Papa’nın İstanbul ziyaretinden en çok akılda kalan; mütevazı araba seçimi oldu...
Papa; güvenlik nedeniyle de olsa, kendisine zırhlı son model lüks bir araba tahsis edilmesini istemedi. Önce bir İtalyan markası için diretti, baktı olmadı markayı umursamadı, mütevazı olduğu sürece sorun çıkarmadı.
Sonuç; Papa’nın giderayak söylediklerinden çok, bindiği aracın 80 bin kilometrede olmasından, 30 bin TL değerinde olmasına kadar birçok bilgiyi ezberledik.
Ben de aynı günlerde dünyanın en lüks otomobil markalarından Rolls-Royce’un İngiltere’nin Goodwood kentindeki fabrikasını ziyaret
ediyordum. Fabrika, daha çok steril bir laboratuvarı andırıyordu.
Üretimin yüzde 50’den fazlası tamamen müşterinin isteklerine göre yapılıyor. Pembe Chanel rujunu getirip, “Arabamı bu renk istiyorum” diyen de oluyor, arabanın tavanını yıldız görünümlü ışıklarla kaplatanlar da...
Hatta pırlantalarla süslü bir de konsol görüyorum fabrikayı gezerken.
Ahşap ve deri atölyeleri de büyük bir titizlikle çalışıyor. Ahşapta da, deride de tek bir pürüze bile tahammülleri yok. Vergisiz taban fiyatı 230 bin euro olan bir arabadan söz ediyoruz. Bu rakamlar hiç pürüz kaldırmıyor tabii.
Her arabanın önünde ‘Spirit of Ecstacy’ amblemi var. Bu amblem, ilhamını bir kadından alıyor ve kollarını yana açarak uçmaya hazır bir kadının heykeli bütün arabaları süslüyor.
KADIN MÜŞTERİLERİ GİTTİKÇE ARTIYOR
Markanın ve amblemin hikayesini şöyle bir hatırlayalım...
Henry Royce 1884’te elektronik ve makine üreten bir fabrika kuruyor. 1904’te ise ilk otomobilini yapıyor. Aynı yıl Londra’da otomobil satan Charles Rolls’la tanışıyor. İkili işbirliği yapmak üzere anlaşıyor.
Royce’un yaptığı otomobilleri Rolls satmaya başlıyor. Böylece otomobillerin adı Rolls-Royce oluyor.
‘Spirit of Ecstacy’ ise Henry Royce’un sevgilisi Emily’yi temsil ediyor. 1911’den beri, her yaptıkları arabada yer alıyor bu amblem...
Rolls-Royce, kadınları önemseyen bir otomobil markası olmasıyla övünüyor. Bunun için de zaman zaman moda dünyasıyla işbirlikleri yapıyor. Örneğin, Karl Lagerfeld’den
Rankin’e moda fotoğrafçıları da Rolls-Royce için özel sergiler hazırlıyor.
Giderek daha çok sayıda kadın müşterileri olduğunu söylüyorlar. Bunu hem Ghost modelinin Phantom modeline oranla daha feminen olmasına, hem de dünyada artık kendi kendini lüks otomobilerle ödüllendirebilen daha çok iş kadını olmasına bağlıyorlar. Özellikle Rusya ve Çin’de çok kadın müşterileri var.
Türkiye pazarına girdikleri için ise çok mutlular. “1 yılda bu kadar büyük bir büyüme beklemiyorduk” diyorlar. Şaşırıyor muyuz? Hayır!
ARABA MODASINDA GECE MAVİSİ ÖNDE
Yılda ortalama 3 bin 600 araba üretiyorlar. Müşterilerinin artık arabalarını kendileri kullandıklarını, şoföre ihtiyaç duymadıklarını da anlatıyorlar.
Yaşam tarzı değişikliklerini yakından takip ediyorlar. Kişiye özel otomobillerin öneminden bahsediyorlar. Yine de fabrikaya bakınca arabaların hepsi neredeyse siyah, lacivert, bordo, beyaz. Tek farklı renk gece mavisi oluyor.
Demek ki, bu yılın araba modasında gece mavisi öne çıkıyor...
İtiraf etmeliyim, arabalardaki özel isteklere baktıkça abartılı ve zevksiz bulduklarım da oluyor. Ama Rolls-Royce yetkililerinin cevabı hazır: “Biz kimiz ki, zevkli ya da zevksiz diye değerlendirme yapabilelim?”
Haksız da değiller tabii.
ORMANDA HEYKEL PARKI
Goodwood’da beni etkileyen otomobil fabrikasından çok, Goodwood Sculpture Park oluyor. Burası, orman içinde bir heykel parkı.
Biz hâlâ parkları, heykelleri yıkmaktan söz ederken; medeni ülkeler ziyaretçilerin ücretsiz gezebildiği heykel parkları yapıyor.
Goodwood’da Cass Sculpture Foundation adlı vakıf; hem genç sanatçılara fırsat veriyor, hem de tanınmış sanatçıları destekliyor. Cass Ailesi servetlerinin önemli bir bölümünü bu vakıfa ayırmış.
Vakıf, her yıl belli bir bütçeyi sanatçıların projelerine ayırıyor. Daha sonra heykeller parkta sergileniyor ve satışa da çıkıyor. Satıştan elde edilen gelirin yüzde 50’si sanatçıya veriliyor, yüzde 50’si ise vakfın bütçesine aktarılıyor ve böylece yeni sanat eserlerinin üretimine destek olunuyor.
Parkta Marc Quinn’den John Davies’e birçok tanınmış sanatçının eserine de rastlıyorsunuz. İçiniz açılıyor. Türkiye’den şimdiye kadar vakfa başvuran sanatçı olmamış, “Herhalde vakfımızdan haberdar değiller. Oysa her ülkeden sanatçılara kapımız açık” diyorlar.
Varlıklı ailelerin ormanlara, parklara inşaat yapmak dışında da bir şeyler yapabildiğini görüp umuda kapılıyorsunuz. Nerede olduğunuzu kısa bir süre de olsa unutarak. Sırf bu parkı görmek için bile Londra Heathrow Havalimanı’ndan
1.5 saat uzaklıktaki Goodwood’a gidilir.