Hep dedik, holdingleri yönetebilirsiniz, iş hayatınızda başarılı olabilirsiniz, ne var ki Türk futbolunun lokomotif takımlarını yönetmek, asla kolay değildir, donanım ve beceri ister.
Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray ve de Trabzonspor... Taraftar kitlelerini kantara koymaya gerek yok, milyonlarcadır.
Bu kulüplerimizi yönetmek sevgi işidir, fahri bir görevdir. O koltuklara seçilenlerin sorumlulukları öyle az buz değildir. Ağzınızdan çıkacak her kelimeyi cımbızla seçeceksiniz, kendi başarısızlıkları örtme adına, farklı kulvarlara saparsanız, sonra bumerang gibi size döner!
Bizler, bazı renklere gönül versek, gazeteciyiz, taraf olamayız. Yorumlarımızda asla ‘forma’ yoktur, ‘doğrular’ vardır. Örnek, Beşiktaş - Trabzonspor maçı... Hakem Metin Kalkavan... Ne dedik, Quaresma’nın atılması gerekirdi, Kalkavan atamadı! Ne dedik, Atiba’nın hareketi penaltıydı, Kalkavan pozisyonu süzemedi! Evet, Kalkavan kötü yönetimiyle skor tabelasını etkilemiştir. Tüm bu olumsuzlukları karşın Mete Kalkavan’ın kötü niyetli olduğunu bize asla kimse söyleyemez. FIFA kokartını boşuna takmadı. İyi hakem olduğunu, hak ettiğini biliyoruz. Ancak, bildiğimiz bir gerçek var ki, o da hakeminde insan olduğunu ve hatalar
Trabzonspor’un ligdeki fotoğrafı negatif... Zirveyi yakalaması ve yarışa girmesi çok zor. Yabancılara bakıyorum, öyle elle tutulur, ahım-şahım değiller. Şimdilik! Takım olma yolunda ise emekleme evresinde! İçeride dışarıda sürekli puan kayıpları yaşayan bordo-mavili ekibin bu tabloda nasıl toparlanacağını merak ediyoruz doğrusu! Ancak ikinci yarıdaki tempolu oyunu, ilerisi için belki ilaç olabilir. İkinci yarıda oyuna ortak oldular, ama yenilmekten kurtulamadılar.
Savunması inanılır gibi değil... Rhodolfo’nun attığı ilk gole bakın, acemiler mangası gibiler. Rhodolfo kafaya çıkıyor, savunmada yedi oyuncu seyrediyor, sanırsınız ki toplu fotoğraf çektiriyorlar! Adam paylaşımı ise sıfırın altında sıfır...
Napoli maçından yorgun çıkan Beşiktaş, Rhodolfo’un kafa golüyle öne geçti, Cenk Tosun’un penaltısıyla farkı ikiye çıkardı.
Şimdi gelelim maçın kırılma anına... Aboubakar, 40’ta kaleci ile karşı karşıya kaldı, sağında Quaresma bomboş, o vurmayı tercih etti, top auta gitti! Ver Quresma’ya farkı üçe çıkarsın... Yooo, illa beyefendi atacak ya!
Ne oldu vermedin... Yusuf Erdoğan faturayı kesti, zorluk derecesi yüksek bir gole imzasını atarken, Trabzonspor’a da moral aşıladı, direncini
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı taa gençlik yıllarından tanırım. Çalışkandır, tez canlıdır, iş bitiricidir, lafını sakınmaz, içinden geçeni söyler. Divan toplantısında ‘amele gibi çalıştım’ lafı, abartı değil, doğrudur. Ne zaman yolum inşaata düşse, başkan Orman hep oradaydı. Baretiyle çalışanlara eşlik ettiğini gözlerimle gördüm. Benzetme yerindeyse, başkan orada yattı, orada kalktı. Bir yanda modern bir stat, diğer yanda zor şartlar altında elde edilen şampiyonluk... Vallahi, eğri oturacağız, doğruyu söyleyeceğiz. Başkan Orman ve ekibi büyük işlere imza attı, övgüyü de, alkışı da fazlasıyla hak etti. Teknik direktör Şenol Güneş ve ekibi de asla boş durmadı, onca zorluğu bir bir aşarak, ipi göğüsledi. Hem yönetim, hem takım müthiş bir başarıya imza attılar, helal olsun onlara.
