Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bugüne dek görev yapanlar içinde pek azı masasında bunca büyük belayı bir arada bulmuştur:Irakta savaş, Kıbrısta çözüm, ekonomide kriz... Bir de bu işi "emaneten" yaptığını düşünürseniz...Abdullah Gülün, hislerini derhal ele veren bir yüzü var. Duygusu, sıkıntısı, öfkesi anında yüzüne yansıyor. O yüzden de kolay yalan söyleyemiyor.Özel sohbetlerde bazen düşüncelerini öyle içtenlikle paylaşıyor ki, danışmanları onu bir an önce uzaklaştırma çabasına girişiyor.Ne de olsa, insan ilişkilerinde maharet sayılan samimiyet, siyasette zaaf kabul ediliyor.***2 günlük Brüksel gezisinde onu yakından gözleme şansı buldum.Muhatabının gözlerine bakarak ve eliyle dokunarak konuşuyor.Tıpkı Kayseri Lisesinden okuldaşı Turgut Özal gibi...Gülle birlikte Osman Bölükbaşını, Korkut Özalı, Sadettin Bilgiçi, Mehmet Yazarı da yetiştiren lise bu...Hepsi, Anadoludan kopup gelmiş ve mazilerini unutmadan siyasette umur görmüş isimler...Kamuoyu, Gülü de Kayseride, babasının bahçesinde diz çökmüş kazan kaynatırken ki görüntüsüyle tanımıştı.Yer sofrasında yemek yediğini, zengin sofralarında çatal bıçak tutmaya çekindiğini anlatırdı.O masalara oturamayanların temsilcisi olarak siyasete girdi. Onların oylarıyla Başbakan seçildi.Bugün müzakere masasında bastıran Amerikalılara "Bunu halkıma anlatamam" diye direnmesi belki biraz da bu yüzden...***Krizlerle boğuşurken bir "Ecevit zarafeti"ni elden bırakmadığını da belirtmek lazım."Savaşa hayır" gösterisinden sonra karakola götürülen Tamer Karadağlıya telefonda "Kusura bakmayın" deyip devlet adına özür dilemesi alışmadığımız bir davranıştı.Brüksel meydanında kahve içmeye davet ettiğimizde "Şimdi oradakileri rahatsız etmeyelim" demesi veya kendisini öven bir meslektaşımızı "Bunları hak etmiyorum" diye araması da öyle...Hayvanseverliğin prim yaptığı bugünlerde - hem de eve yeni aldıkları köpek üst üste haber olmuşken - "Bayılırım köpeklere" demek yerine şunu söyledi:"Çocukken beni bir köpek kovalayıp ısırmıştı, o zamandan beri köpeklerden uzak dururum".***Göreve geldiğinde Irakla ilgili bir brifingde, savaşın ne zaman çıkabileceği, ne getirebileceğine dair konuşmaları dinlemiş ve sonunda çocuksu bir merakla sormuştu:"Yahu bir dakika!.. Barış olamaz mı?"Sonuna kadar bunu denedi."3 gününüz var. 48 saatiniz kaldı. Son 24 saat" blöflerine kulak asmadı. Ama en yakınındakileri bile esir alan bir ablukayla kuşatıldı."Amerikanın şakası yok. Derhal karar vermezsen bizsiz yapacak. Bizi masaya oturtmayacak" diyenler arttıkça sinirlenmeye başladı:"Bunu ayna gibi bana yansıtacağınıza, gidin onlara bizim koşullarımızı anlatın" diye çıkışır oldu.Herhalde o arada güvendiği pek çok dağa da kar yağdı.Yüzünde belirmeye başlayan tikler, ola ki hasımla yürüttüğü sinir savaşından çok, hısımla sürdürdüğü taviz kavgasının izleridir.***Tarihten biliyoruz ki, Amerika, kendine direnenleri affetmez.Dikkat ettiyseniz şu kriz sürecinde Beyaz Saray, denklemin içinde yer kapmaya can atan Tayyip Erdoğanı, Yaşar Yakışı, Ali Babacanı ağırladı; Abdullah Gül ise henüz Washingtona ayak basmadı.İhtimal, Bushun sofrasında yemek, Güle değil, daha "uyumlu" bir başbakana kısmet olacaktır.Ama "Gülün adı", yer sofralarında kolay unutulmayacaktır. can.dundar@e-kolay.net Ona "Türkiyenin en şanssız Başbakanı" demek herhalde yanlış olmaz.