Dünyanın yakından takip ettiği, tüm duruşmaların online olarak an be an izlendiği meşhur Johnny Deep & Amber Heard davası nihayet sonuçlandı. Heard'ün 2018 yılında The Washington Post gazetesine verdiği demeçte eski eşini karaladığına ve "kötü niyetle" hareket ettiğine hükmeden jüri, Amber Heard’ün Depp'e 15 milyon dolar tazminat ödemesine karar verdi.
Hikaye, Johnny Depp’in boşanma davasının ardından üzerine atılan suçlamalara karşılık Heard'e 50 milyon dolarlık bir dava açmasıyla başladı. Amber Heard ise bunun altında kalmadı ve 100 milyon dolar talep etti. Neticede dava, Johnny Depp mi yalan söylüyor yoksa Amber Heard mü olarak görüldü!
Valla ilişki toksik, ilişkileri toksik, bu noktaya kadar neden getirdiler anlamak mümkün değil! Birbirlerinin yüzünü gözünü tırmalamalar, parmak koparmalar, asansörde başkalarıyla cinsel ilişki yaşamalar hatta yatağa büyük tuvaletini yapmalar! İğrençliğin zirvesini görmeden bitirmeyelim demiş olmalılar!
Bakıldığında Amber Heard şiddet mağduru ve psikolojik
Rahmetli anneannem; ‘Evde her şey tamamsa bir kaşığı kıracaksın. Her şey tamam olan eve, ecel gelir’ derdi. Peki bir yerde, hiçbir şey tamam değilse acaba ne yapmak gerekirdi, keşke bunu da söyleyeydi. Gerçi dünyanın bu denli zıvanadan çıkacağını, kimse tahmin edemezdi ki!
Virüsle bakteriyi karıştıran, bize bir şey olmaz rahatlığında yaşayan kaygısız bir nesildik biz. Ne ara bu duruma geçtik, virüs- pandemi düzleminde kontrolü kaybettik bilemiyorum!
Koskoca iki yılı kaybettik hayatımızda, iki yıl oturup evde bekledik. Milyonlarca insanı, sevdiklerimizi kaybettik, birikimlerimizi erittik, ailemizle, dostlarımızla görüşemedik. Yeni yeni kafalarımızı çıkarmaya başlamışken sokağa, ekonomik krize, fahiş kiralara, zamlara yenildik. Yanı başımızda savaş çıktı, bize de sıçrar mı diye endişendik. Petrol bitecek mi, kıtlık gelecek mi, kader yine bize gülecek mi diye bekledik. Tam maskeleri çıkardık, HES derdinden yırttık diye sevinirken uzaklardan gelen bir haberle karıştık, dağıldık!
Dünyada 6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan Koronavirüs ile
Bir iş gününün son saatleri…
Nasıl olduğunu anlayamadığım bir tempoda geçen günden sonra eve gitmek üzere yola koyuldum. Bardaktan boşanırcasına yağan deli bir yağmur, zaten şah olan trafiği, şahbaz etmiş durumdaydı. Kornalar çalıyor, araba pencerelerinden çıkarılan kollarla ‘yol verdin, vermedin’ tartışmaları yapılıyordu. Yani İstanbul, yağmurlu bir günü, çılgın bir adrenalinle noktalamak üzereydi. Arabada oturmuş trafiğin ilerlemesini beklerken, gözüm, yandaki durakta, birbirine sarılmış kahkahalarla bir şeyler anlatan çifte takıldı. Kız, üniversitede okuyor olmalıydı tahminimce, erkek de ondan birkaç yaş büyük. Ne yağan yağmurun altında sırılsıklam olmak, ne de korna keşmekeşi içinde ayakta bekliyor olmak umurlarındaydı. Öyle genç, öyle mutlu, öyle umutluydular ki…
Genç olmak! İnsan hayatının en karmaşık, en zor, en kolay, en kıymet bilinmez ve en geri gelmez dönemi! ‘Bana bir şey olmaz’ demektir genç olmak. Her şeyin, eninde sonunda iyi olacağına inanılır. Coşkudur gençlik
Kısacık tatili fırsat bilip güneye kaçtım ben de herkes gibi! Gelmemekte inat eden bahara, ben gideyim dedim bari. Tabi hava değişikliği, bir giyin bir soyun derken kaptım şifayı. Burun akıntısı, boğaz ağrısı ve de sulu gözlerle bindim uçağa. Binmez olaydım, kapalı sinüslerim yüksek basınç ile karşılaşmaktan hiç hoşlanmadı ve iki kulağım tamamen tıkandı. Öyle böyle değil, baya baya duymuyordum ve doktor bunun uzun sürebileceğini söylediğindeki dehşetimi görmeliydiniz. Dudak okumaya çalışmak, aynı şeyi yüz kere yüksek sesle anlattırmak ve insanları bıktırmak! Seslenince duymamak, karşındakini anlayamamak ne kötüydü. Bunun geçici olduğunu bildiğin halde dayanamamak, kendini yıpratmak da cabası! İşin enteresan yanı, tatile gitmeden kısa süre önce Esentepe’deki ‘Karanlıkta Diyalog’ müzesine gitmiş olmamdı. Görme engelli rehberlerin, 60 dakikalık parkurda ziyaretçilerin dokunarak, koklayarak ve duyarak “yeni ve farklı” bir biçimde görmelerini sağladığı ‘Karanlıkta Diyalog'un amacı, görme
Gündemde savaş, hayat pahalılığı, Elon Musk’ın Twitter’a talip olması ve de bir evlilik var!
