Lakin ne bahar yazısı geliyor içimden, ne derbi tantanası, ne Kadınlar Günü kutlaması...İçimde terk edilmişlere özgü bir güz hüznü, ihanet görmüşlere has bir öfke var.Kendimi o Laz fıkrasındaki Temel gibi hissediyorum:Hani trafiğin ters yönden aktığı İngilterede arabasıyla sağ şeritte giderken polisin anonsunu duymuş:"Dikkat, otoyolda bir araç ters yönde ilerliyor."Temel, üzerine gelen arabalara bakıp söylenmiş:"Ne biru uşağum, ne biru... Hepisu... hepisu..."***Savaş yazılarını okudukça, "Biz mi ters yöndeyiz" diye kuşkulanıyorum bazen...Oysa dünyaya bakınca anlıyorum ki, ters olan bu ülkenin düzeni... Almanya, Fransa ve Rusya, BMnin Irak için yeni karar almasına karşı çıktı.İslam Konferansı Iraka saldırıyı külliyen reddetti.Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradei dünkü raporunda ABDnin BMye sunduğu Irak belgelerinin sahte olduğunu, Saddamın elinde nükleer silah bulunmadığını açıkladı.Türkiyede ise bunlar yokmuş gibi bir hafta önce reddedilen tezkerenin mürekkebi kurumadan Amerikan sevkıyatı başlıyor.Milletvekilinin sokulmadığı İskenderun Limanı ABDye açılıyor. Amerikan askeri konvoyu, Meclisin iradesini çiğneye çiğneye ilerliyor.Nerede geçen cumartesi
Koca Amerikayı rehavetimizle dize getirdik."Almanyadan oğlum gelecek" diye dürtükleyen ev sahibinin restine dudak büker gibi sakin, sel basmış bir eve gitmeye üşenen bir musluk tamircisi kadar pervasız yaklaştık "savaş olayı"na..."3 gününüz var" dediler; aldırmadık."48 saat içinde cevap verin" dediler; tınmadık."Son 24 saat" diye sıkıştırdılar; kılımızı kıpırdatmadık.Bir ağustos hamağındaymışçasına rahat, ha babam ters çevrilen muzır bir kum saatinin nafile akışını izleyip eğlendik.Washington "Ha bugün, ha yarın" diye bekledi.Sonunda pes etti.***Böyledir bizim buralar...Hayat aceleye gelmez; telaştan hazzetmez.Bakmayın trafikteki sabırsızlığa, lambanın sarısı yanar yanmaz kornaya giden ellere, sollayamadığının sağından fırlayan hergeleye......en muteber telaş sebebi, tabakhaneye insan tersi yetiştirmektir bizde...Asude akar günler; randevular sadakat bilmez.Ağır olana "molla" derler; koşturmaya değmez.Yol, "bir sigara içimlik"tir."Hasat kalkınca" vuslat..."Hadi" diye sabırsızlanan acul, "Hele du bakalım. Sabah ola hayrola" diye savuşturulur."Yetişir mi"nin cevabı, ya müstehzi bir "Hayırlısı"dır, ya mütevekkil bir "Kısmet"!..***Gel de Ahmet Haşimin "Müslüman Saati"ni hatırlama
"Madem Amerika bizi parayla tehdit ediyor, aramızda para toplayalım, neyse verip kurtulalım."Benim gibi edebiyat dersinde Ömer Seyfettinin "Diyet"ini okuyarak yetişmiş milyonlar, bu resti iyi tanır.O öykünün kahramanı, hırsızlıktan mahkum olur. Şeriat gereği eli kesilecekken bir kasabın diyetini ödemesiyle kurtulur. Kurtarıcısının dükkanında kasaplığa başlar, ama o günden sonra adam her fırsatta "Ben olmasam elin yoktu" diye "diyet"i başına kakar. Sonunda bizimki satırı kaptığı gibi kolunu keser, "Al diyetini, hayrını gör" diye kasabın önüne atar; yürür gider.***Türkiye, aşağılık bir fırsatçı gibi resmedildiği ve "Toprağını açmazsan zırnık koklatmam" diye tehdit edildiği son pazarlıkta kolunu kesip Atlantik yönüne fırlatmıştır.Dün yağan ekonomik tedbirler, bu direnişin bedelidir.Lakin hiç şüpheniz olmasın ki; kanayan bir kolun sancısı, harcanacak insan canından da, para uğruna komşusunu boğazlayan bir tetikçi görüntüsünden de, emre amade bir muz cumhuriyeti rolünden de iyidir.***İnsanlar gibi, uluslar da, geçim kaygısıyla kendine saygısı arasında sıkışır kalır bazen...Böyle dönemlerde, çekilen sıkıntıyı hafifleten şey, baskılar karşısında başı dik tutabilmiş olmanın
