Amerikalı bir Genel Cerrah Luther Terry’nin, 11 Ocak 1964’te sigaranın insanlar için en tehlikeli hastalık ve ölüm nedeni olduğunu vurgulayan raporundan sonra sigara paketleri üzerine uyarıcı etiketler konuldu, farkındalığı artırmaya yönelik ilanlar yerleştirildi, sigara reklam vergileri artırıldı… Dönüm noktası olan bu rapordan sonra, başka bir tehlike tüm insanlığı tehdit etmeye başladı; elektronik nikotin dağıtım sistemleri. Kısaca elektronik sigara dediğimiz bu sistemlerin kullanımı o kadar çok arttı ki, 2015 yılında Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği ve Amerikan Klinik Onkoloji Derneği, ortak bir bildiri yayınlayarak uyarıda bulundu. Açıklamada, e-sigaranın yanıcı tütün ürünlerinden daha az zararlı olduğuna dair iyimser bir algının yanlış olduğuna dikkat çekildi.
Her yıl yaklaşık 8 milyon insan sigaraya bağlı hastalıklar sebebiyle hayatını kaybediyor, bu hastalıkların başında da kanser geliyor. Bu konuda ilk akla gelen akciğer kanseri olsa da; ağız boşluğu, gırtlak, yutak, yemek borusu, burun ve sinüsler, karaciğer, pankreas, mide, bağırsak, rahim ağzı,
Bağırsak mikrobiyotası üzerine defalarca bu köşeden sizlere yazdım. Sağlıklı yaşamın da kanser dahil birçok hastalıkta tedaviye cevabın da temel belirleyicilerinden birinin mikrobiyota olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Her taşın altından çıkan mikrobiyota ile ilgili son çalışmalar, kanser tedavisindeki önemini göstermeye devam ediyor. Bugünlerde onkoloji camiasının en çok konuştuğu konulardan biri, mikrobiyotanın bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi ve mikrobiyotanın immünoterapinin etkinliğini arttırması. İmmünoterapi, onkolojide son 10 yılın en büyük buluşu; ancak uygulamalar hastaların küçük bir yüzdesinde ve bir süreliğine çalışıyor. Bu sebeple immünoterapilerin etkinliğini artıran faktörlerin araştırılması, yeni ilaçların geliştirilmesi kadar önemli. Mikrobiyota da bu faktörlerin başında geliyor. Yeni araştırmaların detaylarını BP Klinik Diyetisyeni Sevgili Esin Başkaya’ya sordum. Ketojenik diyet ve immünoterapi ilişkisinden sonra bu konuda da bize anlatacakları vardır diye tahmin ediyorum.
Öncelikle bağırsak
Kasım ayı, Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı... En sık görülen değil ama en sık ölüm sebebi olan kanser; Dünya Sağlık Örgütü kayıtlarına göre 2020’de, 2.21 milyon akciğer kanseri kaydedildi, yine aynı yıl 1.8 milyon ile en sık ölüme sebebiyet veren kanser türü olduğu görüldü. En sık görülenlerden ama aslında en önlenebilir kanser, çünkü vakaların çoğundan aktif veya pasif sigara içiciliği sorumlu. Ancak tedavi şansı da giderek artıyor. Erken evrede yakalanırsa işler çok daha kolay. Genetik ve immünoloji bilimindeki gelişmeler ise ileri evrede bile bir grup hastayı, kronik hasta durumuna getirebiliyor.
Bu belirtilere dikkat!