Diğerlerini bilmem ama bu evlilik, gündemi sallar!
103 yaşındaki Hacı Mikhelf Farhudi, kendisinden 66 yaş küçük bir kadınla evlendi. Üçüncü evliliğini yapan 15 çocuklu, 400 torunlu Farhudi, yeniden baba da olmak istiyor. 37 yaşındaki üçüncü eşiyle çok mutlu olduğunu belirten Farhudi, yeniden baba olmak istiyor. Farhudi; ‘İnşallah çocuklarımız olacak, çünkü o daha genç’ diyor ve beynimizi yakıyor! Adamın özgüvenine, yaşam sevincine mi şaşırayım, eşinin durumuna mı utanayım bilemedim. Ah be dede, oturup da torun sevsene, bu saatte evlilik senin neyine! Bir ayağın çukura, aklın uçkurda, çişini tutamıyorsun ama çocuk yapmaya niyetleniyorsun! Bir dur Allah aşkına, gençlerin önünü aç yaa!
Gördüm, izledim, deneyimledim ama evlilik niye şart hala çözemedim. Tamam kabul, evlilik dünyanın en eski ve en sürekli sosyal güvenlik projesi. Bir de şimdi ben avukatım ya
Ramazan, tüm hızıyla tabana kuvvet koşarken peşinde de bir çok kişi görüyoruz, bilip bilmeden ahkam kesen!
Geldik gidiyoruz bir bitmedi; ‘Oruç tutarsan cennetliksin, tutmazsan cehenneme gideceksin’ muhabbeti. Ya tutan kendi için tutuyor, sevabı kendine. Tutmayan tutmaz, sana ne! Bir de sanki kendi gidip görmüş de cennet şöyle, cehennem böyle, oruç tutmazsan gidemeyeceksin diye! ‘İçinde rengarenk çiçeklerin, türlü meyvelerin, bal akan nehirlerin, süt denizlerinin olduğu yer’ demişti anneannem cennet için, henüz yedi-sekiz yaşlarındayken. ‘Kim neyi ister, neyi arzu ederse gözlerini bir an için kapayıp düşünmesi yeterli olacak, dileği anında yerine gelecek!’ Nasıl da heyecanlanmış, dinlemeye doyamamış, küçücük aklımla, hayaller kurmaya başlamışken, anneannem; ‘Cennete ancak iyi çocukları, temiz kalpli insanları, çevresine iyilik yapan, ailesini üzmeyen kişileri gidiyor aksi takdirde cehennemde yanılıyor. Cayır cayır yanan ateşlerin, korkunç zebanilerin
Yılın en önemli haftalarından birindeyiz; “5 Nisan Dünya Avukatlar Günü” haftası!
Bunun avukat olmamla bir ilgisi var sanıyorsanız haklısınız :)
Tamam mesleğime torpil geçiyor olabilirim ama geçtikten hemen sonra, az ileride bu mesleğin ne kadar önemli, gerekli ve de prestijli olduğunu göreceksiniz!
Tarihi geçmişi, eski Yunan ve Roma’ya kadar giden, yeryüzünün en eski mesleklerinden biridir avukatlık, savunma sanatıdır. Avukat sözcüğü, eski Yunanca'da üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamına gelen “advocatus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleşmiştir. Savunma en kutsal haktır, bu kutsal hakkı kişi yerine vekaleten gerçekleştiren de avukattır. Hukuk; insanlığın ortak huzurunu güvence altında tutmaya dönük evrensel ilkeler matematiği. Avukat ise parayla dert satın alan matematikçi; Dertleri kendine iş edinen, karşısında para karşılığı derdini veren, sıkıntılı yüzler gören.
Her şey bir idealle başlar; Haksızlığı durdurmak, mağduru savunmaktır hedef! Haklı hakkını, haksız cezasını alacaktır, bunu da
Ya bizim meşhur Osmanlı tokadının ünü taşmış, okyanusları aşmış, yılın en önemli etkinliklerinden biri olan Oscar törenini bile gölgede bırakmış. Yılın en iyi filmi, En İyi Kadın Oyuncu falan bunları hiç konuşmuyoruz. Sunucu Chris Rock, Will Smith’in tokadını hak etti mi hak etmedi mi, tokat etik miydi değil miydi, onu tartışıyoruz. Bir kere olayın gerçek mi kurgu mu konusunda fikrim tamamen gerçek olduğu! Smith, tokadı atıp dönerken yerine resmen titriyordu. Üstelik saçkıran hastalığı ile ilgili yaparken hastalık yüzünden saçlarını kazıtmak zorunda kalan eşinin yüz ifadesinden de duyduğu rahatsızlık gayet net anlaşılıyordu. Tokat sonrası Smith’in; ‘Karımın adını ağzına alma’ şeklindeki sert uyarısı da olayın ciddiyetinde kuşkuya yer bırakmıyordu. Bir kişinin hastalığı ile alay etmek, insanların içinde dalga geçmek ne kadar çirkin! Hele de bunu eğitimli ve ünlü biri, dünyanın önünde yapıyorsa çirkinlik daha da feci! Şiddetin her türlüsüne hele de fiziksel olanına iliklerimize kadar karşıyız tamam da adamın