Biri karanlık... Şairin "En utangaç aşığın dilini çözer" dediği o canım karanlık...Kainatın aslında nihayetsiz bir zifiri kuyu olduğunu ancak yakamozlu bir gece, gökle deniz birleşince anlıyorsunuz.O telaşlı hayat, ışıklı makyajını silip siyahi kostümü içinde, dupduru yerleşiyor gökyüzüne...Bütün lambalar sönünce parıldıyor yıldızlar, tıpkı sahte ahbaplar ortalıktan çekilince çıkagelen gerçek dostlar gibi...Yorgun bir güz arifesinde, çakmak çakmak bir gökkubbenin eteğine sereserpe serilince, başına üşüşen yıldızların çapkınca göz kırpıştırmasında, neşeyle sonsuzluğa kaymasında huzur buluyor insan...Küçülüyor, zifiri kuyunun dibinden fezayı süzünce...Rütbeler manasızlaşıyor, onca yıldızı bir arada görünce...Ötesi......uçsuz bucaksız bir ebediyet hissi...***Üç şeyi özlemişim:Biri sessizlik...Ummanın kıyısında bir kuytuya saklanıp doğanın sesine kulak verin hele; işitin bir teknede tembel tembel gerinen ahşabın gıcırtısını, düzenli aralıklarla küpeştenin paçalarına dolanan dalgaların şapırtısını, açlıktan vakitsiz öten bir horozun vaveylasını, bir dağ keçisinin yardım isteyen çığlığını, rüzgarın ansızın hırçınlaşan ıslığını...Issızlığın dinginliğini...Seher serinliğinde güneşle
Yıl boyu yazı için klavye dövmekten parmak uçlarım sızlıyor. Biraz sızlanmama izin verirseniz sadece son bir haftamı özetleyeyim:Geçen Pazartesi Antalyadaydım. Salı Ankarada... Çarşamba İstanbulda... Perşembe Bingölde... Cuma Elazığda... Cumartesi sabah Malatyada, öğlen Antepte, akşam İstanbulda, gece Ankarada... Pazar, yarı baygın halde tatile uçtum.Yorgunum... çok yorgunum.İki hafta izin istiyorum sizden...Dönüşte sürprizlerim var.Yaz boyu neler yaptığımı göreceksiniz. Ve umarım "Yorulduğuna değmiş" diyeceksiniz.Eylül ortası yeniden buluşmak dileğiyle... can.dundar@e-kolay.net "...ben uzaklarda olacağım." Hayatımın en yoğun yazlarından birinin finalinde bitap haldeyim; daha beter bir güzün arifesindeyim ve hala tatil yapmadım.
Elazığ: Havada döndürülen parmaklar ("akıl hastanesinin kenti")Ve Malatya: Kulağı arkadan destekleyen bir el... Çünkü az işiten İsmet Paşanın kenti burası... Paşanın etkisi hâlâ öyle güçlü ki, geçenlerde heykelinin karşısına kurulan McDonaldsı, ahali "emperyalizmin simgesini, bağımsızlık kahramanının karşısına diktirmeyiz" diye kapattırmış. Burger King de zarar edip batmış. "Burası sanayi kenti değil; yemek yerken acelemiz yok" diye açıklıyor bir Malatyalı... Gastronomik meydan muharebesinde ekşili köfte, şimdilik hamburgeri püskürtmüş. Sağır dilsizler, kentleri nasıl "dile döker"? Bunun cevabını Malatyada ziyaretimize gelen bir özürlüden öğrendim: İstanbul: Dudağa değen işaret parmağı ("güzellik öpücüğü")... Diyarbakır: Orta parmakla diğer avuca vurulan fiske ("karpuz testi") Evliya Çelebi 17. yüzyılda Malatyanın erkeği ile kayısısını övmüştü: "Havasının güzelliğinden erkekleri kuvvetli olup ömürleri 60 - 70e ulaştığı halde dişleri inci gibi olur. 7 tür kayısısı olur ki, her biri 40 - 50 dirhem gelir".Erkeklerin el sıkışından, kayısıların tadından anlaşılıyor ki geçen 350 yılda Malatyada pek az şey değişmiş. Ancak Malatya erkekleri, kayısılarına eskisi kadar değer
