Teknik adamlık zor iştir... Evet, futbolun içinden gelmek kimine göre ilk şartlarından birisidir, itirazımız yok. Ancak sadece futbolu iyi bilmekle, iyi teknik adam olunmadığını da biliriz.
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kadrolarına bakın, birçok yıldız oyuncu görürsünüz. Egoları yüksek oyuncuları yönetmek öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Kenarda takımı yönlendirirken, öfkenizi, heyecanınızı iyi kontrol etmek zorundasınız. Her hatalı düdüğe isyan eder, hakeme, rakip oyunculara salça olur, sağa-sola gereksiz çatarsanız, başınıza iş alırsınız. Hem siz oyundan düşersiniz, hem de takım!
Örnek Pereira... Portekizli çalıştırıcı, asıl işini unutuyor, her şeye limon oluyor! Adamın bu anlamda dosyası bir hayli kabarık! Shakhtar ve Braga maçlarında tribüne çıkması da bundandır. Tribünlere oynama konusunda bir numara, hakkını da yemeyelim!
Konya’da taç atışını geç kullanan rakip futbolcunun göğsüne topu sert şekilde atmasına ne demeli? Rakip sakatlandığı için centilmence topu taca bırakan Mehmet Topal’a gösterdiği tepki de anlaşılmaz ve garipti. İşine odaklan kardeşim ve sahada kalmayı öğren!
Valla, maç sonu açıklamaları, futbolculara olan söylemleri de bir garip adamın! Elindeki
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman ve arkadaşları, kim ne derse desin müthiş bir başarıya imza attı. Onca ekonomik krize karşın, büyük bir cesaret örneği göstererek, 1066 gün önce ilk kazmayı stada vurdular. Bugün, yarın derken Kartal’ı yuvasına yeniden taşıdılar, taraftarıyla buluştururken, tarihe geçtiler. Evet, stat her yönüyle modern, tam bir futbol mabedi... Ne var ki, eksiği-gediği yok değil... Yapılacak bir dizi ince işler var. Olsun, buna da şükretmek lazım. En azından Kartal’ı göçebe kuşu olmaktan kurtardılar.
Dönelim zirve yarışına... Fenerbahçe’nin Konya’daki mağlubiyeti bir anda ibreyi yeniden Beşiktaş’a çevirdi. Ancak Vodafone Arena’da ilk maçına çıkan Kartal’ın, psikolojik açıdan işi öyle sanıldığı kadar da kolay değildi. Bir yanda inanılmaz seyirci baskısı, diğer yanda yarışta avantajlı konuma geçme mücadelesi...
Nitekim, Beşiktaş rakibi karşısında zaman zaman sıkıntıya düşmedi değil... Savunma ağırlıklı bir anlayışla sahaya çıkan konuk takım karşısında Gomez’in nefis golüyle öne geçen Beşiktaş’ın yedi dakika sonra Traore’nin ayağından yediği gol, psikolojik baskının en büyük örneği idi. Diyeceğimiz o ki rakip bir kez kaleye geldi o da gol oldu! Bursa’nın bir de direkte
Sezonun bitimine 7 hafta kaldı, zirve yarışı kafa-kafaya geldi, iki takım da adeta sırat köprüsündeler! Ne var ki bu oyunda evdeki hesap, hiçbir zaman çarşıya uymaz! Bu köprünün altından daha çok sular geçecek arkadaş! Şampiyonluğun öyle çantada keklik olmadığını bir kez daha gördük! Osmanlı deplasmanda Fenerbahçe’ye kafa tutacak, puanı kapacak, Kasımpaşa evinde Beşiktaş’ı yenecek.
Oynadığı futbolla herkesin beğenisini kazanan Beşiktaş’ın, Kasımpaşa’ya yenilmesini tartışmakta yarar var. Yenilgiye herkes farklı yorum getiriyor, kimi konsantrasyon eksikliğini öne çıkarıyor, kimi de kötü futbola bağlıyor. Her iki eleştiriye saygı duyuyoruz... Ne var ki asıl unutulan Rıza Çalımbay faktörüdür.
Beşiktaş’ı bu ligde en iyi tanıyan, eksiğini-gediğini, etkili yönlerini bilen bir çalıştırıcı. Dersini iyi çalışmış hoca...
