Gündemde savaş, hayat pahalılığı, Elon Musk’ın Twitter’a talip olması ve de bir evlilik var!
Diğerlerini bilmem ama bu evlilik, gündemi sallar!
103 yaşındaki Hacı Mikhelf Farhudi, kendisinden 66 yaş küçük bir kadınla evlendi. Üçüncü evliliğini yapan 15 çocuklu, 400 torunlu Farhudi, yeniden baba da olmak istiyor. 37 yaşındaki üçüncü eşiyle çok mutlu olduğunu belirten Farhudi, yeniden baba olmak istiyor. Farhudi; ‘İnşallah çocuklarımız olacak, çünkü o daha genç’ diyor ve beynimizi yakıyor! Adamın özgüvenine, yaşam sevincine mi şaşırayım, eşinin durumuna mı utanayım bilemedim. Ah be dede, oturup da torun sevsene, bu saatte evlilik senin neyine! Bir ayağın çukura, aklın uçkurda, çişini tutamıyorsun ama çocuk yapmaya niyetleniyorsun! Bir dur Allah aşkına, gençlerin önünü aç yaa!
Gördüm, izledim, deneyimledim ama evlilik niye şart hala çözemedim. Tamam kabul, evlilik dünyanın en eski ve en sürekli sosyal güvenlik projesi. Bir de şimdi ben avukatım ya hukuki bir bakış açısı da getireyim havam olsun; Evlilik, kişi mülkiyetinin tek imzayla ipotek altına alındığı ve temlik edilme imkanı olmayan sosyal kurum. Hadi onu geçtik, davetiyelerden, lokantalardaki masa düzenlerine, aile içi sohbetlerden, romantik komedilere kadar her şey çift’leşmek üzerine kurulu. ‘Bekâra ev verilmez’, ‘Bekârın parasını it, yakasını bit yer’, ‘Bekâra karı boşamak kolay’ diyenler, tamam evlilik doğru kişiyle, doğru zamanda yapıldığında en güzel hadise de peki o ‘doğru’ nerde. Ayrıca doğru kişiyi bulmak kadar doğru kişi olabilmek de mesele. Arkadaş, istersen en iyi okulları bitir, bölüm birincisi ol, dört lisanı anadilin gibi konuş, üst düzey bir şirkette yönetici ol, bilmem ne kadar maaş alıyor ol, önemi yok. Eşin varsa başarılısın, yoksa solda sıfırsın toplumun gözünde. Tabi bu genetik kodlama, mahalle baskısı daha bebekken başlıyor bizde. Henüz minicik bir bebekken, kucaktan kucağa gezdirilirken, etrafa şaşkın şaşkın bakınırken, kulağınıza isminizden hemen sonra üflenen; ‘Mürüvvetini de görelim inşallah’ lafıdır. Durun, bir büyüdüğünü, yürüdüğünü gör önce, evliliğine ne ara gittin be teyze?
Diyeceğim o ki bekar olmak çoğu kimseye dert bu memlekette. Sağlığınız yerindeymiş, kariyeriniz mükemmelmiş, onca dostunuz, arkadaşınız, çevreniz yanınızda destekmiş kime ne. Düşlerinizi gerçekleştiriyor, hobilerinizi yapıyor, kendinize zaman ayırıyormuşsunuz, dev bir kütüphaneniz, sağlam bir film arşiviniz, ince bir müzik zevkiniz, seyahat keyfiniz varmış, boş versenize;
En yalnız insan hiç evlenmemiş olan mıdır, evli olduğu kişiyle arasında dağlar, uçurumlar olan mı acaba? Sırf ‘evli kalmak’ adına mutsuzluğunu inkar etmek, yalnızlığını görmezden gelmek mi başarı yoksa ?
Netice olarak;
Sevgili bekarlar; ''Bekarlığın sultanlığı, ruhunuzun eşini bulana kadar, ondan sonrası zaten krallık.'' diyorum! Heee, var mı öyle biri derseniz, valla onu da okuyucumun hayal gücüne bırakıyorum!
