındaydı. Dopingli çıkan bazı sporcular ‘Bu para benim hayatımı kurtaracak. Doping yapmasaydım da ne yapsaydım’ demişti.”
Basit bir öneri. Ödülü taksitle verin. Vermeden önce “doping” şerhi koyun. Ev, araba her neyse, bir sonraki şampiyonaya dek temlikli olsun. Nihayetinde çözümü o yönetmeliği hazırlayanlar bulsun.
Efsane bisikletçi Lance Armstrong bir televizyon programında doping yaptığını itiraf edince, ömür boyu men cezası almıştı. Aradaki fark, bizimkiler ceza yiyinceye dek inkar ediyor, elin oğlu mezara götüremeyeceği sırrının ağırlığında eziliyor. Hem de tüm kariyerini sıfırlayıp, unvanlarını ve ödüllerini iade etmek uğruna...
Velhasıl doping pis iş. Bu pisliğe bulaşanlara ibretlik cezalar vermediğiniz sürece, önce çılgınlar gibi sevinir, sonra önlerine döktüğümüz serveti geri alabilmek için bir “talimat” bir “işaret” bekleriz!
Aynı hoşgörüyü ligde de gösterelim
Atromitos maçında İtalyan hakemin Fenerbahçe lehine verdiği tartışılan kararları vardı.
Caner’in henüz 40. dakikada kırmızı kartla oyun dışı kalması maçtaki dengeleri değiştirebilir, Van Persie’nin son dakika attığı gol öncesi çalınacak bir faul düdüğü, rövanş için sıkıntılı bir skor yaratabilirdi. Daniele Orsato böyle takdir etti. İtalyan hakemin art niyetli olduğu, Atrotitos’u devre dışı bırakmak istediği, ya da Fenerbahçe’ye kıyak geçtiği söylenebilir mi? Asla... Performansını değerlendirmek UEFA Hakem Komitesi’nin görevi...
Bu noktadan hareketle kendi ligimize dönelim. Sezon boyunca Orsato’nun yaptığı hataların benzerlerini onlarca kez bizim hakemlerimiz de yapacak. A takımı aleyhine, B takımı lehine. Veya tam tersi.
Bugün İtalyan hakemin yönetim tarzını “Yıllarca bizim canımız yandı. Onlara sayılsın” diye değerlendirmek doğal karşılanıyorsa, aynı hoşgörü ve toleransı kendi ligimizde de göstermek durumundayız.
Şunu unutmayalım; hakemlerimizin Avrupalı meslektaşlarından eksiği yok, fazlası var. Yeter ki onları baskı altında tutmaya, yıpratmaya ve başarısızlığa kılıf olarak kullanmaya çalışmayalım, hakemi rahat bırakalım.
Savcının şike yorumu
Geçen sezon Galatasaray’ın Telekom Arena’da Gençlerbirliği’ni yendiği maçı anımsayın. Sneijder’in attığı golde kaleci Ferhat’ın topa yaptığı müdahale çok konuşulmuş, şike iddiaları gündeme gelmişti.
Ardından iki vatandaş İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş soruşturma açılmasını istemişti. Başsavcılık salı günü kararını açıkladı: “Görüntülerle şike tespiti mümkün değil. Bir kişinin şike yapıldığına dair kanaati, cezai kavuşturmaya yeterli delil olmaz. Başka bilgi, belge ve delil varsa getirin.”
Tersi bir karar, farklı sonuçlar doğurabilirdi. Neden mi? Elinizde İtalya’daki gibi bir itiraf ve kanıt yoksa, şikeyi yorumlamak savcıların, hakimlerin, mahkemelerin işi değil.
Aksini kimse savunamaz. Sporun ve futbolun ruhunu öldüren şike illetine göz yuman her kimse, o büyük günahın suç ortağıdır. Bu ülkede ahlak dışı emek hırsızlığı eylemleri ilk kez konuşulmuyor! Şikeyi tespit etmek ve faillerini cezalandırmak kanaatle olmuyor.
Söz konusu tartışmalar özellikle sezon sonları gündeme geldiğine göre, kritik maçları daha dikkatli takip etmek, hakem ve gözlemcileri daha titiz ve duyarlı davranmaları konusunda uyarmak, gerekirse Etik Kurulu’nu harekete geçirmek, futbolu yönetenlerin asli sorumluluğu olmalı. Türk futbolu 2011 travması henüz atlatamadı. Hâl böyleyken, şike’nin Ş’sine dahi asla ve asla taviz verilmemeli.