Necip değil Marcelo
Beşiktaş’ın en etkili yönlerinden biri, kanat bindirmeleri ve buradan ofansa yapılan servisler. Çalımbay öncelikle bu pas trafiğini bitirdi. Orta sahanın göbeğinden paslar gelmeyince, ne Beck, ne de İsmail etkili olabildi. Dikkat ederseniz Gomez ya bir kez topla buluştu ya da iki kez! Quaresma’nın yanı sıra Gökhan Töre’nin olmayışı da rakipleri
Ne güzel, Fenerbahçe sahasında sürpriz iki puan kaybetmiş, Beşiktaş’ın eline puan farkını açma adına müthiş bir fırsat geçmiş. Böylesi tabloda doğrusu Şenol Güneş hocadan, topuyla-tüfeğiyle sahaya çıkmasını beklerdik!
Gelin görün ki, Güneş hoca da modaya uydu, tek forvetli anlayışından taviz vermedi! Yapma, etme hocam, Quaresma gibi silahından zaten yoksunsun, kanatlarda tık yok, niye Cenk Tosun’u iş işten geçtikten sonra sahaya sürersin? Dikkat ederseniz, Cenk oyuna girdikten sonra Kartal son 20’de risk almasıyla birlikte puan kapma adına müthiş bir baskı kurdu rakip kalede. Ne var ki bu telaşlı baskı, Kasımpaşa duvarını aşmaya yetmedi! Bırakın gol bulmayı, kalesinde de kontraataklar yedi, Kasımpaşa bu fırsatları golle taçlandıramadı. Fark üç, dört hatta beş bile olabilirdi!
Haaa Beşiktaş iyi mi oynadı, asla... Tamam eksiği, gediği, sakatı, cezalısı var, bunlar asla kötü futbola mazeret olamaz! Bu kadar top kaybı yaşayan, Beşiktaş’ı izlemedik dersek abartmış olmayız. Kasımpaşa karşısında özellikle ilk yarıda bir türlü senkron tutturamayan, Sosa’nın golünün dışında dişe dokunur pozisyon üretemeyen bir Beşiktaş olabilir mi?
Bunun temelinde ilk 11’de sahaya çıkan, formsuz oyuncuların
Volkan Demirel’in kumaşının ipek mi, saten mi olduğunu tartışacak halimiz yok. Kalitesi, kalede güvenli duruşu, tecrübesi harika, bu özelliklerine gıkımız çıkmaz. Ne var ki, söz konusu Milli Takım olunca, işte burada durun!
Kazakistan maçı öncesinde yaşananları ne Volkan unutur, ne de biz! Ona yapılanları onaylamak mümkün değil. Demirel, içgüdüsel bir tepki gösterdi ve oynamak istemedi ki, bize göre yanlış. Hadi duygularına fren koyamadı, oynamak istemedi, bunun savunulur tarafı var.
Peki, aracına binip evine gitmesinin doğruluğunu kim savunabilir? Hem kaleyi terk edeceksin, hem de stadı, artı takım arkadaşlarını da yalnız bırakacaksın! Tepkiye tamam, ama eve gitmene hayır!
Dönelim bugüne... Efendim Fransa biletini aldık, doğru... Ancak bu olağanüstü başarıyı yakalama adına Fatih Terim’in, ay-yıldızlı futbolcuların ne çektiğini bir Allah bir de biz biliriz. Öyle uçurumun kenarlarından değil, her yönüyle ‘tuş’ olmuş bir takıma yeniden hayat vermek, mangal gibi yürek ve de yetenek ister.
Kimine göre bu bir ‘mucize’, kimine göre müthiş bir başarı... Bize göre mi? Mucize değil arkadaş, alın teri, alın teri. Çalışmanın, inanmışlığın bir zaferidir Milli Takım’ın finallerde yer alması. 13
Beşiktaş sevdalıları 11 Nisan’da evlerine kavuşacaklar, hasretlerine son noktayı koymanın heyecanı içindeler şu sıralar.
İnönü Stadı’na 17 yaşında ‘çırak gazeteci’ olarak ‘merhaba’ dediğim günün fotoğrafı hafızamda kazılı. Dile kolay 43 yılım o stadın kah basın tribününde, kah soyunma odalarının koridorlarında geçti. Şeref Stadı ve Fulya Tesisleri bizim ikinci evimiz gibiydi...
