Ülkemiz futbol kamuoyunun futbola maalesef son derece sakat bir bakış açısı var. Başarının tek kriteri şampiyonluk ya da Avrupa'da başarı olarak görülüyor. Uzun vadeli sistem kurma, antrenör takımı oluşturma, istikrarı yakalama, düzenli olarak iyi futbolcular bulma, verim alma veya yetiştirip satma gibi konular başarıdan sayılmıyor. Abdullah Avcı ise tam da bunları çok iyi yapan bir teknik adam.
Dün gece A Spor'da Abdullah Avcı ile gerçekleştirilen harika bir söyleşi izledim. Futbolun en üst seviyede konuşulduğu çok kaliteli bir program oldu. Kaçıran mutlaka bulup izlesin.
Abdullah Avcı konuşurken kendisini dinlemek büyük keyif. Gerçek bir futbol entelektüeli, çok dolu bir futbol adamı. Değindiği konular o kadar önemliydi ki, hem stratejik, hem taktik hem de operasyonel açılardan Türk futbolunun en önemli sorunlarına değindi, bunları nasıl çözmeye çalıştıklarını anlattı.
Abdullah Avcı'nın başarıyı son 2-3 sezonda yakaladığını düşünen yanılır. Kendisinin de ifadesinde belirttiği gibi en az 12 senelik bir emek bu. Her sene üzerine biraz daha koyarak, hatalardan ders alarak, doğruları bularak, alın teri ile gelinen bir nokta bu. Bence çok kıymetli. Bizim daha fazla
Yeni değil, Türk futbolu için tehlike çanları 2012'den beri çalıyor. 2012'de dört büyük takımımızın borçları 2 milyar TL idi. Muhtelif tarihlerde konuya ilişkin uyarılarda bulunmuştum. Özellikle de Fenerbahçe ve Galatasaray için. Bugün geldiğimiz noktada, toplam borç 10 milyar TL'ye yaklaştı. O dönemlerin başında işe "Feda" diyerek çıkan Beşiktaş bile tekrar yoldan çıktı ve borçlarını ciddi oranda artırdı.
UEFA'nın sıkı takibinde olan Finansal Fair Play'e rağmen borçlar neden arttı?
Kötü ve pahalı transferler nedeniyle boşa giden transfer ödemeleri ve ücretler, hatalı hoca seçimleri, tazminatlar, menajerlere yapılan komisyon ödemeleri, kur artışları, kötü yatırımlar, amatör branşların yükleri, vb. pek çok sebep sayılabilir.
Bu borçların, örneğin Fenerbahçe özelindeki 3.6 milyar TL'ye baktığımızda, ödenmesi mucizelere bağlı gözüküyor. Kulüplerimiz, mali yükleri nedeniyle yurt dışında sportif açıdan başarılı olabilecek kadrolar kuramıyor ve takım değeri olarak da gittikçe ilk 100'ün dışına doğru çıkıyorlar. Bu da elbette, Avrupa'dan sportif gelirler ile endüstriyel futbol gelirleri elde etmelerini imkansız kılıyor.
Buna ek olarak, bilinçsiz taraftar beklentileri de
Açık ve net Ersun Yanal'ı destekliyorum. Hatırlayacak olursanız Fenerbahçe'den ayrılmasına en çok isyan eden yorumcuların başındaydım. O dönemde eski Başkan'a son derece ağır eleştiri yazıları yazmıştım. Tekrar dönmesine de benden çok sevinen azdır. Tabi yönetimin büyük hatası nedeniyle çok geç geldi, bu ayrı bir yazının konusu olabilir. Bu konuya bu yazıda girmeyeceğim.
Yanal Türkiye'ye bilimsel teknik direktörlüğü, istatistiğe dayalı antrenörlüğü, yeni şeyler denemeyi ve sonuç almayı getiren adamdır.
Bu yönüyle de Aykut Kocaman, Abdullah Avcı, Ertuğrul Sağlam, Hamza Hamzaoğlu, Tayfun Korkut, Erol Bulut gibi teknik adamları da belirli ölçülerde etkilemiş olduğuna da yüzde yüz eminim.
