Umurunuzda mı?

23 Mart 2003

Heyecan içinde Meclise koşuyoruz.Dünyanın beklediği karar çıkacak:Acaba Türkiye hava sahasını Amerikan uçaklarına açarak savaşa girecek mi?Yanımda uluslararası bir haber ajansının İngiliz muhabiri var. Basın locasından oturumu izliyoruz. İngiliz, ne konuşulduğunu merak ediyor. Kürsüdeki milletvekilinin sözlerini tercüme ediyorum:"Karnın yardım kazma ilen, bel ilen/Yüzün yırttım tırmığınen, el ilen"İngiliz hayretle, "Türkiye savaşa girmiş mi yani" diye soruyor."Yok", diyorum; "Karnı yarılan, adam değil, toprak. Bu, Aşık Veyselin bir şiiri. Bugün 30. ölüm yıldönümü de... Meclis onu anıyor".İlk mebus, konuşmasının sonunda dayanamayıp kendi şiirini okuyor.Ardından ikinci konuşmacı çıkıyor. O da "Dünya Şiir Günü" münasebetiyle uzun bir söylev attırıyor.Sonra üçüncü milletvekili, Kahramanmaraşa Çinden çelik mutfak malzemesi ithaline son verilmesini istiyor.Artık tercüme etmiyorum.Yarım saatin sonunda konuşulan konu şu:"Ergene Nehrindeki kirliliğin araştırılması için kurulan Meclis komisyonuna verilen sürenin uzatılması..."Bir CHP milletvekili, defterinin arasına sakladığı "Savaşa hayır" yazılı kağıdı gizlice basın mensuplarına gösteriyor.(Sınıf) Başkan(ı), "Arkadaşlar görmüyorum

Yazının Devamı

Bir Keloğlan masalı

22 Mart 2003

Her şey, Keloğlan masalındaki gibi gelişti.Zayıf diye küçümsenen, yoksul diye aşağılanan Keloğlan, cesaretiyle değilse de kurnazlığıyla, şaşkınlığıyla Cihan padişahını dize getirdi.Masaldaki gibi altından kalkamayacağı bir iş yüklenmişti:Haramilerle çarpışıp Padişahın kızıyla altınlarına konacaktı.Ödülü kapmak için akıl almaz alicengiz oyunları oynadı. Alttan aldı, üste çıktı. Hile yaptı, çamura yattı. Gücünü abarttı, hava attı. Kah öfkelendirdi Padişahı, kah sabrını taşırdı.Sonunda altınları alamadı, ama kızı kaptı:Savaşmadı sıvıştı.Şimdi onca maceradan sonra, Padişaha posta koymuş bir kahraman edasıyla, semersiz eşeğinin sırtında, masalın başladığı noktaya dönüyor.***Bakmayın siz Padişah için gözyaşı dökenlere...Pespaye bir pazarlığın suya düşmesiyle de olsa Türkiyenin bu çamurun dışında kalması iyidir.Krizin başından beri yazıyoruz:Bir petrol savaşı bu; Amerikanın kendi silahlandırdığı bir ülkeyi silahsızlandırma bahanesiyle yürüttüğü haksız bir saldırı...Uluslararası hukukun ve dünya kamuoyunun reddettiği bir işgal...Hak karşısında gücün, meşruiyet karşısında zorbalığın, diplomasi karşısında militarizmin baskısı...Bir bölge diktatörünü devirme gerekçesiyle bir dünya

Yazının Devamı

Peki niye yedik bu pisliği?

20 Mart 2003

Hani ırgatla ağa, at arabasında gidiyorlarmış da, ağa sıkıntıdan "Şu atın pisliğinin yarısını ye, araba senin olsun" demiş.Irgat pisliği yiyip arabaya konmuş, ağa ağlamaya başlayınca acıyıp pisliğin kalanını yerse, arabayı iade etmeyi önermiş.Pisliğin kalanını da ağa mideye göndermiş.Yola devam ederken ırgat gülümsemiş:"Ağam, yine sen ağasın, ben gene ırgat. Peki biz niye yedik bu pisliği?.."***Başkan Bushun "at pazarlığı" dediği bu muydu acaba?Atlantik ötesindeki ağamızla aylar süren pazarlıktan sonra bütün itibarımızı sıfırlamak pahasına geldiğimiz noktaya bakar mısınız:Savaşta Amerikan üsleri kullanılmayacak.Türkiyeye Amerikan askeri gelmeyecek.ABD de Türkiyeye zırnık yardım vermeyecek.Ne olacak peki?Amerikan uçakları Türk hava sahasından Iraka geçecek.Karşılığında Türk ordusu, Kürt devletini ve göçü engellemek için Kuzey Irakta üslenecek.Irakın toprak bütünlüğü ve Türkmenlerin hakları gözetilecek.Dünya Bankası ve IMFde ABD, Türkiyeye "güçlü destek" verecek.***Madem gelinecek nokta buydu; aylar önce bunu söyleyemez miydik?"Bu işte yokuz. Komşumuzu işgal için toprağımıza yabancı asker sokamayız. Ama bir müttefik olarak hava sahamızı açarız" diyemez miydik?Bu, çok daha itibarlı

Yazının Devamı

Hamza... kardeşim!..