Gıllo Ali bütün Elazığın tanıdığı bir kahraman... "Studio Kemaliye" adlı bir dükkandan aldım VCDsini... Taktım; bildiğimiz Gladyatör filmi... Ama alışılmadık bir dublajla... Ekrandaki ses Elazığ şivesiyle şöyle diyordu: "Barbar Sezo, (Sezar yani) gözü doymaz, pis bir ahlaka sahipti. Namı, Sivrice sahillerini kasıp kavuruyordu. Sezonun tek rakibi, marabasının büyük oğlu Gıllo Ali Diyatör idi. Yani kısaca Gladyatör..." Bu girizgahtan sonra film Russel Croweun düşmanlarına kafa tuttuğu sahneyle başlıyor: "Ne diysin la kofik (oyulmuş kuru patlıcan)! Nefsin var mı ulan zırto! Sıkıysa bizim bahçeye gel... Alayınız gelin layn! Hepiniz fıssınız." Ve savaşın zaferle bittiği sahne: Gıllo Ali "Bordoooo" diye bağırıyor, savaşçıları hep bir ağızdan yanıtlıyor: "Beyeeeez!" Bunlar, Elazığsporun renkleri...Öğreniyoruz ki, Warner Bros filmin Elazığlı "yapımcıları"nı milyar dolarlık bir davayla korkutunca "Gıllo Ali" işportaya düşmüş. ALAYINIZ GELİN!.. Hazar gölünde yürüdük sabah... "Gölde yürünür mü" demeyin; "Elazığın incisi" öyle bir çekmiş ki suyunu, düne kadar kürek çekilen yerlerde gezilir olmuş. Gölün ölümü, 1996da elektrik santralinin özelleştirilmesiyle başlamış. Santral, gölden çektiği
2nci Meşrutiyetten beri, yani neredeyse bir asırdır basından sansürün kaldırılışını kutluyoruz biz gazeteciler; kimi zaman yazdığımız yazılar nedeniyle hapiste, kimi zaman yaptığımız araştırmalar uğruna mezarda...Ne kutlama ama!..***Metin Tokerin 1. ölüm yıldönümünde, onun DP döneminde Akisteki yazıları nedeniyle hapse girdiği yıllara değinmiştim.O zamanki adıyla "Ankara Hilton"a, yani Merkez Kapalı Cezaevine konulup "Menderes Bulvarı" adı verilen koridorda volta attığı dönemde hapishane duvarlarının ardından Akisi çıkarmaya devam ediyordu.Anılarında ("Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, 1957 - 1960", Bilgi, 1991, s.193) bundan şöyle söz ediyordu:"Artık tecrübe edinmiştim: En sıkı cezaevinden, en dikkatli gözaltında dahi bir derginin, adeta bütün önemli yazılarının nasıl dışarı çıkarıldığını artık çok iyi biliyordum."***Ama DP hükümeti bilmiyor ve buna deli oluyordu.Geçen yazımda usta gazetecinin dışarı haber sızdırma tekniklerinden bir örnek vermiş ve ömrü boyunca sır gibi sakladığı "zulası"nı açıklamıştım:Bu, 2 yaşında kendisini ziyarete gelen kızı Gülsünün paltosunun cebiydi.Yazı yayımlandıktan sonra bir başka usta, Oktay Ekşi aradı ve "Bir sır da bende var. Madem ifşa edildi,
Sömürgeciliğin palazlandığı 18. yüzyılın başlarında yazılan roman, bir maceraperestin, düştüğü ıssız adada, doğaya hakim olma mücadelesini anlatır.Robinson, orada yamyamların elinden kurtardığı Cuma ile "dost" olur. (Engelsin "Anti - Dühring"deki tabiriyle "elde kılıç Cumayı köleleştirir".)Şimdi "uygar beyaz adam", doğayı dize getirmekteki becerisini, bu "zavallı köle"yi medenileştirmekte gösterecek, ondan sadık bir hizmetkar yaratacaktır.