Yine bir kriz, yine toplu dolandırılma, piyasalar darmaduman, yatırımcılar feryat figan ! Kripto para platformu Thodex'in kurucusu Faruk Fatih Özer’in, yaklaşık 400bin kişiyi mağdur ederek 2 milyar dolarla yurt dışına kaçmasıyla beraber ortaya çıkan 'kripto para skandalı' haftaya damgasını vurdu. Daha Çiftlikbank vurgununun yankıları sürerken, milli dolandırıcı Tosuncuk hala firardayken üstüne Thodex skandalı, bu konuda iki kelam etmeye mecbur bıraktı. Öncelikle bu kripto salgınının hızla büyüyüp virüs gibi genç-yaşlı, cahil- akıllı demeden binlerce bünyeye yerleşeceği belliydi. Plazadaki beyaz yakalı da evde temizliğe giden bayan da her kesimden insan bu işe girdi. Üzülerek söylüyorum ki bu kripto para hadisesi, teknoloji çağının saadet zinciri. Kayıtsız para, kontrolsüz dolaşım ve hızlı kazanım. Eskiler ne der; ‘Bir şeyi bilmiyorsan, üstünde çalışmadıysan ya da eğitimini almadıysan o işten uzak durmalısın’. Devamı da şöyle olmalıydı; ‘Yoksa batarsın !’ Kısa yoldan köşeyi dönmek, kolay para kazanabilmek
Ne çok giderdim Anıtkabir’e. Anneannemler Ankara’da oturduğu için sık sık giderdik onlara. Her gidişimizde de dedem kardeşimle benim ellerimizden tutup illa götürürdü Atamıza. Yaptığı kahramanlıkları, katıldığı savaşları, hasta bir milleti nasıl iyileştirip ayağa kaldırdığını uzun uzun anlatırdı bize. Hakimdi dedem ve çok okurdu. Bir gazeteyi iki saatte satır satır okurdu mesela. Onun tabiri ile mecmua, dergi, kitap, ansiklopedi hepsini bilir hepsini okumakla kalmaz, hatmederdi. O yüzden de her seferinde başka bir hikayesini anlatırdı bize Atatürk’ün, cesaretini, zekasını, bilgisini. Hayran hayran dinlerdik biz de onu, heyecandan bitmezdi o Anıtkabir yolu. Aslanlı yoldan yürürken aynı duyguyu hissederdim her seferinde; Saygı ve huşû !
Atatürk’ün kadınlara çok saygı duyduğunu anlatırdı dedem. Kızların mutlaka okumaları gerektiğini, yüksel tahsil yapıp meslek sahibi olmaları gerektiğini söylerdi. İlim ve eğitim, süngülerden toplardan daha tesirliymiş, devletin de kadın ve erkeğin çalışmasıyla ilerleyeceğini belirtmiş Atatürk, kadınlara
Gelmiş geçmiş en eski en bilinen üçlü’nün, Recep-Şaban-Ramazan üçlüsünün en popüleri, en sultanı Ramazan geldi, hoş geldi. Kendinden önce rüzgarı geldi esti önce tabi; Ramazan kolileri, erzak poşetleri, iftariyelikler market reyonlarında yerini aldı. İmsakiyeler dağıtılmaya başlandı, ramazanın alamet-i ferikası Nihat Hatipoğlu’na sorulacak sorular hazırlandı. Mesela bir tanesini ben cevaplayayım çünkü birisi bunu illa soracak, her sene olduğu gibi; Sakız çiğnemek orucu bozar mı ?
Bu sorunun sorulmadığı ramazan hatırlamıyorum ben. Eskiden okulda hocaya sorardık şimdi Google’a ya da Hatipoğlu’na. Sanki bu sorunu çözünce örnek bir mümin olarak cennete gideceği garanti ! Sakızın şekerli- şekersiz olmasına göre durum değişiyormuş, tat almamak gerekiyormuş ama dinen tavsiye edilmiyormuş. Bir sorudan kurtardım sizi Nihat hocam, ne teşekkürü rica ederim :)
Yaşam, insanın kendine yolculuğudur ve ramazan bu yolcuğun en kutsal durağıdır. Evet durur insan bir, dünya nimetlerine, yemeye içmeye, eğlenip gülmeye ara
Gün geçmiyor ki yeni bir uygulama girmesin hayatımıza, esir etmesin bizi, ekrana kilitlemesin. Son dönemin en popüler sosyal medya araçlarından biri oldu Tiktok. Küçük-büyük, genç-yaşlı her kesimden insanın bağrına bastığı Tiktok, genellikle çeşitli hareketlerle playbacklerle renklendirilmiş danslardan, karşılıklı meydan okumalardan, şarkılardan, eğlenceli videolardan oluşan bir uygulama. Neden bu kadar popüler oldu sorusunun cevabı ise ‘Kısa sürelik şöhret olma güdüsünün tatmini’.