18 Mart 2003

Bağdatın merkezinde bir apartman dairesinde yaşıyor.Futbolu seviyor.En büyük hayali, Saddamla tanışıp ona doğum gününü anlatmak...17 Ocak 1991 gecesi doğmuş Hamza... ABDnin Irakı bombaladığı gece...Babası Kuveyt sınırında askermiş, annesiyse evde yalnız...Saat 02de evlerinin yakınında bombalar patlayınca sancılanmış annesi... Komşuları sarmalayıp sığınağa indirmiş, sabaha kadar dişini sıkmasını söylemiş.Sabah gittikleri hastanede daha Hamzanın göbek bağı kesilmeden bombardıman başlamış yeniden; herkes sığınağa kaçmış. Hamza, ocak ayazında, elektrik ve kaloriferin yanmadığı, camları kırık bir hastane odasında çırılçıplak kalmış.Ömrünün ilk 3 gününü 300 kişiyle bir sığınakta sürekli ağlayarak geçirmiş. O günlerde erken doğum yapan çoğu annenin oksijensizlikten bebeğini kaybettiğini, kendisinin mucize eseri yaşadığını sonradan öğrenmiş.Ambargo yüzünden yeterince beslenemeden, ilaçsız büyümüş Hamza da, yaşıtları gibi... Ama dersleri iyi... Okulda 8 yıllık İran Savaşını okumuşlar, ama henüz son Körfez Savaşına gelmemişler.Bugün olup bitenlere dair tek bildiği, "düşman Amerika"nın onların toprağını ve petrolünü istediği... Doğduğu gün patlayan savaşın daha ağırının yaklaştığını

Yazının Devamı

Zülküf ile Süheyl

16 Mart 2003

Zülküf İsot Karstan gelmişti İstanbula...Ülkücü arkadaşları "Önemli bir iş var" demişti, ne olduğunu bilmiyordu."Gitme" diyen ablasına "Gitmezsem vururlar beni" dedi.Sabah, Beyazıt Meydanına içinde polislerin de olduğu bir minibüsle getirildi.Minibüste gözüne bir bomba ilişmişti.***Aynı sabah Süheyl Atay, 5.57 trenindeydi.Her gün o trene binmezse 7.45te Süleymaniyede devrimci grubu yakalayamıyor, okula onlarla gitmezse derslere giremiyordu. Ülkücü işgalindeki okula yalnız giden bir devrimcinin can güvenliği yok demekti.Dersten sonra gördüğü hocası Server Tanilliyi tedirgin bulmuştu:"Bugün bir olağanüstülük var. Dikkatli olun" demişti Server Hoca...O gün, onun da "son dersi"ydi.***Minibüste Zülküfün yanında kan kardeşi gibi sevdiği Latif Aktı vardı.Her eylemde birlikteydiler. En son birine işkence yapmışlardı. Zülküf, cop sokmuş; ama sonra, yaptığından çok rahatsız olmuştu.Bu kez minibüstekiler "Merak etme, sana iş düşmeyecek" diyordu.Zülküf bekliyordu.***Dersten sonra Süheyl, 150 kişilik grupla okul çıkışına geldi. Ancak bir tuhaflık vardı. Kendilerini hep arka kapıdan çıkaran polis, bu kez telaşla ön kapıya yönlendiriyordu.Üstelik her zaman çıkışta çevrelerine bir güvenlik