***Tayyip Erdoğan, ABDnin Irak için Türkiyeden asker talep ettiğini iftiharla açıklarken "Türkiye, ABD ile stratejik ortaklığını gayet ileriye götürmektedir" deyince bir an çocukluğumun Cuması dile geldi sandım.Zavallı Cuma da muhtemelen romana "dostluk" diye yansıtılan bu "efendi - köle" ilişkisini kendi açısından "stratejik ortaklık" diye tanımlıyor ve işe koşuldukça "Efendimle ortaklığımız gelişiyor" diye seviniyordu.Üstelik, o zamanlar Robinsonun sömürgeciliğini "dostluk alameti" olarak pazarlayacak bunca yorumcu da yoktu.Robinsonun dostluğu, gücünü, elindeki kılıçtan alıyordu.***Şimdi Irakta, "beyaz adam"ın başı dertte...Oraya kılıçla "medeniyet" götürdü, ama "yamyam kıymetini bilemedi"; her gün birkaç beyaz adam avlayarak direniyor.Robinson
Hepsi, 1. ölüm yıldönümünde Metin Toker'i anmaya gelmişti.Onun favori yemeği pastırmalı fasulye ve pilav yendi, ardından helvası kaşıklandı.Tanıyanların ağzından, ondan unutulmaz anılar dinlendi; "gazeteci olan adam" saygıyla yad edildi.Bir ara kızı, CHP milletvekili Gülsün Toker anlattı babasını...Anlatırken pek kimsenin dikkatini çekmeyen bir cümle kaçırdı ağzından...Babasının hapishane yıllarından söz ediyordu; "Ben daha bebektim" dedi, "...ama sonradan öğrendim ki, o yıllarda önemli bir misyon üstlenmişim."Birden beynimde bir ışık yandı.Cinayeti aydınlatacak düğümü yakalamış bir dedektif gibi sevindim."Metin Toker'in büyük sırrı"nı çözmüştüm. ***Öykü şu:1950'li yıllar... DP hükümeti, Metin Toker'le uğraşıyor...Bu yolla bir taşla iki kuş vuracak:Hem kayınpederi İsmet Paşa'yı, hem dergisi sivri dilli Akis'i...DP'li Mükerrem Sarol'la ilgili haberlerinden ötürü açılan bir dava mahkumiyete giderken CHP'liler Toker'e milletvekilliği teklif ediyor. 1957 seçimlerine girip vekillik zırhına bürünerek cezadan kurtulması mümkün... Ama Toker reddediyor bu öneriyi:"Ben gazeteci kalmak istiyorum" diyor ve bu cevabıyla kontenjanda kendisine ayrılan yeri genç gazeteci Bülent Ecevit'e terk
Azrail nicedir Şövalye'nin peşindedir.Ve Şövalye, oyunda ruhunu koyar ortaya..."7. Paket" de hükümet için benzer bir satranca dönüşeceğe benziyor:Burada mat olursa, sonuna gelinen uyum çabaları ruhunu kaybedecek. Ingmar Bergman, sinema tarihine geçen başyapıtı "7. Mühür"de bir Şövalye'ye Azrail'le satranç oynatır. Baykal: "Dikişleri attırır" Baykal "paketin demokrasinin dikişlerini attıracağından" endişeli...CHP, AKP'nin Avrupa Birliği uyum çabalarını kullanarak asker engelini aşmaya ve kendisine yol açmaya çalıştığına inanıyor. AB'nin taleplerinin 6 paketle yerine getirildiğini ve son pakete gerek olmadığını düşünüyor. Önce pakete muhalefetin tepkisini yoklayalım: Asker yarısına itiraz etti Başbakanlık, 7. paketi hazırladıktan sonra görüşünü almak üzere Genelkurmay'a da yollamıştı. Asker, eleştirilerini önceki gün, kapsamlı bir mektupla bildirdi."Genelkurmay, paketin yarısına itiraz ediyor."Bir defa, doğrudan askeri ilgilendiren konuları hazırlarken kendilerine danışılmamasından şikayetçiler."Yönteme ilişkin" bu eleştiriyi, içerikle ilgili endişeler izliyor:MGK'nın etkinliğinin sınırlandırılması, genel sekreterin seçiminde Genelkurmay'a danışılmaması gibi hususlar bu cenahta