………………………………………..*…………………………………………….
Kırmızı Elma Şekeri;
Bu kadar evlilik mevzusunun ardından sıra ‘çocuğa’ gelecek elbet. Hele haftanın en önemli olayı 23 Nisan ise girizgaha gerek yok bence, doğrudan icabet!
Sevinç bulaşmış dudakları, pamuk helvaya bulanmış suratları, yara bere içindeki dizleri, bembeyaz düşleriyle çocuk olmak! Benim 23 Nisanlarımda cıvıl cıvıl okunan istiklal Marşı ardından rengarenk gösteriler vardı. Gösterileri izleyen kalabalıklar, ‘Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan’lar! Bundan kırk yıl önce, mutluluğun tanımı elma şekeriydi benim için. Her zaman bulunmayan, incecik bir jelatine sarılmış pırıl pırıl parlayan bu şeker, parlak düşlerin, imkansız hayallerin, kırmızı mutlulukların simgesiydi adeta. Şimdi ne zaman elma şekeri yiyen bir çocuk görsem, içimde tarifsiz bir sevinçle, çocukluğuma dönerim mutlaka. Dopdolu düşleri, kırmızı renkli hayalleri vardır çocukların. Biz büyüklerden farkları, bu hayallerin gerçekleşeceğine inanıyor olmaları. Ustası öldüğünde yağ satan, bağ satan çocuğun, bezirgan başına aç kapıyı diyerek meydan okuma kudreti vardır. Hayatın bir elma şekerine benzer olduğunu ise biraz büyüyünce anlayacaktır. Kırmızı bir elma şekeriyse hayat, o kırmızı şeker ancak incecik bir kat. İncecik jelatini çıkarıp da yaşayınca doludizgin, ağzımıza, yüzümüze bulaşır hayat. Ve keyifle yenen kısmından sonra geriye kalan elde, hayatı dimdik gösteren sopaları. Başka deyişle bir şekilde kalbimize saplanıp kalmış kazıkları!
Pandemi neredeyse bittiği ya da sakinlediği için son iki yıla inat zannımca ayrı bir coşkuyla kutlanacak 23 Nisan. Bizim zamanımızda stadyumda yapılan gösteriler ve yurtdışından gelen çocukların gösterilerinin yayınlandığı TRT vardı sadece. Şimdi ise onlarca etkinlik düzenleniyor; 23 Nisan Çocuk Festivali, Kidfest, Gymy Kids Şenliği bunlardan bazıları…
Yıllar öyle hızlı geçiyor ki büyümeyi durdurmak mümkün değil. Ama mümkün olan bir şey var, o da hep biraz çocuk kalabilmek! Spagetti makarnaları hüp diye çekebilmek, ketçap bulaşmış yanaklarda hamburger izlerini görmek. Ellere bulaşan çikolata izlerinde, geçmişin izini sürmek!
Ve her 23 Nisan gelişinde, içindeki çocukla bayram yapabilmek!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!
………………………………………………..*………………………………………..
Sevda Sürgünü;
Geçtiğimiz hafta, çok özel ve keyifli bir etkinlik vardı Bodrum’da. Robert Koleji bitirdikten sonra Oxford Üniversitesinde "Yakınçağ Tarihi" eğitimi gören ve 1914'te Türkiye'ye dönen ve babasının Afyon'daki çiftliğine yerleşen bir yazarı, doğum gününde anma etkinliğiydi. Gerçi hikayesi maalesef o kadar değildi. Çiftlikte yaşanan bir tartışma anında babasının, yazarın silahından çıkan kurşunla vurularak ölmesi üzerine cinayet iddiasıyla yargılandı ve 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Cezasının 7 yılında verem olan yazar, serbest bırakıldı. Daha sonra ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’tan yine suçlu bulundu. Yıllar sonra Bodrum'a olan aşkı ile tanınacak yazarın Bodrum'a ilk gelişi, İstiklal Mahkemesi'ni kendisini Bodrum'a sürgün etmesiyle oldu. Kentin antik dönemlerdeki adı Halikarnassos'tan dolayı "Halikarnas Balıkçısı" takma adıyla eserlerini yazmaya başlayan yazar, kendini ve hayatını Bodrum’a adadı. Evet bildiniz; Bahsettiğim yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı!
