Ya bizim meşhur Osmanlı tokadının ünü taşmış, okyanusları aşmış, yılın en önemli etkinliklerinden biri olan Oscar törenini bile gölgede bırakmış. Yılın en iyi filmi, En İyi Kadın Oyuncu falan bunları hiç konuşmuyoruz. Sunucu Chris Rock, Will Smith’in tokadını hak etti mi hak etmedi mi, tokat etik miydi değil miydi, onu tartışıyoruz. Bir kere olayın gerçek mi kurgu mu konusunda fikrim tamamen gerçek olduğu! Smith, tokadı atıp dönerken yerine resmen titriyordu. Üstelik saçkıran hastalığı ile ilgili yaparken hastalık yüzünden saçlarını kazıtmak zorunda kalan eşinin yüz ifadesinden de duyduğu rahatsızlık gayet net anlaşılıyordu. Tokat sonrası Smith’in; ‘Karımın adını ağzına alma’ şeklindeki sert uyarısı da olayın ciddiyetinde kuşkuya yer bırakmıyordu. Bir kişinin hastalığı ile alay etmek, insanların içinde dalga geçmek ne kadar çirkin! Hele de bunu eğitimli ve ünlü biri, dünyanın önünde yapıyorsa çirkinlik daha da feci! Şiddetin her türlüsüne hele de fiziksel olanına iliklerimize kadar karşıyız tamam da adamın biri, çok sevdiğim kişiyle ilgili onca insanın önünde espri yaparsa daha dorusu yaptığını sanırsa ve o çok sevdiğim kişi hastalığına ve bir kadın olarak görsellik kendisi için çok önemli olmasına ve halkın içine o şekilde çıkmak istememesine rağmen benim için giyinip süslenip destek için yanımda olsaydı ben de ona laf ettirmezdim herhalde! Ne yalan söyleyeyim, kendimi tutamazdım ben de!
Olayın ardından, ‘En iyi erkek oyuncu Oscar Ödülü’nü almak için sahneye çıkan Smith de gözyaşlarını tutamadı. Ailesini korumak zorunda hissettiğini söyleyen Smith; "Bizim yaptığımız işi yapanların bu tür hakaretleri kaldırabilmesi gerektiğini biliyorum; insanların hakkınızda delice konuştuğunu, size saygısızlık ettiğini, bunun karşılığında gülümseyip her şey yolundaymış gibi davranmanız gerektiğini biliyorum. Ama sevgi insana delice şeyler yaptırıyor" diyerek herkesten özür diledi. Hani her vahim olayda çocukluğa iniyor ya psikiyatristler, Will Smith’in de çocukluğunda yaşadıkları, bugüne ayna tutuyor aslında. Henüz dokuz yaşındayken babasının annesine karşı şiddetine şahit olan Smith, bir keresinde babasının annesini öldüresiyle yumruklamasıyla burnundan kanlar gördüğünü, bunu durdurmak için bir şey yapamadığını, öylece kalakaldığını ve bu harekete geçememişliğin, onu hayat boyu travmatize ettiğinden bahsetmiş bir röportajında. O suçluluk hissi, hayat boyu peşini bırakmamış ünlü oyuncunun. İşte bu olayda da sahnedeki sunucunun, espri kisvesi altında karısını aşağılamasını durdurmak- annesi için yapamadığını eşi için yapabilmek için fırlıyor sahneye ve bu kez başarıyor!
Dünyanın en büyük ödüllerinden birini alsa da, tüm oyuncuların hayali Oscar heykelciğini kazanmış olsa da, yeterince zengin, fazlasıyla ünlü, hayli başarılı olsa da o bir erkek, seven bir erkek sonunda! Tepkisi şiddetli, tahribatı güçlü de olsa bu tokat, seven bir adamın, sahiplenen bir eşin, ünlü sıfatından sıyrılıp kalbiyle attığı bir tokat bence, valla gerisi tamamıyla teferruat!
…………………………………………………*…………………………………………….
Peki Ya Hayatınızın Oscar’ları ?
Tokat hadisesini bir tarafa bırakacak olursak uzun bir pandemi sonrasında yeniden yapılan Oscar Töreni, renkli görüntülere sahne oldu. Ünlü sanatçılar, modacılar, yönetmenler pozlar verirken kırmızı halıda, ‘En beğenilen’, ‘En Konuşulan’ olmak için yarışıyorlardı masalımsı bir dünyada. O rengarenk kıyafetlere, smokinli beylere, hanımların zarafetine ve örenin büyüsüne kaptırmışken kendimi, bilgisayarımda “okunmamış bir mailiniz var” uyarısıyla yanıp sönen ışıkla silkinerek döndüm şimdiki zamana. Mail, bir sorudan ibaretti; ‘Hayatının Oscar ödüllerini kime verirdin?
Hayat tiyatrosunun devasa salonu…
Neon ışıklarla aydınlatılmış upuzun bir sahne, rengarenk tuvaletli, şık smokinli bir dolu insan…Ve ödül alacak dallar açıklanıyor işte;
“Gözyaşınızı en iyi silebilen kişi Oscar'ı; adaylar gelsin…
Ya da En keyifsiz olduğunuz anda, aramak istediğiniz, içinizde çiçekler yeşerten kişi Oscar’ı… Sizi en çok üzen, en güldüren, düşündüren, heyecanlandıran kişi Oscarları…
Mevzubahis olan koskocaman bir hayat olunca, verilecek ödüller de bir hayli fazla olabiliyor. Gözyaşınızı en iyi silebilen ödülü, kendinizi bildiniz bileli yanınızda olan dostunuza mı, henüz yeni tanıdığınız bir yabancıya mı gidiyor. En yaralayan vefasız ödülü için kaç kişi kapışıyor. En iyi görsel efekt ödülü, hangi yıllarınızı kapsıyor. Öğretilmiş çaresizlik ödülünü kaç kişi paylaşıyor. En iyi senaryo ödülünün sahibi hiç kuşkusuz Yaradan, geçip giden yıllar ise her daim kameraman!
