Bu hocalara, profesörlere ne oluyor bu ara, anlayamıyorum valla !
Gün geçmiyor ki bir profesör çıkıp da ortalığı karıştırmasın, söyledikleriyle manşet olmasın !
Geçen haftaki tarih profesörü ile Antalya’daki bir hastanenin başhekiminin söylediklerinin yankıları henüz dinmemişken bu hafta da yaptığı ameliyatlarla başarılarıyla kapısındaki hasta kuyruklarıyla tanınan, ‘hocaların hocası’ sıfatıyla anılan ünlü kalp doktoru Prof. Dr. Bingür Sönmez’in söyledikleri gündemin tepesine oturdu. Sönmez; “Aşı yaptırmayanlar birer vatan hainidir. Onlara kız bile vermeyeceğiz. Resmi dairelere, okullara giremeyecekler, otobüse binemeyecekler” sözleriyle ciddi tepki aldı.
Bu kadar başarılı, saygın, kitlelere örnek olması gereken bir profesörün, modern çağ mantığından çok uzakta, erkek egemenliği toplumlarına ilişkin söylemleri, gerçekten hayalkırıklığına uğrattı beni. "Aşı olmayana kız vermeyiz” diyen kişi, doktor değil de 19.yüzyılın feodal bir ağası sanki. Kız vermek nedir allahaşkına, bari siz
Diyelim ki frengi hastası bir kadın tanıyorsunuz ve bu kadının sekiz çocuğu var. Bu çocukların üçü işitme engelli, ikisi görme engelli ve biri zeka özürlü. Bu kadın hamile ve dokuzuncu çocuğunu beklemekte. Şimdi soruyorum size;
Bu kadının yerinde olsaydınız, çocuğu aldırır mıydınız yoksa doğurmaya cesaret eder miydiniz?
Cevabınız; ‘Böyle riske girmezdim, çocuğu aldırırdım’ ise dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bestecilerinden birisini, klasik müziğin ‘dahi çocuğu’nu daha doğmadan öldürmüş olacaktınız.
Evet, böyle bir ailede dünyaya gelen ve onca sağlık sorununa rağmen muhteşem eserler meydana getiren kişi Beethoven’dan başkası değil. Alkolik ve sert mizaçlı babasının zoruyla çok küçük yaşta piyano çalmaya başlayan Beethoven, gün geçtikçe duyma yetisini kaybetmeye başlamış ve 47 yaşında da tamamen sağır olmuş. Bana klasik müziği sevdiren hatta tanıştıran kişidir kendisi öyle ki bence o klasik müziğin prensi. En ünlü eseri olan 9.Senfoni’
Hayatın her alanına, eve, işe, aileye, sosyalliğe, dost meclislerine vurdu damgasını, bu Corona belası. Yemekler, davetler, müzikli eğlenceler iptal oldu, yeni yıl coşkusu yok oldu. Düğünler dernekler, mevlütler, taziyeler hepsi aldı nasibini. Önemli günler, özel etkinlikler de sessiz sakin, seyircisiz, törensiz kutlandı öyle uzaktan uzaktan.
Tasavvufun düğünü, düğün gecesi de işte onlardan. Mevlana’nın herkesin endişe edip korktuğu ölümü düğün gecesi, vuslat kabul ettiği Şeb-i Arus da bunlardan biri. Önceki yıllarda yurtiçi ve yurtdışından binlerce yerli, yabancı turistin katıldığı Şeb-i Arus törenlerinin, bu sene 7 Aralık ve 17 Aralık olmak üzere sadece iki günle sınırlandırıldı ve seyircisiz olarak yapılması kararlaştırıldı.
