Bu oyunda, başarıda bir teknik adamın, payı yüzde onsekiz, hadi bilemediniz, yüzde yirmi...
Başarı ve başarısızlıkta ise en büyük pay kuşkusuz, bu oyunun baş aktörleri, yani futbolculardır.
Bu kural her takım için geçerlidir...
Efendim, ne zaman Bilic’i eleştirsem, ortalık yangın yerine dönüyor, taraftarların tepkilerine hedef oluyoruz!
Ne yani, Bilic’in dokunulmazlığı mı var?
Büyük hedeflere kilitlenen büyük takımlar, her maçı kazanmak için sahaya çıkarlar.
Teknik adamın en büyük görevi ise kadroda yer alan tüm kozlarını ilk onbirde sahaya sürmek, onları verimli hale getirmektir.
Pektemek’in yeniden takıma gollerle dönmesine müthiş sevindim. O’nun futbol kumaşına ve de en önemlisi ‘adamlığına’ hayranım. İşine olan bağlılığı, efendiliği, cesareti ve de hırsı inanılmaz. Özelliklerini saymakla bitiremeyiz. Öyle durağan bir forvet değil. Sahanın her yerinde, pres yapan, arkadaşlarının yardımına koşan, rakip savunmayı rahatsız eden, fırsatları gollerle taçlandıran bir fotoğraftır Pektemek.
Bu özelliklerinin yanısıra da bir hayli de şanssız... Harika bir kafa golü attı, nazara geldi, kafası yarıldı, kanlar içinde kaldı, bandaj ve dikişlerle oyunda 59 dakika kaldı. Aşırı oynama isteğinin ne denli yüksek olduğunun en büyük göstergesi ikinci yarıya iki dakika geç çıkmasıdır.
Valla, sevgili Mustafa, kurşun mu döktürürsün, yoksa nazar boncuğu mu takarsın bilemem, takımdan ayrı kalma yeter.
Bravo Mustafa Pektemek’e, bir alkış da onda ısrar eden Bilic’e...
***
Bu oyunda hiçbir şeyin garantisi yoktur... Galatasaray’ın düşme potasındaki Kayseri’ye uzatmada yenilmesini kim tahmin edebilir? Ya da yılların tecrübesi Akhisar kaptanı Emrah’ın hatalı pasını Veli’nin zorluk derecesi yüksek bir vuruşla köşeye göndermesi ve gole çevirmesi aklınızın uçundan geçer
Kim ne derse, desin... Beşiktaş’ın Bilic’le ikinciliği kovalaması, hatta yukarılarda dolaşması, büyük başarıdır!
Sakatlıklar ya da cezalar nedeniyle kadroda zorunlu revizyonlara lafımız yok...
Ne var ki, ağır gribal hastalık nedeniyle serumlar yemiş adamı ilk onbirde sahaya sürmesi akıl alır gibi değil! Gökhan Töre’nin (ilk yarıda) adım atacak, adam eksiltecek, arkadaşlarını pozisyonlara sokacak hali yok!
İkinci yarı biraz çırpınır gibi oldu, hepsi o kadar.. Peki, Holosko niye yedek oturtulur?
Alay eder gibi, Holosko’nun doksanda oyuna sürülmesini bize kim açıklayabilir?
Ya da Galatasaray’ın puan kaybettiği haftada, ikinciliği yakalama şansı doğmuşsa Almeida’nın Bilic’in yanında işi ne?
Oynat onbirde, en azından rakip savunmayı yıpratır, rakibin duran toplarında, arkadaşlarına yardım eder, en azından penaltıya neden olmaz! Adamda jeton geç düşüyor, 68’de aklına geliyor! Yooo Bilic büyük hoca ya, o ne yapsa doğrudur! Kadroda devamlılık yerine sürekli taşlarla oynar! Kenarda takımı ateşleme adına, kızması, heyecanlı tavırları tamam, peki sinirlenip, maçı bırakıp, çıkış tüneline gitme hamlesine ne demeli?
Belki uç bir düşünce, hatta karşı çıkanlar da olabilir... Olimpiyat Stadı’nda oynamak, bizce ayağına kurşun sıkmaktan farksız! Zeminin yeşil göründüğüne bakmayın, bir hayli bozuk... Bir de buna iklim şartlarını ekleyin, varın gerisini siz düşünün...
Hem rakiple mücadele edeceksiniz, hem de fırtınayla! Tribün kalabalığı da hiçbir şeyi değiştirmiyor! Ne kadar bağırırsanız, bağırın, takımla - taraftar bütünleşemiyor! Yani, ne takım ne seyirci motive olamıyor!
Kocaeli, iki adım ötede... Üstelik, oraya gidip -gelmek, İstanbul trafiğini göz önünde bulundurursak, Olimpiyat Stadı’ndan daha kolay. Artı bir yandan rüzgârla mücadele edeceksiniz, diğer yandan galibiyet arayacaksınız! Hele hele rüzgâr nedeniyle havadan oynamak, başlı başına yetenek ister!
Tüm bu handikaplara karşın, ilk yarıda Eskişehirspor’a çok ciddi pozisyon vermeyen Beşiktaş, iki ‘net’ fırsatı harcadı. Hadi Motta’yı geçtik, Gökhan Töre’ye ne demeli? Böylesi teknik kapasitesi yüksek bir oyuncunun altıpas içinde topu kaleciye nişanlamasını ona hiç yakıştıramadık!
