Rahmetli anneannem; ‘Evde her şey tamamsa bir kaşığı kıracaksın. Her şey tamam olan eve, ecel gelir’ derdi. Peki bir yerde, hiçbir şey tamam değilse acaba ne yapmak gerekirdi, keşke bunu da söyleyeydi. Gerçi dünyanın bu denli zıvanadan çıkacağını, kimse tahmin edemezdi ki!
Virüsle bakteriyi karıştıran, bize bir şey olmaz rahatlığında yaşayan kaygısız bir nesildik biz. Ne ara bu duruma geçtik, virüs- pandemi düzleminde kontrolü kaybettik bilemiyorum!
Koskoca iki yılı kaybettik hayatımızda, iki yıl oturup evde bekledik. Milyonlarca insanı, sevdiklerimizi kaybettik, birikimlerimizi erittik, ailemizle, dostlarımızla görüşemedik. Yeni yeni kafalarımızı çıkarmaya başlamışken sokağa, ekonomik krize, fahiş kiralara, zamlara yenildik. Yanı başımızda savaş çıktı, bize de sıçrar mı diye endişendik. Petrol bitecek mi, kıtlık gelecek mi, kader yine bize gülecek mi diye bekledik. Tam maskeleri çıkardık, HES derdinden yırttık diye sevinirken uzaklardan gelen bir haberle karıştık, dağıldık!
Dünyada 6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan Koronavirüs ile mücadele devam ederken başta Avrupa ülkeleri ve ABD ile Kanada olmak üzere onlarca ülkede tespit edilen maymun çiçeği hastalığı yayılmaya başladı, ülkeler karantina kararları almaya başladı.
Ciltte kabarcık, kızarıklık, kaşıntı gibi semptomların yanı sıra yüksek ateş, lenf nodüllerinin şişmesi, üşüme gibi belirtiler gösteren maymun çiçeği hastalığı, solunum yolu, fiziksel temas, cinsel ilişki gibi sebeplerle bulaşıyor. İşin kötüsü, belli bir orana kadar koruma sağlayan çiçek aşısı haricinde etkili bir korunma yöntemi de bulunamıyor.
Belçika ve İngiltere’nin 21 günlük karantina kararlarından sonra, endemik virüs olarak lanse edilse de pandeminin ayak sesleri duyuluyor sanki. Taa Çin’den, onca yolu aşıp gelen Covid’e bakınca burnumuzun dibindeki Avrupa’da görülen maymun çiçeği, sinirleri zıplatmaya yetti. Ya yarasalara saydırırken maymunlar ne ara girdi işin içine! Yarasa tamam siyah, çirkin de maymuna da kıyılmıyor işte. Bari çakal çiçeği falan koysalardı en azından şanına yakışırdı.
Tabi komplo teorileri hızla üredi, bunun da covid gibi ev yapımı virüs olduğu, insanları korkutmak, aşı satmak, çip takmak için yapıldığı, milleti evlere tıkmak ve enerji tüketimini sınırlamak amacı taşıdığına dair söylemler aldı başını gitti. Şu toz duman dağılana kadar üç maymunu oynamak galiba en iyisi!
Tam da yaz yaklaşmışken maskeleri çıkarmışken sırası mıydı canım maymunun çiçek açması!
Valla yüz yıldır olmayan virüslerin böyle art arda gelmesi güveni fazlasıyla sarstı!
Ne diyeyim ey küreselciler! Galiba maymun gözünü açtı!
………………………………..*………………………………………….
Fetih ve Fatih;
Haftanın önemli olayı, bir fethin anılışı! Öyle bir fetih ki dünyayı sarsan, tarihi değiştiren, bir çağı bitirten, bir imparatorluğu yerle bir eden kısaca dünyanın kaderini yeniden yazan bir fetih; 29 Mayıs İstanbul’un Fethi!
Şehirlerin şehridir İstanbul; Herkesin kolay kolay anlayamayacağı, tadına varamayacağı, aldıktan sonra da kopamayacağı! Kaosla besleyen, keşmekeşle büyüten, kendisinden kaçırtıp koşarak geri döndürten, iki yakası bir araya gelmeyen! Çılgın, arzulu, ihtiraslı!
Ünlü tarihçi Bernard Lewis; ‘Dünyaya bir kere bakma şansınız olursa İstanbul’a bakın’ demiş; ‘Dünyayı görürsünüz!’