Yazının Devamı

Rahatsız ve iktidarsız

15 Mart 2003

"Asker rahatsız!""Hükümet iktidarsız!"Bu iki cümleyi ne çok duyduk geçen 57 yıl içinde...Asker, mütemadi bir tedirginlik içinde olageldi hep...Ve gelip geçen başbakanlar, seçim kazanıp da iktidar olamamayı bir türlü hazmedemedi.Son dönem, hükümette istediğini yapamayan ya da istemediğini yapmaya zorlanan her lider aynı şeyi söylemedi mi:"İçime sindiremiyorum".***"Rahatsız askerler" ocağı burası..."Hazımsız liderler" diyarı...Kapatılmış partiler, devrilmiş hükümetler mezarlığı...Ne yapsak, ne etsek, makul bir nizama oturtamıyoruz "Rahatsızlarla iktidarsızlar" arasındaki ilişkiyi...Buna "atanmışlarla - seçilmişler" ilişkisi de diyebilirsiniz.Veya "itilmişlerle kakılmışlar"...Öyle bir ilişki ki, sonunda mutlaka hır çıkıyor:Ya iktidarsızlar rahatsız oluyor;ya rahatsızlar iktidar!..***"Doğuştan iktidarsız", yeni bir hükümet kuruluyor işte..."Delikanlı", devletin milli siyaset belgesinin yazılı olduğu kırmızı kitapla tanışmaya geliyor.Senaryonun gerisini artık tecrübeyle biliyoruz:Kitabı okuyacak; okudukça orada - eğitimden savunmaya, diplomasiden diyanete - kendisine yazılacak fazla sayfa bırakılmadığını görecek.Ve o andan itibaren de "hazımsızlık" sorunları baş gösterecek.***Daha

Yazının Devamı

"O kadar kolay sanma delikanlım!"

11 Mart 2003

12 Eylüle 5 kala, sokakları kanlı bir bahar sabahında Fatihte, öldürülen bir İslamcı gencin cenaze töreni vardı (Bir Dönüşüm öyküsü, Ruşen Çakır - Fehmi Çalmur, Metis, 2001). Yürüyüş sırasında 400 Akıncı, jandarmayı görünce, solun bildik bir türküsünü İslami yorumla söylemeye başladı:"Ay ışığı jandarmanın süngüsünü yakıyor / Mahpus kardeş pencereden Akıncıya bakıyor / Jandarma biz Müslümanız / dostuz yalnız biz sana / Kurtuluşun İslamdadır / Elini uzatsana..."Ancak jandarma elini değil, silahını uzattı. Bunun üzerine Akıncı gençler başka bir "eylem"e başvurdu; gazeteleri, ceketleri yola serip namaza durdu.Jandarma namazın bitmesini bekledi, sonra da hepsini cemseye itekledi.Ertesi gün "İslam düşmanları ateşle oynuyor" başlığıyla çıkan Sebil gazetesinde eylemde başı çekerken gözaltına alınan bir gencin fotoğrafı vardı:"İslamcı gençliğin gerçek liderlerinden, MSP Gençlik Kolları Başkanı Tayyip Erdoğan..."***O günlerde "Haçlı seferleri"ne karşı cihad çağrısı yapan 26 yaşındaki "Akıncı Erdoğan"a deselerdi ki;"Ey İslamcı gençliğin lideri! 23 yıl sonra başbakan seçileceksin. Seçimi ABD büyükelçisiyle izleyeceksin ve ilk icraat olarak Müslüman komşuna saldırması için Amerikan askerini

Yazının Devamı

Önce leylekleri vurdular

9 Mart 2003

Buradan kovuyorlar.Doğal Hayatı Koruma Derneği "Yapmayın" demek için başvurmuş incirlik komutanlığına...Ama nafile...!Tüyden kanatlıların ölmesi gerek, çelik kanatlılar uçabilsin diye semada...* * *O kuşlar ki seyyahıydı bu toprakların; daha bizler gelmeden...Asırlarca kuşbakışı bakarak gelip geçtiler göç yolları üstünden...Üveyikler nesillerce uçtu, manyetik alanların çekişini tüylü karınlarında hissederek...Sığacıklar göçtü karla kaplı diyarlardan, ılık hava akımlarının sırtına binerek...Ebabiller, yalıçapkınları, ipekkuyruklar, baştankaralar, kah güneşin boyunu, kah samanyolunu gözleyerek, nehirlerle, sıradağları izleyerek baharın ülkesine doğru kanat çırptılar.Göçün seyrüsefer haritaları gösteriyor ki Anadolu, müşfik bir kervansaray gibi, bu kanatlı muhacirlere de kol kanat germiş, ev sahipliği yapagelmiştir, kim bilir nicedir.Bir ağaç dalında ispinozları doyurmuş, kuşluklarda ibibikler uyutmuş ve türküler yakmıştır turnaların ardı sıra...* * *Şimdi belki de asırlardır ilk kez, çalı çırpıdan koltuklar yerine, cana kıyan korkuluklar karşılıyor onları..."Leyleği havada görmeyi" seyahat alameti sayan bir toplum, ilk kez şefkat yerine garez sunuyor küçük konuklarına... yem yerine

Yazının Devamı