Yanal ile Fenerbahçe mutlaka farklı bir şeyler yapacaktır. B.B. Erzurumspor karşısında da ilk yarı zaten yaptı, hepimiz de olumlu futbolu gördük. Yanal devre arasına kadar analizler yapacak, sonra bir strateji ortaya koyacak, yönetimden bazı yeni isimler talep edecek, devre arası yükleme yapacak, kendi kafasındaki taktik düzeni oturtacak ve bu futbolcu grubundan bir takım ortaya çıkartmaya çalışacak. Gerçek değişim o zaman yaşanacak.
Ancak ne olursa olsun, Yanal bir sihirbaz değil.
Fenerbahçe son günlerde küme düşme potasına iyice yerleşti. Taraftarının da sabrı haklı olarak tükendi.
Hadi 7., 8. sırada olmak bile yeniden yapılanma sürecinde kabul edilebilir. Ya 15.'lik? Tek kelime ile rezalet.
Taraftara diyecek bir sözüm yok. Haklılar. Ali Koç sportif açıdan büyük ölçüde çuvalladı. Ali Koç'un işi bilene teslim edelim diyerek geniş yetkiler ile getirdiği Comolli ne hoca seçimi, ne transfer ne de takım yönetiminde başarılı olamadı.
Ali Koç hata yaptı. Comolli'nin geçmişi, kariyeri belki tartışılmaz ancak bu yeniden yapılanma sürecinin adamı o değildi belli ki. Ali Koç ile birlikte, onu destekleyen bizler de çuvalladık.
Ali Koç'un uzun vadede gittiği yola ve planlarına inancım hala tam. Kendi ayakları üzerinde duran, kendi kaynakları ile geçinen, dışarıya futbolcu satan, özkaynak modeli ile Türkiye'de başarılı olan, Avrupa'da başarılı olacak jenerasyonları yetiştiren ya da erkenden fark edip, gençken alan ve takıma katan bir Fenerbahçe..
Üstelik de korkunç bir borçtan bahsediyoruz. Sanıyorum ki başka bir yönetimin elinde, bu külüp çoktan Katarlılara satılırdı. Bu da büyük başarı gibi pazarlanırdı! Kimi kast ettiğimi eminim anlıyorsunuz. Bu çok
Aykut Kocaman Fenerbahçe'den gelen teklifi kabul edip geri dönme kararı aldığında 28 Mayıs 2017'de kendisi için şu satırları yazmıştım:
"... Son olarak Aykut Hocam, bu yazıyı okuyorsan, lütfen Fenerbahçe' ye gelme. Kendine yazık etme. Kaldığım yerden diyerek hayallere kapılma. Dünya futbolu çok farklı yöne gitti, Fenerbahçe taraftarı çok yıprandı, camia artık sportif başarısızlıklara çok duyarlı, sahada yavan futbol görmek istemiyor.
Yani faktörler lehine gözükmüyor.
Konyaspor ile kendi sistem ve felsefen ile, beş yılda çok önemli işler yapabilirsin. Ancak bu felsefe ve sistem Fenerbahçe'de olmaz. Olamaz. Hele de sayın Başkan ile hiç olmaz. Çünkü o da futboldaki başarısızlıktan çok yıprandı. Ona da tahammül azaldı. Yarın ilk kötü sonuçlarda, sen günah keçisi olursun.
Arkanda durabilecek kadar kredisi olan biri de yok. Hocam sağduyulu, akıllı, bence öngörülü birisin. Fenerbahçe senin için ateşten gömlek. Gel Konyalıları da üzme, Konyaspor' da kendi sınırların ve imkanların içinde bir "futbol ekolü" meydana getir".
Maalesef haklı çıktım. Pek çok konuda olduğu gibi..
Aykut Kocaman kimyasının uyuşmadığı bir camiada, hem kendi zaman kaybetti, hem de Fenerbahçe'ye
Mircea Lucescu tartışılıyor. Ondan önce Fatih Terim, Şenol Güneş, Guus Hiddink, Abdullah Avcı, Mustafa Denizli'de tartışıldı.
İsimler değişti. Son 14 senede 7 teknik direktör.
Başarısızlık değişmedi. Değişmez. Çünkü sorun isimlerde değil. Bunların hepsi de iyi hoca. Sorun hocada değil sistemde.
Ne demek istiyorum?