Doğu-batı gergef olmuş, işlenmiş zamana İstanbul’da. Tarih, gerinerek uyanmış Çukurcuma’da, surlarda. Sanat şahlanmış saraylarda, Yerebatan’da. Bir tatlı huzur almaya gelenler, buluşmuş Kalamış’ta ve dinlemişler İstanbul’u, gözlerini kapayıp da. Şad olmuş ruhu Orhan Veli’nin ve de aziz İstanbul’a bir tepeden bakan Yahya Kemal’in!
İstanbul’un fethinin efsanevi yönü, hepimizce malum; Gemilerin karadan yürütülüp Haliç’e indirilmesi! Yalnız işin enteresan yanı, o günün teknik koşullarında bu işin olanaksızlığı bir yana, böylesine muazzam bir olayı planlayanlardan geriye en küçük bir teknik ayrıntı, çizim, plan, belge, en küçük bir kesin bilgi kalmamış olması! Bu kadar kapsamlı bir iş için ciddi bir ön planlama, hazırlık, binlerce insanın uzun dönem süren seferberliği gerektiğine göre geriye hiçbir kesin bilgi, harita, belge kalmamış olması ilginç değil mi?
Tabi bunun yanında İdarecilik ve Liderlik Metodolojisi derslerinde okutulması gereken risk yönetimi ve hızlı karar alma yeteneğinin en önemli örnekleridir İstanbul’un fethi hazırlıkları. Karadan gemilerin yürütülmesi gibi uçuk bir kararı alıp uygulamaya koymak ve 48 saat içinde de gerçekleştirmek o zamanın teknolojisiyle düşünüldüğünde çok büyük bir başarıdır Plan, strateji bir yana aynı anda 200.000'e yakın askerin yönetilmesi de gerçekten zor bir olaydır ve bu da Fatih Sultan Mehmet’in in yöneticilik/idarecilik yeteneğinin gücüdür.
Sonunun selamet olduğuna inanılan sabrın büyük örneğidir ayrıca bu fetih. Fatih Sultan Mehmet, sultan olduktan sonra bu fetih üzerinde kafa yormuş ve hiçbir masraftan, sıkıntıdan, zorluktan kaçınmamıştır. Kısacık zamanda Rumeli Hisarı’nın yapılması, o güne kadar dökülmemiş büyüklükte topların döktürülmesi, ordunun yanında Yeniçeri Ocağı’nın da taarruza katılması, azmin, inancın ve sabrın göstergesidir. Tüm bu sebepler ve bugün hala güzelliklerine sahip olabilme, içinde yaşayabilme şansını yaşadığımız İstanbul'u 569 yıl önce hediye ettiği için bu fethi ve onun Fatih’ini anmak bence elzemdir, önemlidir!
Kutlu olsun !
……………………………………….*…………………………………………..
Mevsim bahar olunca;
Şöyle dolu dolu bir bahar yazısı yazayım mı?
Merkür sürekli geri gidiyor, ay tutuluyor, zam geliyor, sınavlar yaklaşıyor ama kimsenin yüzü gülmüyor. Yaz da gelmekte nazlanıyor, bahara cilve yapıyor. Baktım olmayacak, bahar bana gelmiyorsa ben bahara gideyim dedim, 5 saat sonra Alaçatı merkezdeydim.
“Bir ilkbahar sabahı, güneşle uyandın mı hiç” diyor şarkı.
Uyandım! Gelin olmuş bahar dallarını gördüm, penceremin kenarına arsızca sırnaşmış. Portakal çiçeklerinin kokusu geldi burnuma, çektim içime ve kapadım gözlerimi, hissetmek için bahar yelini yüzümde, gözümde, göğsümde. Yeşilin beyaza başkaldırışıdır bahar, solmuş yüreğin tomurcuklanma çağı. Güneşli yağmurların, umudun saçlarını ıslattığı. Farklıdır bahar; Yaz gelince ‘şu sıcaklar bi geçse’ denen, kış gelince ‘şu sıcaklar bi gelse’ denen, başka mevsimlere benzemeyen. Bolluk ve berekete davetiye, mahzun kalplerin yüzünün dönüşüdür güneşe!
Bahar gelince gevşeyen gönül yaylarından mı bilmem aşk da seyahat de çok yakışır bu mevsime. Alaçatı, Sapanca, Kapadokya, Safranbolu mesela, kucaklarını açmış sizi beklemekte!