Efendim, öyle para-pul işlerinden anlamam... Cebimdeki parayı saymayı bile beceremem! Diyeceğimiz o ki, kalkıp kulübün borçlarıyla ilgili ahkam hiç ama hiç kesemem. Bir süredir bu para-pul işleri tartışılıyor Beşiktaş’ta... Tatsızlıklar olmuyor değil. Ne var ki, pazar günü yapılan Divan Kurulu’nda izlediğim kadarıyla ‘birlik-beraberlik’ çağrıları öne çıktı, hoşuma gitti. Neticede söz konusu Beşiktaş’ın
Tosic, 23’te sakatlandı, yerini Cenk Tosun’a bıraktı, Adriano asıl yerine dönüş yaptı. Bunu niye hatırlatıyoruz? Sakatlık elbette iyi bir şey değil. Ne var ki, her sakatlıkta bir hayır vardır! Nitekim Güneş’in Cenk hamlesi, Beşiktaş’ı müthiş bir baskıdan kurtardı.
Napoli, teknik kapasitesi yüksek oyunculardan kurulu, hücuma çok pasla çıkıyorlar, savunmanın arkasına atılan toplarla, pozisyon üretiyorlar. Gabbiadini çok çabuk, tutabilene aşk olsun! Önce 2’de, ardından da 23’de iki pozisyon buldu, Fabri, geçit vermedi. Konuk takımın yoğun ayağa pas trafiği, Kartal’ın adeta başını döndürdü, sahasından çıkıp, bırakın pozisyon üretmeyi, rakip kaleye bile gidemedi.
Neyse ki, Güneş’in yerinde hamlesi Kartal’ı hem prangadan kurtardı, hem de pozisyon üretti. 29’da Atiba, yüzde yüzlük gol pozisyonunda topu direğe nişanlarken, Beşiktaş oyunda dengeyi sağladı, Napoli ilk yarı bitimine kadar istediği gibi at koşturamadı... İlk yarının fotoğrafı bu...
* * *
İkinci yarı mı? Benzetme yerindeyse ilk yarının fotokopisi gibi! Napoli, savunma bloğunu orta sahaya yakın çekti, vites yükseldi, pas trafiğini de üst seviyeye çıkardı. Düşünün ki, Beşiktaş tam tamına otuz dakika sahasından çıkamadı, taa ki
Adanaspor, ligde tutunma adına, savunmasını kalabalık tutmasından daha doğal ne olabilir ki? Üstüne üstlük rakibi Galatasaray ise su götürür.
Kaldı ki, 4-3-2-1 oyun anlayışı ile sahaya çıkan ev sahibi Adana, önce Aslan’ın etkili kramponlarına sıkı markaj uyguladı, çabuk oyuncularıyla da etkili bindirmeler yaptı, pozisyonlar da üretti, ama golle taçlandıramadı.
İlk yarıda baskılı oynayan Galatasaray, bu özelliğini pozisyon üretimine bir türlü yansıtamadı. Bunda da kuşkusuz Adanaspor’un oyun disiplininden bir milim taviz vermemesi ve Aslan’ın kötü futbolu ön plandaydı. İlk devrede Yasin’in çaprazdan attığı şut kaldı akıllarda, hepsi o kadar!
Bruma’nın kanat bindirmeleri de, rakip savunmanın arasında son bulurken, emeğinin karşılığını ikinci yarıda alabildi.
Eren’in en büyük derdi, ne yerden ne de havadan istediği gerekli desteği alamayışıydı. Podolski ise ilk yarıda sahada gezindi durdu...
Riekerink’in Sinan Gümüş ve De Jong hamleleri Aslan’ı ikinci yarıda ayağa kaldırırken, en büyük tehlikeyi yine kalesinde yaşadı. Tevfik’in ceza yayı üzerinden harika şutunda Muslera klasını bir kez daha kanıtladı. Kim ne derse desin, Muslera gibi bir kaleciniz varsa, gözünüz asla arkada kalmasın.
Kuşkusu
Eleştirilerde yıkmak, yakmak yoktur! Öyle ekranlara çıkıp, ağzına geleni söylemek gibi bir lüksü olamaz insanların...
Hele hele gazeteciyseniz, dilinize fren koyacaksınız, topluma bir şeyler vermek istiyorsanız, kullanacağız kelimeleri iyi seçeceksiniz. Hiç kimse, kimseyi sevmek zorunda değildir. Ortada bir başarısızlık varsa, yapıcı ya da yol gösterici ifadeler kullanmak, eleştirilerin temel taşını oluşturur, buna gıkımız çıkmaz.