Bu oyunu, yazan, yöneten ve de izleyen yönetmen. Herkesin kendi dramasının yönetmeni olduğu gerçeğiyle, en iyi yönetmen ödülü, akademinin en önemli ödülü değil mi aslında. Oscarlık performans, hayatı doğru yönetmekten geçiyor, hem sahnede hem de hayatın ta kendisinde. Başarı payesi, yönetmenin kelimelerinde, doğru hamlelerinde, rejiyi iyi idare etmesinde. Ondan filmde ismi, hem başta hem sonda olmak üzere iki defa geçiyor jenerikte, diğerlerinin aksine.
‘Hayatımın yönetmeniyim, istediğime rol veririm, istediğime yol veririm’ diyenlerdenseniz Oscar ödülünüz az ileride, kaldırmak için bekleyin. ‘Olursa olur, olmazsa olmaz, önemli olan katılmaktı’ kanaatindeyseniz hayat şu an seyrettiğiniz beyaz ekranın gerisinde, pencerenin berisinde, önünüzden geçip gitmekte, Madem öyle katılmış olmakla yetinin, hiç şikayet etmeyin!
…………………………………..*……………………………………
Şaka Şaka;
Yılın en şakacı geldi- geliyor işte! “Neredee o eski 1 Nisan’lar” ile daldım uzaklara. Valla bir şey diyeyim mi hakkını da verirdim bakın bu günün. Öyle sınıf değiştirmeler, kremalı bisküvi içine diş macunu şırınga etmeler falan yetmezdi tabi. Büyük oynardım ben; Kanlı kollar, kırılmış sallanan parmaklar, kaçıp kaybolmalar…
Şimdi ise hayatın kendisinin koskocaman bir şakadan ibaret olduğunu anladığımdan beri gelen şakaları savuştururken buluyorum kendimi. İlerde oynuyorken hep, defanstayım artık. Gol yemeyelim yeter, beraberlik yetiyor. ”Hayat seni güldürmüyorsa espriyi anlamıyorsundur” falan demeyeceğim çünkü hayat gerçekten son derece ciddi bir şaka. Tam tebessüm edecekken, tutup kalbinizden fırlatıp atıyor. Elinizden gelen bir şey de yoktur işin tuhafı, suçunuz da. Ama olsun, adı üzerinde, eşek şakası diyorlar buna. Şaka dediğimiz yalan üstüne kurulu eğlence, kara mizah, ayarlarıyla oynanmış gerçekler. Söyleyemediklerini, çekinip de diyemediklerini ifade etme şekli. Hepsinde bir gerçek payı olduğu söyleniyor ya, işte o buradan geliyor. Ve böylece kendisi, korkak dobralar’ın en sevdiği şey oluyor.
Velhasıl azizim; Sevdin mi sarmaşık gibi sarılacaksın, bakmalara kıyamayacaksın. Kovacaksın öğrenilmiş çaresizlikleri, bozacaksın ezberleri. Savaşacaksan aslan gibi savaşacaksın hasmınla. Kene gibi yapışacak, bomba gibi düşeceksin kavganın orta yerine. Ağlayacaksan salacaksın gözyaşlarını, bulutlar terleyecek gamından derdinden. Sonra buharlaşacak hasretin, eriyip bitecek öylesine!
Çünkü zaman geçiyor, herkes gidiyor, ömür bitiyor…
Çünkü hayat denen şey, şakaya gelmiyor !
…………………………………*…………………………………………………
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın Emsal Kararı; Aslında değil haftanın tüm zamanların emsal kararı, Elazığ Mahkemesi tarafından verildi. ‘Açlıktan birbirini yiyen hayvanların davası olarak bilinen ‘Elazığ Barınak Davası’nda nihayet karar çıktı ve barınakta çalışan dört kamu görevlisi hakkında, ‘görevi kötüye kullanma’ suçuyla ceza kararı verildi. Hayvanların da canı olduğuna, hakları olduğuna emsal teşkil etmesi bakımından önemli bir karardı. Asıl o zavallı hayvanlara acımasızca davrananları kafes arkasına alsalardı keşke, aç bıraksalardı. Belki yaşattıkları vahşetin büyüklüğünü daha iyi anlarlardı!
Haftanın Rezaleti; Kenan İmirzalıoğlu’nun sunduğu ‘ Kim Milyoner Olmak İster’ programında yaşandı. Tıp öğrencisi bir yarışmacı; ‘1924 ve 1961 anayasalarında Türkiye’nin başkenti hangisi diye yazar?’ sorusunu bilemiyor ve seyirciye soruluyor. ‘Ankara’ diyenler sadece %40! Bu ülkenin başkenti, Cumhuriyet kurulduğundan beri değişmedi! Ve yaşadığı ülkenin başkentini bilmeyenler, çoğunlukta! Biz hangi ara bu kadar eğitimsiz, cahil olduk ya!
Haftanın Mutluluğu; Cepleri bir nebze olsa da rahatlatı. KDV indirimi yapıldı. Temel ihtiyaç maddelerinden olan deterjan, sabun, tuvalet kağıdı, peçete, bebek bezi gibi ürünlerin KDV'si, yüzde 18'den yüzde 8'e indirildi. Yeme-içme hizmetlerinde de KDV oranı, yüzde 8 olarak belirlendi. Valla bu, ramazan öncesi duyabileceğimiz en güzel haberdi, dileriz ki devamı gelsin.
CANSEN ERDOĞAN