2000'lerin başında futbolda çökmüş bir Almanya vardı. Çok ciddi başarısızlıklar yaşayan, ağır hezimetlere uğrayan bir Almanya. Peki nasıl oldu da bu Almanya dipten, zirveye çıktı? Bizim için örnek burada yatıyor. Bu çıkışın hikayesini Raphael Honigstein'ın Das Reboot adlı kitabında okuyabilirsiniz. Kitabın Türkçe'si Dördüncü Yıldız adı ile yayınlandı. Bu kitabı okursak, isimleri tartışmanın neden anlamsız olduğunu ve ne yapılması gerektiğini anlarız.
Aslında bu kitabı "tüm futbol kamuoyunun okuması zorunlu kitap" haline getirmek lazım. Bu kitabı okumadan Milli Takımın hocası kim olmalı diye tartışmak bence anlamsız. Bu kitabı okumayan hiç kimse, sorunun çözümünün başka yerde olduğunu anlayamaz.
50 yıl boyunca dünya futboluna yön veren bir futbol devi, nasıl çöker, nasıl toplar, bunu bilmeden yorum yapmak anlamsız. Dünya futbolunun gittiği yeri analiz
Futbolu konuşamayacağımız bir derbi daha yaşandı. Kim iyi, kim kötü, neden böyle bir skor var tarışmaya gerek yok, gecenin kaybedeni belli, Türk futbolu!
Fenerbahçe ve Galatasaray'lı futbolcuların maça aşırı konsantrasyonu, maç sonu bu rezaletin yaşanmasına neden oldu.
Başrollerde kimin olduğunun da bir önemi yok. Önemli olan bu şiddetin altında yatan sebep. Bu şiddetin psikolojik nedenleri. İki takım futbolcularının birbirlerine olan düşmanca tavırları. Lefter- Metin Oktay dostluğundan buraya gelindi.
Dün sahadaki Soldado, Belhanda, Jailson, ve olaylara karışan diğer futbolculara ve Hasan Şaş gibi teknik adamlara baktıkça sebebini görüyorum. Ülkemizde futbolda insan kalitesi çok düşük. Yerlisi de yabancısı da, teknik adamı da futbolcusu da büyük çoğunlukla sahip olmaları gereken saygıya, kültüre, anlayışa sahip değil. Arkasında büyük paraları çok kolay kazanmanın ve bu yeteneksizliğe rağmen saygı görüyor olmanın şımarıklığı var. Bu şımarıklık, bu ayrıcalıklı hissetme hali, derin bir cehalet ile birleşince, ortaya patlamaya hazır bombalar çıkıyor. İspanya'da, İngiltere'de oynasa aynı şeyleri aklından bile geçiremeyecek olanlar, Türkiye'de taraftarların verdiği gazla, bir
İstikrar diyerek yola çıktı Ali Koç. Aile şirketlerinden, dünyadaki başarılı futbol kulüplerinden öyle görmüştü. Hatta size şampiyonluk değil, istikrar ve ayakları üzerinde duran bir kulüp vaat ediyorum diyerek seçildi. Üstelik sokağın ve kongre üyelerinin ezici desteği ve ittifakı ile...
Geldiğimiz noktada, Ali Koç'un istikrardan anladığı ile bizlerin anladığı farklılaşmaya başladı. O kısa vadede başarısızlığı da istikrar uğruna kabul edilebilecek bir şey olarak gördü. Taraftar ise başarısızlığı ancak vizyonlu bir gelecek için kabul etmişti. Gelecek senelerde üst üste şampiyon olmak için bu sezon belki 2., 3., 4. veya 5. olmak, hatta ligi 6. bitirmek dahi kabul edilebilirdi. Taraftar buna çoktan razıydı. Ya küme düşmek?
Ali Koç kendi kafasındaki istikrarda inat etti. Direndi. Yapılması gerekende çok ama çok geç kaldı.
Şimdi ortada vizyonlu bir gelecek değil, rezil bir tablo var. Şampiyon olmamayı bu camia kabul eder ancak küme düşmemeye oynamak dersen kimse senin arkanda durmaz. Taraftar istikrara evet derken, şüphesiz başka şeyi kast ediyordu.
Fenerbahçe tarihinin en başarılı olması beklenen Başkanı, sportif açıdan tarihin en kötü Başkanı olarak emin adımlarla