Efendim, asla Bilic takıntım yok! Bizler bu oyunu kendi penceremizden yorumluyoruz... Yani bizim doğrumuz, birilerine göre yanlış olabilir, buna da saygı
Hırs, tempo, coşku yok! Doğru, dürüst iki pas yok! Dan-dunlar, rakibe ikram edilen toplar!
Ofansta çoğalma yok!
Dişe dokunur tek bir pozisyon bile yok!
Hele hele istikrar hiç yok, sıfırın altında!
Golcü yerinde yok, kanatlardan orta yapıyor, taç atışlarını kullanıyor!
Topla çıkışlarda, tam acemi ordusu!
Jones mu?
Ersun Yanal, Fenerbahçe’nin bugünkü görüntüsünde bir dizi mazeretlere sığınabilir, sakatlıklar ve de cezaları öne çıkarabilir, bu da bir savunma şeklidir!
Ne var ki, Fenerbahçe’nin dışında 6 farklı takımla 10 sezon geçiren tecrübeli hocanın istatistikleri farklı şeyler ifade ediyor! Yanal, bu süreçte sadece 2 kez ikinci yarıda çıkış yakalarken, 8 kez bu derecelerinin arkasında kaldı.
Fenerbahçe’yle bu sezon ilk yarıdaki 17 maçta 2,41 puan ortalaması tutturan, ikinci yarıdaki 3 karşılaşmada ise 1,00 ortalamada kalan Yanal’ın karnesi adeta SOS veriyor!
Rakamlar asla yalan söylemez!
Bu oyunda bildiğimiz bir gerçek daha var... Eğer bir takımda adalelere bağlı sakatlıklar fazlalık gösteriyorsa bunun da temelinde aşırı yüklenmeler yatıyordur. Her ne kadar Yanal hoca, yüklenme olayına karşı da çıksa, ki çıkıyor, fotoğraf çok net! Bu uzun maratonda takımın form grafiğini iyi ayarlayacaksınız, yoksa başınıza iş alırsınız!
Yanal’ın tecrübesine lafımız yok... Ancak böylesi tecrübeli bir hocanın yukarıdaki negatif gelişmelerin hesabını da iyi yapacak, işini sağlama bağlayacak. Yani, forvette sıkıntın varsa ki, var, o açıkları kapatacak, gerekirse, altyapıya rotayı çevirecek,
Ben, onu, bunu bilmem... Bu oyunun birinci şartı, sahada kalmaktır. Kalamıyorsanız, takımınızı eksik bırakıyorsanız, size kimse çıkıp iyi profesyonel diyemez. Serdar Kurtuluş’un kişiliğine lafımız yok. Zaten ilk sarıyı görmüşsün, üstelik top orta sahada, yani ciddi bir tehlike yok. Eee sen ilk kartı unutuyorsun, rakibine arkadan ayaklarına dalıyorsun, ikinci sarıya davetiye çıkardığın gibi takımını da kritik maçta on kişi bırakıyorsun!
Olmadı Serdar kardeş, sana yakışmadı!
Hem kendini, hem de üç farkı yakalayan Beşiktaş’ı da sıkıntıya soktun, savunmaya kapanmak ve zamana oynamak zorunda bıraktın!
Peki, Tolga gibi tecrübeli kaleciye ne demeli? Kaleyi bırakıp, karta itiraz da nerden çıktı? Orada ne işin var Tolga kardeş? Bir de bu zorlu kulvarda takımın seni kaybetmesin, yokluğunun faturası ağır olur, bilesin!
***
Oyuna dönecek olursak, Beşiktaş farkı yakaladığı ilk yarıda çok akıllı oynadı. Almeida rakip savunmayı çarpraz koşularla yorarken, özellikle sağ kulvarı harika kullandılar, biri korner atışından olmak üzere toplam üç gol çıkardılar. Almeida, Franco ve Veli’nin attığı goller, bu akıllı futbolun ürünleriydi.
Beşiktaş’ın bu yarıda rakibini ciddi bir pozisyon
Efendim, Cenk Tosun, sezon sonu için Beşiktaş’a imzayı attı ya, vay sen misin atan? Beşiktaş’a karşı oynatılması “etik mi, değil mi?”, tartışmaları da birlikte geldi.
Attıysa ne olmuş? Adam profesyonel, üstelik attığı imza sezon sonunda geçerli. Olaya profesyonel pencereden bakmak işin en doğru yanıdır. Cenk’in, ekmek parasını sezon sonuna kadar oradan kazanacağını da unutmayalım. Tabi ki, çıkacak, gerekirse Beşiktaş’a karşı da oynayacak. Öküzün altında buzağı aramaya milletçe bayılıyoruz.
Cenk, maçta fazla pozisyon bulamadı, bir şut attı, Tolga kornere tokatladı. Bunun da temelinde ev sahibi ekibin özellikle ilk yarıdaki kötü futbolu yatıyordu bizce.
Erciyes galibiyetiyle zirve yarışı adına üç önemli puan ve de moral kazanan Beşiktaş, zorlu deplasmanı kolay geçti dersek abartmış olmayız. Rakibin orta alandaki top kayıpları, Beşiktaş adına sürekli avantajdı. Nitekim, Olcay’ın ilk yarıdaki golünde Oğuzhan’ın baskısı ön plandaydı. Tecrübeli futbolcunun ara pasını Gökhan Töre’nin klas pasında Olcay’a topa kafayla dokunmak kaldı. Hazırlanış ve de son dokunuş bakımından harika bir gol izledik.
Olcay’ın golü, bu yarıda zaten etkisiz bir futbol ortaya koyan Gaziantep’i moral -