Futboldan anlayan da, anlamayan da seviyor onu. Tıpkı Fenerbahçeliler’in, Beşiktaşlılar’ın ve Galatasaraylılar’ın sevdiği gibi... Çünkü o sadece iyi bir futbolcu değil, aynı zamanda bir yıldız. Hem de bir Brezilyalı olarak kendini Türkiye’de kabul ettirmiş, bizden biri olmuş, ailesi ve yaşantısıyla örnek olmuş bir yıldız.
Ekim 2012’de hiç beklenmedik bir şekilde Türkiye’den ayrıldı Alex. Her şeyin sorumlusu aslında biraz da Twitter ve medyaydı.
Belli ki hiç düşünmeden, sonucunun nereye varabileceğini hiç tahmin etmeden meşhur ‘kıskançlık’ tweet’ini attı; doğal olarak medya alıp bu tweet’i büyüttü.
Sonuç; daha yeni heykeli dikilen adam bir anda gönderildi ya da daha doğrusu gitmek zorunda bırakıldı. Hem de başkan ve teknik direktör tarafından düşman ilan edilerek.
Sanki Fenerbahçe’nin başına gelen en
kötü şey Alex’miş gibi davranıldı.
Cuma gecesi Zorlu Center’a yaklaştığınız anda güvenlik soruyordu, “Nereye geldiniz? Galaya mı, Elle’ye mi?”
Önce Zorlu PSM’de ‘Son Umut’un galasına uğruyoruz. Çok tanıdık isim var ama yine de sönük gala...
Tam Elle Style Awards’a geçmeye hazırlanırken; kapıda Yılmaz Erdoğan-Belçim Bilgin, sonra Russell Crowe ve Cem Yılmaz görünüyor. Russell Crowe’un fotoğrafını çekmek için herkes birbiriyle yarışıyor.
“Filmi izlemek mi, Raffles oteldeki Elle Style Awards mı?” diye soruyoruz... Filmi 26 Aralık’ta vizyona girdiğinde bilet alıp izlemek nasılsa mümkün diye, soluğu Raffles’da alıyoruz. Ödül töreni bu yıl TEMA Vakfı yararına yapılıyor.
Çoğunluk, davetliler yerine; bilet alanlardan oluşuyor. Belki bu yüzden, belki de geleceklerin bir kısmı filmi izlemeyi tercih ettiği için daha önceki yıllardan farklı bir kalabalık var Elle Style Awards’da.
‘HANDE’LER ÖDÜLÜ HAK ETTİ
İstanbul gecelerinden bildiriyorum. Bu kez değişiklik yapıp hem 90’ların gece hayatına gideceğiz hem de yeni mekanlardan bahsedeceğiz...
İstanbul gece hayatıyla tanışmam ortaokulda Cities ile oldu. İlk yeri Etiler’de
üç katlı bir evdi. 21 yıl önce üç ayrı şehrin müzik ve eğlence anlayışını vâdediyordu. İlk katta Londra’nın underground müziği ve kendi tabirleriyle “marjinal bir dekor”, orta katta 80’ler müziği ve Paris’ten esinlenen antikalarla süslü dekor, en üst katta ise Bursa adıyla Türk müziği vardı.
O yıllarda Cities denince akla sadece Etiler’deki mekan değil, Sahir Erozan da geliyordu. Şimdi Maça Kızı’nın sahibi olarak tanıdığımız Sahir Erozan o zamanlar Maça Kızı’yla ilgilenmiyordu. Maça Kızı daha Türkbükü’ne taşınmamıştı, Sahir Erozan’ın annesi, “Maça Kızı Ayla” lakaplı Ayla Emiroğlu işin başındaydı. Çünkü Sahir Erozan o zamanlar Washington DC’de eski arabaların satıldığı iki katlı, 1.400 metrekarelik bir mekanda 1987’de açtığı Cities’i işletiyordu ve Cities o dönem çok popülerdi. Birinci kat restoran, bar, üst kat ise kulüptü.
Mekanı dört ayda bir yıkıp yıkıp yeniden yapıyordu. Her seferinde farklı bir ülkeyi tema olarak seçiyor, o ülkeye has dekore ediyor, o
Bebek’te bir showroom’dayım. Karşımda Hüseyin Çağlayan, Han Tümertekin, Kadri Soygül-Coşkun Kutbay var. Paris’te birlikte yaptıkları projeyi İstanbul’da ilk defa birlikte anlatıyorlar.
Kadri Soygül ve Coşkun Kutbay, Vizyon Deri’nin kurucuları.
Aklınıza gelebilecek neredeyse bütün havalı yabancı markalara üretim yapıyorlar. Son yıllarda Paris’te kurdukları VSP markasıyla moda dünyasında markalaşmaya doğru emin adımlarla ilerliyorlar.
İlk büyük adım, Paris’in bohem bölgesi Marais’de bir flagship mağaza açmaları oluyor. Mağazanın tasarımını ‘Ağa Han’ ödüllü mimar Han Tümertekin’e emanet ediyorlar. VSP, Peace for VSP koleksiyonlarının yanısıra bir de dünya çapında tanınmış bir moda tasarımcısı ile işbirliği yapmaya karar veriyorlar ve Hüseyin Çağlayan ile anlaşıyorlar. VSP Chalayan kapsül koleksiyonu işte böyle ortaya çıkıyor ve işbirliğinin şimdilik üç sezon devam etmesi planlanıyor.