Saat 19.00a geliyordu. Gizli oturuma giren Meclis Genel Kurulundan çıkarılan gazeteciler "Tezkere kabul edildi" haberlerini çoktan yazdırmış, resmen açıklanmasını bekliyorlardı.AKPden kaç ret çıkabileceğine dair "fire - toto" oynanıyor, en fazla tahmin, 30-40ı geçmiyordu.Bir tek camianın nabzını iyi tutmasıyla gazeteci Ruşen Çakır ürkek bir tonla "Zayıf bir ihtimalle ret çıkabilir" diyor, gülüşmelere yol açıyordu.Haber, basın koridoruna cemre gibi düştü.1 Martta Ankarada bahar böyle başladı.***Öğleyin AKP grubunda Tayyip Erdoğan gruptaki tereddütleri gidermek için masaya kendi siyasi istikbalini koymuş ve milletvekillerini tehdit etmişti:"Hayır demek Doğu Perinçeke, Cem Uzana Evet demektir".Son günlerde yakın çevresiyle "Ret çıkarsa ne olur" sorusunu tartışan Başbakan Gül, ise "Reddedilmesi seçeneğine de hazır olduklarını" belirterek, tezkereyi içine sindiremediğinin işaretini verdi.AKPli muhalifler, grupta kendilerine uzatılan göstermelik kupaya Genel Başkanlarını kandıracak "Evet" oyları attılar.Büyük sürprizi, Genel Kurula sakladılar.***Aynı saatlerde asıl muhalefet, Sıhhiyede doğuyordu.Yurdun dört bir yanından koşup gelen on binler, yalnız kaldığını sananlardan bir koca
Amerikan gazetelerindeki "meşum" karikatürlerden biri: "Tabii kocaoğlan, torpidonu limanıma sokabilirsin; ama bu sana 15 milyar dolara patlar.""Kocaoğlan" alışverişin müptezelliğinden mahcup; "şşşt, bağırma o kadar" diye yakarıyor.Karikatürün altında "Bel altı pazarlık" yazıyor.* * *Washington, Türkiyeyi bir yandan tehdit edip, bir yandan da fırsatçı bir "kumbara" gibi resmederek sonuç almaya çalışıyor.Ankara ise "Kestaneyi ateşten kim alacak" oyunu oynuyor.Cumhurbaşkanı, Meclis toplanacağı sırada "Savaş için Anayasanın istediği uluslararası meşruiyet koşulunun oluşmadığını" hatırlatıyor.Kuliste "Geç kalıyoruz, tezkereyi hemen çıkarın" diye hükümeti sıkıştıran asker, Fikret Bila aracılığıyla kamuoyuna "Rahatsızız. Tezkere onaylanmasın" mesajı veriyor.Başbakan Yardımcısı, "Karşıyım, ama imzaladım" diyor.Herkes savaşın sorumluluğunu Başbakanın üstüne yıkmaya çalışırken Gül, ısrarla susacağına "Cumhurbaşkanımızın ve askerimizin kaygılarına katılıyorum. Madem öyle, ben de yokum" dese, iş bitecek.Ama o da oyuna katılıp topu MGKya atıyor; "Yağma yok. Ortak imza atacağız" diyor.Cumhurbaşkanı hemen ikinci bir açıklama yapıp "Böyle bir şey istemediğini" söylüyor.Asker "Rahatsızız"