Barışa, umuda, sevince fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz tam bu günlerde, öyle güzel görüntülere, şiir dinletilerine, sanatın her türüne şahit oldu ki Bodrum, uzaktan- ta İstanbul’dan kalbimi ısıttı. Hele Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras ile Yunanistan eski başbakanı Yorgo Papandreu’nun karşılıklı zeybek oynaması, dünyadaki tüm savaşları, acıları, açlığı, yokluğu sanki beş dakikalığına dondurdu!
Sürgünü masmavi bir sevdaya dönüştüren büyük şair, güzel insanı sevgi ve saygıyla anıyoruz. Ruhu şad olsun!
…………………………………………………….*………………………………………………….
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın Doğumu; Heyecanla beklenen bebek ‘Kurt Efe Tatlıtuğ’ oldu. Ünlü oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ ile Başak Dizer’in bebekleri Kurt Efe sayesinde magazin basını, iki gündür hastane nöbetinde! İsim hakkında polemikler gırla gitmekte, kurt da neymiş diye söylenen söylenene. Aslan diye isim oluyor da, kurt diye isim neden olmasın diyenler ekseriyette. Tamam buna katılıyorum ben de ama bir sorum olacak müsaadenizle; Büyüyünce kurt olması güzel de küçükken ‘kurtçuk’ mu diyecekler kendisine :))
Haftanın Teklifi; 'İfade özgürlüğü alanı inşa etme' sözüyle Twitter'a 43 milyar dolarlık nakit devralma teklif eden dünyanın en zengin ismi Elon Musk, sosyal medyayı karıştırdı. Attığı tweetlerle ortalığı trolleyen, coin’cilerin ocağına incir ağacı diken postmodern milyarder, bir dursan mı artık, Twitter’ı almak da ne, valla yeter!
Haftanın Utancı; Yaşama amacımı sorgulattı. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, imkanı olan AB üyesi ülkelerin Ukrayna'ya hızlı silah sağlaması çağrısında bulundu. Tabi ya satılsın silahlar, ovuşturulsun eller, gelsin paralar! Ya silah temin edeceğinize, aracı olun da savaşı durdurun! Yanı başımızda çocuklar, kadınlar siviller ölüyor, dünya eli belinde seyrediyor. Silah temin hızlıca daha çok kan dökülsün, daha çok masum ölsün! Yazıklar olsun, insanlığınızı gömün!
Haftanın Kavuşumu; 166 yıl sonra gelen vuslattı. 166 yıl sonra gelen Neptün- Jüpiter kavuşumu, hafta boyu anamızı ağlattı. Zira yarattıkları zemin, son derce kaygandı ve hepimizde depresyon yarattı. Önceden biz depresyona girerdik, sayelerinde depresyon bize girdi. Hiç derdimiz yokmuş gibi, bir bu eksikti. O zaman soruyorum; Depresyondayken gülersek depresyon geçer mi yoksa girme sırası gezegenlerde mi? :))
Haftanın Ameliyatı; Ameliyatları desem daha doğru gibi. Sisi lakaplı sosyal medya fenomeni Seyhan Soylu, kaburga operasyonu, göğüs silikonu, karın germe, dudak kaldırma, dudak mesafesini kısaltma operasyonu, yanaktan yağ aldırma, çene kaldırma, yanak kaldırma, burun, kol ve koltuk altı toparlama olmak üzere bir dizi operasyon geçirdi. Sonuçta ne kendisine ne başkasına benzedi. Bir şey diyeceğim, öbür tarafta Tanrı onu tanır di mi? Ya da ben böyle bir şey yaratmadım, ne bu böyle der mi? :))
CANSEN ERDOĞAN