Beşiktaş’a kimin bir çivi çaktığını, kimin çakmadığını en iyi bilenlerdeniz... Tesisleşme anlamında Efsane Başkan Süleyman Seba’nın hizmetlerini unutmak mümkün mü? Kulüp tarihinde Seba’nın yeri ayrıdır, yaşarken heykelinin dikilmesi, caddeye ve spor salonuna adının kazınması hizmetlerinin en büyük kanıtıdır. Bir kez daha Seba’yı saygıyla anıyorum.
Gelelim asıl konumuza... Üç yıldır önümüzü çeviren Beşiktaşlı taraftarların, ‘Stad ne zaman bitecek ağabey?’ sorusuyla hep karşılaştım. Dilimiz döndüğünce anlattık, ekonomik sıkıntıları öne çıkardık. ‘Bitecek arkadaş bitecek... 42 bin kişilik stat yapmak kolay mı?’ diyerek taraftarları teselli ettik, ama ikna oldular mı, hayır!
Başkan Fikret Orman stada ilk kazmayı vurdu, açılış tarihleri verdi, yetiştiremedi! Ne var ki gecesini gündüzüne kattı, orada yatıp kalktı,
Zirveye oynayan iki takımın kalan haftalarda işlerinin kolay olmadığını bir çok kez dile getirdik. Her takımın bir hesabı var, kimi klasmana girmeyi, kimi de kırmızı bölgeden sıyrılmayı hedefliyor.
Örneğin Antalya, Eto’o gibi bir dünya markasını kadrosunda barındırıyor, artı etkili oyuncuları var. Onlar da tehlike bölgesinin şimdilik uzağındalar. Ne var ki, üç puanlı sistemde sekiz hafta kaldığını da gözardı etmemek gerekir.
Nitekim, konuk takım lider Beşiktaş’a taa ki gole kadar kafa tuttu, pres yaptı, alan daralttı, pozisyonlara da girmedi değil. Ancak, savunma ile özellikle Boyko’yu aşamadılar. Oğuzhan’ın golü dışında, konuk takım savunması, öyle aman aman çok ciddi pozisyonlar vermedi.
Öff ki öff! Valla gına geldi sizi yazmaktan biz sıkıldık, sizler her maçta eliti olsun, olmasın hata yapmaktan bıkmadınız! Alın size Hüseyin Göçek... Angelo’nun top eline çarparak yön değiştiriyor penaltının babası, Göçek ‘devam’ diyor. Bu pozisyonun iki dakika öncesinde Atiba cezaalanı içinde formasından çekiliyor, bunu da Göçek pas geçiyor. Hadi burdan yakın! Ne diyelim biz de şaşırdık vallahi! Kritik pozisyonlarda ‘doğru karar ver’ diye sana taktılar o FIFA kokartını! Yat -kalk skora dua
Kurumları yönetmek ve başarıya taşımak bilgi-beceri ister. Hele hele üç büyükleri yönetmek hiç kolay değildir. Paranız-pulunuz çok olabilir, adımlarınızı atarken kılı kırk yarmak zorundasınız, alacağınız her hatalı karar sizi çıkmaz bir yola sokar!
Tıpkı Galatasaray gibi... Tamam ekonomik kriz var, saha sonuçları tam bir hayal kırıklığı, UEFA ile başı dertte, bunların hepsi doğru. Ekonomik krizi aşabilmek ve kriterlere uymak için yönetim gecesini-gündüzüne katmış, çırpınıyor, bunu da biliyoruz.
Aslan için lig treni kaçmış, bir bilinmeze doğru koşuyor!... Bu oyunda her zaman ‘1 numara’ olacaksınız diye bir kural yok! Takımların inişli-çıkışlı grafikler çizmesi bu işin doğasında var.
Mustafa Denizli evine döndü, bu kez de teknik adam krizi patladı Galatasaray’da... Medyada her gün papatya falları açıldı, biri geliyor, biri gidiyor!
Günlerdir teknik adam krizini çözemeyen, eline-yüzüne bulaştıran yönetimden diğer sıkıntılara çare olmasını nasıl bekleriz Allah aşkına? Orhan Atik’in ismini bilirim, ama yakinen tanımam... Böylesi zorlu süreçte takımın başında sahaya çıkması bile müthiş özveridir, kutluyoruz.
O olsun, bu olsun derken yönetim Aslan’ı kalan 9 haftada Jan Olde Riekerink’e teslim