Saddamın tehlikeli bir diktatör oluşu mu?Onu yıllarca ABD beslemedi mi? Bush, Saddamdan daha tehlikeli değil mi? Çevremizdeki her diktatörle savaşıyor muyuz?Kuzey Irakta Kürt devleti korkusu mu?Irakın toprak bütünlüğünün yegane sigortası Saddam değil mi?Gerçek şu:Bir kabadayı, mahallemizin küçük kızını köşeye kıstırdı. Önce "Ayıp" filan diye mani olmaya çalıştık. Kabadayı öyle azgındı ki, korktuk.Baktık tecavüz kaçınılmaz, biz de katılıp tadına bakmaya karar verdik.Bunun adı her dilde, ahlaksızlıktır.***ABD, "Zaten kız belalı. Mahalleye mikrop yayıyor" diye bizi tecavüzün meşruiyetine inandırmaya çalışıyor."Çok kolay olacak. Sen de zevk alacaksın" diye sırtımızı sıvazlıyor.Halbuki bize düşen, kabadayı tecavüz ederken kızın kollarını tutmaktan ibaret...Ganimet, kızı haremine katan kabadayının olacak.İşi bitince, yardımımıza karşılık küçük bir harçlık atacak.Bunu bile bile, mahallemizin "tecavüzcü Coşkun"ları heyecanla uçkur çözüyor.Öyle anlatıyorlar ki, zaten gıdasızlıktan cılız düşmüş küçük kız hemen eteğini indirecek ve her şey "tereyağından kıl çeker gibi" olup bitecek.Ve sonra, kızın kimlere nasıl peşkeş çekileceği kararına biz de katılacağız.Bunun her dildeki adını
Ülkenizi, bir savaşa sokup sokmamaya karar vereceksiniz.Hem de dünyanın, halkınızın, cumhurbaşkanınızın, başbakanınızın karşı olduğu bir savaşa...İstenmediğiniz topraklarda, istemediğiniz bir harekata cevaz verecek veya itiraz edeceksiniz.***Farklı bir hükümet olma vaadiyle seçime girdiniz.Statükonun değil, halkın sesine kulak verecektiniz.Dünya egemenlerinin değil, mazlum milletlerin yanında olacaktınız.Zulme nokta koyacaktınız.Halk size inandı, oy verdi, hükümet oldunuz.Lakin iktidar denen turnusol kağıdı, anında sınava çağırdı sizi; getirip koydu önünüze tezkereyi...Amerika yaman bastırdı; hükümetiniz bir noktaya kadar direndi; sonunda "Burası demokratik bir ülke, kararı Meclis verir" deyip topu size, yani milli iradenin temsilcilerine attı.Ve işte diğerlerinden farklı olup olmadığınızın test vakti gelip çattı.***Dünya, "Savaşa hayır" diyor.Türkiye halkının yüzde 94ü savaşa karşı çıkıyor.Başından beri, savaşa katılmak için, anayasal bir zorunluluk olan uluslararası meşruiyeti şart koşan, BM Güvenlik Konseyi kararı isteyen Türkiye, şimdi gayri meşru bir saldırganlığın işbirlikçiliğine soyunuyor.Kürtlerle komşu olma korkusuyla Amerika ile komşuluğa zorlanıyor.Parasızlıktan
Bugüne dek görev yapanlar içinde pek azı masasında bunca büyük belayı bir arada bulmuştur:Irakta savaş, Kıbrısta çözüm, ekonomide kriz... Bir de bu işi "emaneten" yaptığını düşünürseniz...Abdullah Gülün, hislerini derhal ele veren bir yüzü var. Duygusu, sıkıntısı, öfkesi anında yüzüne yansıyor. O yüzden de kolay yalan söyleyemiyor.Özel sohbetlerde bazen düşüncelerini öyle içtenlikle paylaşıyor ki, danışmanları onu bir an önce uzaklaştırma çabasına girişiyor.Ne de olsa, insan ilişkilerinde maharet sayılan samimiyet, siyasette zaaf kabul ediliyor.***2 günlük Brüksel gezisinde onu yakından gözleme şansı buldum.Muhatabının gözlerine bakarak ve eliyle dokunarak konuşuyor.Tıpkı Kayseri Lisesinden okuldaşı Turgut Özal gibi...Gülle birlikte Osman Bölükbaşını, Korkut Özalı, Sadettin Bilgiçi, Mehmet Yazarı da yetiştiren lise bu...Hepsi, Anadoludan kopup gelmiş ve mazilerini unutmadan siyasette umur görmüş isimler...Kamuoyu, Gülü de Kayseride, babasının bahçesinde diz çökmüş kazan kaynatırken ki görüntüsüyle tanımıştı.Yer sofrasında yemek yediğini, zengin sofralarında çatal bıçak tutmaya çekindiğini anlatırdı.O masalara oturamayanların temsilcisi olarak siyasete girdi. Onların oylarıyla