Eminim siz de hissediyorsunuzdur farklı bir yanı var Mevlana’nın, o diğer düşünürlerden farklı. O- bu –şu diye ayırmadığı için insanları belki de. Tüm dinlerin özünün aynı olduğuna, sevginin evrenselliğine inandığı için, dine kattığı estetik boyutla ya da dansı,
Pazar günü,kendime en afillisinden, aromalı, kocaman fincan bir kahve yapıp gazete haberlerine şöyle bir göz gezdireyim dedim. Malum corona aşağı covid yukarı başka mevzuya pek rastlanmıyor haberlerde ama yine de haberdar olmak lazım memlekette neler oluyor, batı ne yapıyor, Araplarda durum ne, güneş hala doğudan mı yükseliyor…
Gezinirken haberler arasında şöyle bir haber dikkatimi çekti;
‘Adı açıklanmayan 48 yaşındaki kişinin, eşiyle bozuştuktan sonra öfkesini yatıştırmak için bir hafta boyunca yürüyüş yaptığı bildirildi. Eşiyle tartışmaktan bıkan İtalyan bir adam, ülkenin sıkı tecrit önlemlerini denetleyen polis tarafından yakalanmadan önce sakinleşmek için 450 kilometre yürüdü. Adam, İtalya'nın en kuzeyinde, İsviçre sınırındaki Como'da yaşamasına rağmen, yaklaşık 450 kilometre güneydeki Adriyatik kıyısında küçük bir kasaba olan Fano'ya kadar gelmeyi başardı.
İtalya'nın tecrit önlemleri kapsamındaki sokağa çıkma yasağı kurallarını ihlal ettiği için adamı saat 2.00'de yakalayan polis memurları, ilk başta
Maradona’nın futbol kariyerini bir Türk’e borçlu olduğunu söylesem ne yaparsınız ?
‘Hadi canım, yok artık’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama gerçekten de öyle. Geçenlerde vefat eden, dünyanın en iyi futbolcusu ünvanına sahip Maradona’yı futbol tarihine kazandıran isim Vahram Çitçioğlu isimli bir Türk. 14 yaşındayken Ordu’dan Arjantin’e göç eden Çitcioğlu, Arjantin'de "Deportivo Armenio" isimli, göçmen Ermenilerden oluşan bir futbol kulübü kuruyor ve Diego Maradona'yı takıma alarak futbol kariyerini başlatıyor. İmkansızlıklar içinde yaşayan, kimi zaman bir lokma ekmeğe muhtaç, kenar mahallelerden birinde doğan, oradakilere umut olan, tutkulu çalışma disiplini, halkı kucaklayan sözleri, zaferleriyle bir idoldü o, nam-ı diğer Arjantin’in cep tanrısı. Çocukların kahramanıydı Maradona, banliyölerin devrimci ruhlu kısa adamı !
Yeteneği bir yana onu Maradona yapan hayattaki duruşuydu bence. En tepeyi de en dibi de aynı umarsızlıkla kabullenişiydi ilginç olan. Elle attığı golü bile
Tadilat sebebiyle kapandık evlere. Canım illa bacayı, çatıyı, salonu, mutfağı tamir edecek değiliz ya tadilat deyince her an. Bedenin ve ruhun da tadilata ihtiyacı olabiliyor zaman zaman. Şimdi de Corona virüsü, yakaladı bizi kıskıvrak, evlere tıktı ve haykırdı; “Elindeki her şeyi usulca yere bırak, teslim ol, eller yukarı !”
Eh mola verdik madem dışarıda sosyalleşmeye, içeriye kapandık, ne yapacağız o halde;
Durum kaçınılmaz olduğundan keyfini çıkaracağız. İşten güçten, yetişmek zorunda olduğumuz sorumluluk ve mecburiyetlerden fırsat bulup da yapamadığımız şeyleri yapacağız. Herkese ve her şeye ayırıp da bir kendimize ayıramadığımız o değerli vakti biraz da kendimize ayıracağız. Okunmak üzere alınan ama bir türlü fırsat bulunamayan kitapları tam da okuma zamanı. Hazır hava da soğuk ve yağmurlu, gir battaniyenin altına oku! Görüşülemeyen dostlarla uzun uzun görüntülü konuşmak, yeni hobiler edinmek, online kurslara girmek, ev ile ilgilenmek, saatlerce dizi, film izlemek aklıma gelenlerden bazıları. Geçen sefer maya bırakmamışlardı çarşıda pazarda,