Koleksiyondaki parçalar çok fonksiyonlu, fermuarlarla şekilden şekile giriyor. Bir anda bambaşka bir parçaya daha kavuşmuş oluyorsunuz.
VSP Chalayan koleksiyonunu Beymen, Harvey Nichols, Brandroom gibi mağazalarda bulmak mümkün. Yine de Paris’e yolunuz düşerse Marais’deki mağazayı görmekte
Önceki akşam gerçek-leşen British Fashion Council (İngiliz Moda Konseyi) ödülleri, modanın kalbindeki son durumu özetliyor. Ödülleri kazananlara ve sahnede takdim edenlere baktıkça daha da iyi anlıyoruz...
WINTOUR’UN GÜCÜ
Amerikan Vogue’un ‘Şeytan Marka Giyer’ filmine ilham veren efsane yayın yönetmeni Anna Wintour, ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü John Galliano’nun elinden aldı.
Çılgın kıyafetleriyle tanınan Galliano, Dior’daki kreatif direktörlük görevini Paris’te bir barda sarhoşken, Yahudiler hakkında yaptığı korkunç konuşmaların internete düşmesi sonucunda kaybetmişti.
Papa’nın İstanbul ziyaretinden en çok akılda kalan; mütevazı araba seçimi oldu...
Papa; güvenlik nedeniyle de olsa, kendisine zırhlı son model lüks bir araba tahsis edilmesini istemedi. Önce bir İtalyan markası için diretti, baktı olmadı markayı umursamadı, mütevazı olduğu sürece sorun çıkarmadı.
Sonuç; Papa’nın giderayak söylediklerinden çok, bindiği aracın 80 bin kilometrede olmasından, 30 bin TL değerinde olmasına kadar birçok bilgiyi ezberledik.
Ben de aynı günlerde dünyanın en lüks otomobil markalarından Rolls-Royce’un İngiltere’nin Goodwood kentindeki fabrikasını ziyaret
ediyordum. Fabrika, daha çok steril bir laboratuvarı andırıyordu.
Üretimin yüzde 50’den fazlası tamamen müşterinin isteklerine göre yapılıyor. Pembe Chanel rujunu getirip, “Arabamı bu renk istiyorum” diyen de oluyor, arabanın tavanını yıldız görünümlü ışıklarla kaplatanlar da...
Hatta pırlantalarla süslü bir de konsol görüyorum fabrikayı gezerken.
Uniq Müze’deki “Muhteşem Yüzyıl: Teşhir-i İhtişam” sergisinde kendinizi Topkapı Sarayı’nın Harem’inde gibi hissediyorsunuz. Peki ama sarayı mı, bu sergiyi mi yoksa ikisini de mi gezmeli?
Karanlık bir dehlizden geçiyorum. Lunaparklardaki korku tünellerini andırıyor biraz. Sonra gözümün önüne geliyor, Hürrem’i ilk gördüğümüz sahne. İşte o gemideyim. Kalabalığı aşabilirseniz dalgaların sesini duyabilir, geminin sallanışını da hissedebilirsiniz. Gemiden indiğinizde ise saraydasınız.
Valide Sultan, Mahidevran ve Hürrem’den sonra şimdi ben de Harem’deyim. Harem denince aklımıza hep padişahın kadınları geliyor ama aslında Harem, padişahın evi demek. Padişah Harem’de Has Oda’da yaşıyormuş. Annesi, kız kardeşi, eşleri ve çocukları da aynı çatı altında. Padişahla kadınlar ve çocuklar arasında sadece Altın Yol var. Altın Yol, padişahın özel günlerde altınlar atarak yürüdüğü yol. Bizim Sultan Süleyman’ı, Halit Ergenç’i defalarca izledik bu yolda.
Şimdi ise Feryal Gülman’dan Semiramis Pekkan’a dizinin hayranları selfie’ler çekerek yürüyor. Bir yandan kostümler inceleniyor, bir yandan dekor.
Süleyman’la bir kare
“Muhteşem Yüzyıl” karakterleri için heykeltıraş Murat Daşkın
Kim ne derse desin, fıtratımızda var çalışmak; yaratıcı, üretken ve ilham veren kadınlardan bahsedeceğiz bugün.
Soluksuz izliyorum İz TV’deki sualtı belgeseli Derin Tutku’yu.
Tanıdığım için çok mutlu olduğum iki harika kadının hikayesi aslında bu.
Biri dünya dalış şampiyonu Şahika Ercümen, diğeri ise sualtı fotoğrafçısı Ayşegül Dinçkök.
İkisi de müthiş mücadele veriyor sualtında. Şahika bir deniz kızına dönüşüyor, suyun içindeki süzülüşü bile izleyeni hipnotize etmeye yetiyor. Süzüle süzüle Ayşegül’ün objektifine poz veriyor. Ayşegül’ün işi daha da zor. Bırakın sualtında, stüdyoda bile fotoğraf çekimi kolay iş değil. Bir de üstüne, elinizdeki fotoğraf makinesinin ağırlığıyla hareket halinde olan bir hedefi görüntülemek daha da zor.
İz TV, Şahika ve Ayşegül’ü Kaş’ta bir araya getirmiş, hem harika bir fotoğraf çekimi ortaya çıkmış, hem de dalışların ve sualtı çekiminin perde arkası nefis bir belgesel olmuş.
Bu akşam ve yarın akşam İz TV’de tekrarı var. Mutlaka izleyin.