Ne var ki hem ağacı kökünden sökeceksiniz hem de gazeteci (!) apoletinizle istifaya çağıracaksınız! Eleştirdiğiniz kişiyi elbette sevmeyebilirsiniz, ama o kişinin makamına saygı duyacaksınız arkadaş! Öyle ağzınıza geleni söylemeye ne hakkınız var? Haa taraftarların ‘istifa’ çağrıları, hakaret olmadığı sürece, en demokratik haklarıdır... Ancak unutulmasın ki, o kişiyi, o yönetimleri seçen üyelerdir, bırakalım onlar karar versin, seçer veya seçmezler, buna saygı duyacaksınız. Öyle ekranlara çıkıp, avaz-avaz, ‘istifa et, bırak’ diye bağıramazsınız, bu hakkı size kimse vermez...
Bize ustalarımız gazeteciliği asla böyle öğretmediler! Gazeteci görevini yapacak, bu mesleğin ilkelerinden bir milim ödün vermeyecek, en önemlisi ‘tarafsız’ olacak. Herkes,
Aboubakar’ın müthiş golü öncesinde, Tosic’in Charles’e girişi faul, buna lafımız yok. Barış Şimşek süzemedi. Yardımcı hakeme ne demeli? Gözüne perde mi inmiş acaba!
Peki kardeşim, o pozisyonun gole dönüşmesine kadar mesafeye bakın! Siz deyin 60, biz diyelim 70 metre neredeyse... O süreçte savunmada önleminizi alın kardeşim. Gol olmuş, hakem ilk yarıyı bitirmiş, hala itiraz ediyorsunuz! Diego, sadece itirazla kalmıyor, Barış Şimşek direkt kırmızı çıkardığınıa göre, sanırım hakaret söz konusu! Diego ne kadar haklı olursan ol, takımını yalnız bırakmaya hakkın yok. Buna bizim lugatımızda ‘ihanet’ derler, bunu bilir, bunu söyleriz!
Dememiz o ki, Beşiktaş’ın on kişi kalan Antalya karşısındaki farklı galibiyetine de kimsenin laf etmeye hakkı yok. Rıza hocamız, gereksiz itirazlardan sarı, hakeme kötü laf ederek kızaran oyuncuları uyaracak, zapt-ı rapta alacak.
Güneş hoca, Napoli maçı sonrasında yine rotasyona gitmiş, canı sağ olsun! Ne var ki, bu oyunun temelinde ideal on bir diye değişmez kural vardır. Güneş, bu yerleşik algıyı da ortadan kaldırdı. Eee bi de kazanıyorsa, -ki kazanıyor- bize de laf söylemek düşmez.
Efendim, Aboubakar, bir açıldı, pir açıldı. Maşallahı var. Napoli’deki gol
Fabri ne yapsın? Napoli’nin sayısız korner atışlarına hep set çekti, sağlam çıkışlar yaptı, rakibe gol fırsatı vermedi. Fabri ne yapsın? İki penaltıdan birini kurtardı. Koca doksan dakikada tek hatası kontrolsüz girişiyle rakibe kazandırdığı penaltıydı. Ne var ki, yaptığı hatayı, yaptığı kurtarışla affettirdi. Ya rakibin ürettiği net pozisyonlarına ne demeli? Savunmanın verdiği gedikleri, yine Fabri kapattı... Bir tek Caner’in eline-koluna sahip çıkamadı, rakibi çekmesine engel olamadı, hepsi o kadar!
Napoli grubun lideri, hücum presi çok sık kullanan, bunu pozisyon üretimine yansıtan bir takım. Yani, İtalya’ya gidip, böylesine donanımlı bir takıma karşı kafa tutmak, puan, puanlar koparmak mangal gibi yürek ister. Eee bu işi de kotarsa, kotarsa Beşiktaş kotarır.
Adriano, aslında sol açık, ancak dün bir kez daha gördük ki, Şenol Güneş’in gizli golcüsü imiş, farkında değiliz! Adriano, Napoli karşısında gol perdesini açtı, görevini yaptı, hocasının güvenini yine boşa çıkarmadı, kutluyoruz.
Gelelim, haftalardır takıntısı olduğumuz, bir türlü çözemediğimiz Aboubakar’a... İki gol attı, Kartal’a grupta çıkma adına müthiş avantaj sağladı. Aboubakar’ın attığı ilk gole bakın, kaleci ile karşı