Futboldan anlayan da, anlamayan da seviyor onu. Tıpkı Fenerbahçeliler’in, Beşiktaşlılar’ın ve Galatasaraylılar’ın sevdiği gibi... Çünkü o sadece iyi bir futbolcu değil, aynı zamanda bir yıldız. Hem de bir Brezilyalı olarak kendini Türkiye’de kabul ettirmiş, bizden biri olmuş, ailesi ve yaşantısıyla örnek olmuş bir yıldız.
Ekim 2012’de hiç beklenmedik bir şekilde Türkiye’den ayrıldı Alex. Her şeyin sorumlusu aslında biraz da Twitter ve medyaydı.
Belli ki hiç düşünmeden, sonucunun nereye varabileceğini hiç tahmin etmeden meşhur ‘kıskançlık’ tweet’ini attı; doğal olarak medya alıp bu tweet’i büyüttü.
Sonuç; daha yeni heykeli dikilen adam bir anda gönderildi ya da daha doğrusu gitmek zorunda bırakıldı. Hem de başkan ve teknik direktör tarafından düşman ilan edilerek.
Sanki Fenerbahçe’nin başına gelen en
kötü şey Alex’miş gibi davranıldı.
AYRILMAYI DA BECEREMEDİK
Sorun Alex’le yolların ayrılması değildi aslında... Her futbolcu belli bir yaşta futbolla vedalaşmak zorunda kalıyor. Zaten pazar günü, tam 2 yıl 2 ay sonra Alex de futbolu bıraktı.
Alex gibi efsane bir futbolcuyla da her
zaman yollar ayrılabilir ama önemli olan
yolların nasıl ayrıldığı.
Her ayrılıkta ne yazık ki çirkeflik oluyor. Hiç ummadığınız insanlar, birer canavara dönüşebiliyor. Bugüne kadar onlar için yaptıklarınız bir çırpıda unutulabiliyor.
Alex bir yandan takımla böyle kötü bir ayrılık yaşadı, bir yandan da Beykoz’da evinin bulunduğu sitede güvenliği bile aşıp kapısına kadar gelen ve “I love you Alex” tezahüratları yapan fanları vardı. Üstelik bu fanların hepsi Fenerbahçeli de değildi, başka takımların taraftarları da Alex’i uğurladı.
Çünkü onlar da Alex’in farkının farkında. Alex, yine efendiliğini bozmadı. Taraftarlarla “Sarı-lacivert” diye tezahürat yaptı, sonra da kibarca gitmelerini rica etti çocukları korktuğu için. Hani Brezilya’ya gittiklerinde “Eve (Türkiye’ye) dönelim” diye söylenen çocukları için.
“TARAFTAR KAZANDI...”
Alex, Fenerbahçe’yle ilişkisinin bitmesini de, “Bir futbolcu kaybetti ama bir taraftar kazandı” diye yine herkesin kalbini kazanacak şekilde özetledi.
Şimdiye kadar ligde en çok forma giymiş, gol kralı olmuş bir futbolcu olabilir. Ama ben ve eminim daha birçok kişi futbolundan da çok, asıl Alex’in duruşunu seviyor.
Bizden biri olmasını seviyoruz ve doğrusu böyle bir ayrılığı ne ona, ne de Fenerbahçe’ye yakıştırabildik. Özellikle lig başladıktan
sonra.
Madem böyle bir karar alınacaktı, sezon başlamadan alınamaz mıydı? Madem bir kriz yaşandı, daha iyi yönetilemez miydi? Teşekkür ederek, el sıkışarak uğurlanamaz mıydı Alex? Fenerbahçe gibi büyük bir futbol takımına yakışan bu, olmaz mıydı?
Hadi bunları yapamadık. Peki ama Alex’in Brezilya’daki jübile maçıyla ilgili ne yaptık?
İlgili ilgisiz her konu için sosyal medyada mesaj yayınlayan futbolculardan, eski arkadaşlarından bir destek mesajı bile gelmedi Alex’e.
Gökhan ve Kuyt dışında.
Yine de Alex her şeye rağmen son maçında Fenerbahçe bayrağıyla sahaya çıkarak bir kez daha örnek oldu bize.
MERYEM’i KENDiMiZE BENZETTiK
Sonunda Meryem Uzerli’yi de kendimize benzettik. O doğallığı, bozuk Türkçesiyle samimi konuşması, hayranlarıyla da basınla da herkesle iyi geçinmesi, kilolarıyla da barışık olması derken hepimizin kalbini fethetti. Biz onu evimizin medeni ve samimi kızı haliyle sevdik.
Tükenmişlik sendromunu bile kabullendik, saygı duyduk, diziyi yüzüstü bırakmasına rağmen.
Çünkü insanlık hali, olabilir, hepimizin başına gelebilir hissi verdi yaşadıklarıyla Meryem Uzerli.
Şimdi ise Karaköy’de parti çıkışı verdiği imaj bambaşka. Arabayı giriş izni olmayan sokakta kapının önüne çekmeler, kapüşonuyla yüzünü
kapatıp fotoğrafçılardan gizlenmeler derken sıradan bir ünlüden farkı kalmadı işte.