Malum insanların kendilerini en kolay ifade ettikleri, en rahat hissettikleri ve de özgürleştikleri yer sosyal medya oldu. 15 saniyelik videolarla kolay, sıradışı ve emeksiz üne kavuşma hayallerinin beslendiği yer de Tiktok. Akranlardan farklı görünmek, saygın hissetmek, diğerlerine karşı üstün görünmek. Basit bir Tik-Tok videosuyla bu üne kavuşma ihtimali mümkün görülüyor. Televizyona, artist ve sanatçılara ilgi ve merak, ‘görünür olma’ arzusu, beğenilme ve takdir edilme duygusu, Ti
Evlere kapanalı bir yılı geçmiş bile. Sinemaya, tiyatroya, lokantaya, tatile, eğlenmeye gidemeyeli bir yıldan fazla olmuş. Buluşarak kah ağladığımız, efkar dağıttığımız, kah gülmekten katıldığımız dostlarımızı, uzun yemek masalarında pazar kahvaltıları yaptığımız ailemizi, sevdiklerimizi rahat rahat görmeyi, sarılıp öpüşmeyi ne çok özledik. Sosyalleştiğimiz her alan, kağıttan kule gibi yıkılırken başımıza, gamsız gülüşlerimiz, düşlerimiz yetim kaldı nicedir. Tek sosyalleşme aracımız telefon kaldı elimizde. Alo’larca hasret taşıyor hatlar, aradığımız numaraya ulaşılıyor hep.
Yeni yeni programlarla görüntülü konuşmalar, grup görüşmeleri, houseparty sohbetleri, az biraz sosyalleşmek isteyenlerin can simidi. En çok duyduğum ses ‘alo’ bu aralar, evde, işte, sokakta, markette…
Peki biliyor muydunuz ki günde kimbilir kaç kez kullandığımız "Alo" sözcüğü, gerçekte bir sevgilinin kısaltılmış adı. Evet doğru ve o sevgilinin tam adı Allessandra Lolita Oswaldo. Allesendro, telefonun mucidi Graham Bell'in sevgilisi. Graham Bell, telefonu icat
Geçen haftanın ağır ve yoğun gündeminden sonra bu hafta hayli gıybetlik konularla dolu. İlki bir hayli asil bir hayli elit bir gıybet. Tahmin ettiğiniz gibi, konumuz kraliyet!
İngiltere kraliçesi Elizabeth’in oğlu Charles ile Diana’dan olan en küçük torunu Prens Harry ve eşi Meghan Markle, bilindiği üzere geçen sene kraliyetten ve oradaki görevlerinden ayrılarak Amerika’ya yerleşmişlerdi. Bu sansasyonel gelişme sadece İngilizler için değil dünya için büyük sürpriz olmuştu. Tamam biz alışığız Osmanlı’dan Hürrem tarzı kadın entrikalarına da bunun canlısına şahit olmak başka şey. Ya biz adamları alışverişe çıkartamıyoruz, sen gel koskoca prensi kraliyetten çıkar. Üstüne bir de taşı İngiltere’den götür Amerika’ya. Nedir bunun sırrı Meghan ya, söyle Allahaşkına?”
Canım zaten gelin-kaynana aynı evde zor olurdu, Harry o açıdan haklı. Hem taht sırası da gelmeyecek, o zaman kraliyet kurallarına göre yaşayıp kapana kısılmaktansa sevdiğin ile özgürce yaşamak. Asıl budur bence kral hareket.
Tam da haftasında size biraz O’ ndan bahsetmek istiyorum…
Sırtına dünyalar yüklenen, ayaklarının altına cennet serilen, sevgi nedir en iyi bilen
O kadından; Annenden, kardeşinden, eşinden, yârinden…
Hani o kadın var ya; Yapışır gururuna sımsıkı, feda eder geri kalanı. Acıları aşsa da boyunu, sesini çıkarmaz, zerafetini bozmaz. Mahvolmuş olsa da hayatı, pişmanlık cümleleri dönüp durmaz dilinde. Sustuğunda bile çok şey anlatabilir gözleriyle. Ve susmuş bir kadının sessizliği, sağır edici olabilir çoğu kere…
O kadın var ya; Hep bir şeyler olur ona. Bir imzayla yıllardır sahip olduğu soyadı değişir mesela. Bir gecede ‘kız’ iken ‘kadın’, kocası gidince ‘dul’ oluverir. Küfürde cinsel objedir o , kırsalda çocuk gelin. Uğruna ölünendir de, her gece dövülen de…
Bir şey diyeyim mi ağlayarak uyuyan o kadın var ya, evet çaresizdir. Ama gözyaşlarını silerek uyanıyorsa işte o zaman tehlikelidir. Akan yaşlarını, yastığıyla paylaşan ve onları tek başına silmek zorunda kalan kadının, kimseye eyvallahı yoktur artık.
Hayat çok mu hızlı akıyor, olaylar mı çok enteresan gelişiyor bilmiyorum. Bildiğim, gün geçmiyor ki mahallede bir hadise, memlekette bir aksiyon, dünyada bir olay olmasın. Eskiden şaşırdığımız, vah vah dediklerimiz, şaşırtmıyor bizi, üzmüyor hatta. Tuhaf bir kanıksama, kabullenme, garipsememe haline büründük ya hadi bakalım hayırlısı.
Geçen gece Türkiye semaları, atmosfere giren, sonradan meteor olduğu anlaşılan ve ortalığı gündüz gibi yapan bir ışık huzmesiyle aydınlandı. İlk başta ne olduğu anlaşılamadı ama daha sonra düşen meteoru, Yozgat, Sivas ve Tokat paylaşamadı. İş karakolda bitecek derken kazanan Yozgat oldu. Haydi hayırlı uğurlu olsun Yozgat da şeytanın bacağını kırdı sonunda, aslan gibi bir meteoru var artık onun da! Yani meteorun düştüğüne pek şaşırmadım da meteorun Yozgat’a düşmesine şaşırdım. Bence meteor da şaşkındır benim gibi; Yani milyarlarca yıl sonunda oluşmuşsun, ışık yıllarını aşmışsın, atmosferi zar zor geçmişsin ve düştüğün yer Yozgat! Hayır yani niye? Şark hizmeti için mi geldin, canın testi kebabı mı istedi? Hayır