Bahara methiye düzmemiş şair var mıdır bilmem ama yolun yarısına geldik diye bizi panikleten Cahit Sıtkı Tarancı bile, bir an için bu karamsarlıktan sıyrılmış ve “ “İlk sevgilimin gülüşüne benzer/ Bir Nisan havası değil mi esen?/ Zincirlere, kelepçelere inat/ Kanatlarımı açmak zamanıdır/ demiştir. Bunu, gözleri kapalı İstanbul’u dinlerken mi yazdı bilinmez ama; “ben ki her bahar, bir yaş daha genç, biraz daha aşığım” yazan Orhan Veli’ye de hak vermemek mümkün değildir.
Dedim ya farklı bir mevsimdir, bahar. Sevgilidir aslında; “Sevinçli bir telaş içinde, bir bahar akşamı rastlanılan ve daha önce nerelerdeydi diye hayıflanılan”. Bahar da sevgili; “habersiz geçen o güzelim günlerde, saçlarından yakalanan!
En kısa mevsim ilkbahar, ıskalamayın sakın! Gezin, sevin, eğlenin, sarılın yeşile, tutun baharın saçlarından!
……………………………….*……………………………………………..
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın Vahşeti; Değil sadece haftanın, tarihin en büyük vahşetlerinden biri! Teksas'ta bir ilkokula düzenlenen silah saldırıda 20 kişi öldü. Saldırganın da öldürüldüğü olayda ölenlerin küçücük çocuklar olması, kan dondurdu! Ya bu nasıl insanlık, nasıl vicdansızlık! Küçücük çocuklardan ne istedi, neyin ideolojisindeydi üstelik kendisi de henüz 18’indeydi! Analar- babalar, sevin çocuklarınızı, sevmeyecekseniz de doğurmayın onları! Yazık değil mi ona, ölen günahsız çocuklara, analarına, babalarına!
Haftanın Detayı; Rusya- Ukrayna Savaşı Türkiye’ye sıçramadı ama taaa okyanus ötesinden Johnny Depp- Amber Heard davası ülkemize sıçradı! Olaylı mahkeme süreci devam eden aktör Johnny Depp'in, 2007 yılında Türkiye'den satın aldığı bir yat, davaya damgasını vurdu! 46,7 metre uzunluğundaki görkemli yat, art deco tarzı iç mekanı ve "korsan gemisi" tasarımıyla tanınıyormuş ama bundan bizim haberimiz yokmuş. Özetle; Zenginin malı, züğürdün çenesini yoruyormuş!
Haftanın Rezaleti; Oyuncu Ezgi Mola’nın Batman’da intihar eden İpek Er’in, uzman çavuş Musa Orhan’ın kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu yazdığı mektupla ilgili Musa Orhan’a sosyal medyadan hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandığı davada 6 bin 960 TL para cezası ile cezalandırılması oldu! Valla hangi padişah söylemişti hatırlamıyorum; ‘Bu adamları Taksim’de sallandırmak lazım’ diye, çok haklıymış bence! Sallandıramadığımız gibi kötü laf edildi diye cezalandırılıyoruz! Vay bize, vah gidene!
Haftanın Meydan Okuması; Koronavirüs, Maymun Çiçeği’ne karşı! Kah aşılarla kah maskeler, hijyenik tedbirlerle vaka ve ölüm sayıları hızla düşen, bin’li rakamların altına inen Koronavirüs vaka sayısı, ülkemizde son 24 saatte bin 304 kişi oldu, 6 kişi de hayatını kaybetti! Etkisini hızla kaybetse de yerini başka virüslere kaptırmaya niyetli olmayan Koronavirüs’ün yaz aylarında ne yapacağı, geleceğe dair planlarının olup olmadığı merak ediliyor!
Haftanın Hastalığı; 56 yaşındaki Billur Kalkavan’ın akciğer kanserine yakalanmasıydı ve bu durum, herkesi sarstı! Bu hastalık kimseye hele de üreten, eğlenen, çalışıp gülen, hayattan zevk almayı bilip kendine dikkat eden birine de hiç yakışmıyor! Ya kadın sigara bile içmiyor, bu hastalık akciğerinde ne arıyor! Hayat gerçekten adil değil, haksızlık ediyor! Acil şifalar olsun Kalkavan’a, sevenleri onu bekliyor!
CANSEN ERDOĞAN