Belirtiler vakadan vakaya göre değişiklik göstermektedir. Kanserin nerede kendine yer edindiği ve kitlenin boyutuna göre de farklılıklar oluşabilir. Ancak akciğer kanseri belirtileri, enfeksiyon veya akciğerin diğer kronik hastalıkları ile çok karıştığı için genellikle geç fark edilir. Bu sebeple 10 gün içinde geçmeyen şikayetleriniz varsa doktora başvurmanız, bir
Bilim ilerledikçe kanseri daha iyi tanıyor, gruplandırıyor ve tedavi ediyoruz. İnsan Genom Projesi’nin ön sonuçları açıklanıncaya kadar kanseri köken aldığı organa göre gruplandırıyorduk; akciğer, meme kanseri gibi… Artık, kanseri taşıdığı genetik mutasyona göre sınıflandırmaya başladık. Şimdi ise kanser artık immünolojik (bağışıklık sistemi ile ilgili) bir hastalık olarak değerlendiriliyor ve taşıdığı immün sistem hücrelerinin yoğunluğuna göre sadece ‘sıcak’ veya ‘soğuk’ tümör olarak ikiye ayrılıyor. Günümüzdeki araştırmaların temelini; soğuk bir tümörün nasıl sıcağa çevrilebileceği, sıcak tümörün ise en etkin tedavisinin arayışı oluşturuyor. Değişen bu paradigma, her zamankinden daha çok multidisipliner çalışmayı ve sağlık sistemimizin yeni çağa adaptasyonunu gerektiriyor.
Geçtiğimiz ay New York’ta immünoradyoterapi konferansına katıldım. Meslek hayatımın en etkileyici toplantısıydı. Ülkemizden katılan tek kişi olmanın sorumluluğunu yaşarken, 22 yıllık meslek hayatım boyunca
Kanser tedavisinde ketojenik diyete olan ilgi uzun yıllardır devam ediyor. Araştırmalar, karbonhidrattan fakir, proteinden yeterli ve yağdan zengin beslenmeyi vurgulayan ketojenik diyetin kanser tedavisinin başarısını olumlu etkilediğini gösteriyor. Ketojenik diyetin kanser tedavisine olan olumlu etkisi güncel tıp dünyasında kabul edilmiş olsa da, bu olumlu etkiyi vücutta hangi mekanizmalar üzerinden gösterdiği konusunda farklı fikirler var. Özellikle son yıllarda immünoterapide yapılan çalışmalar, ketojenik diyet sayesinde bağışıklık sisteminin kanserli hücreye olan atağının güçlendiğini gösteriyor. Bu konuda ketojenik diyet ve kanser tedavisindeki muhtemel faydalarını sevgili BP Klinik Diyetisyeni Sevgili Esin Başkaya’ya sordum.
*Bize kısaca ketojenik diyeti tanıtır mısın?
Ketojenik diyet, tüketilen karbonhidratın minimalize edildiği beslenme planıdır. Uygulamada temel olarak nişastasız sebzeler, sağlıklı yağlar ve kaliteli hayvan proteini üçlemesi yaparız. Bu doğrultuda tatlılar ve unlular, tahıllar, baklagiller, nişastalı kök sebzeler ve meyveler diyetten çıkarılır. Ketojenik
Hayat kalitemizi bozan durumların başında kas ve eklem ağrıları geliyor. Bu ağrılar pek çok hastalığın belirtisi olabileceği gibi çoğu zaman yönetemediğimiz stresimizin kendini gösterme şekli olarak da karşımıza çıkabiliyor. Sorunu çözmenin pek çok yöntemi var. Ancak, biz bu hafta en bilimsel olanlarından kayropraktik yöntemini, yine en iyi bilenlerden birine soruyoruz; sevgili Birgül Elmas Oktar. BP Klinik’in Fizyoterapi Sorumlusu ve elinin gerçekten sihirli olduğunu söylemem gerekiyor. Birgül Hanım, Üsküdar Üniversitesi Fizyoterapi Bölümü mezunu. Arel Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyor. Şimdi de bizimle birlikte, yani bir başka kapı komşum kendisi...
*Karyopraktik nasıl bir tedavi yöntemidir ve amacı nedir?
Kayropraktik tedavi, kas-iskelet problemleri başta olmak üzere, vücudun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan ağrının ve eklem hareketinin artırılması için omurga ve eklemlere elle uygulanan bir tedavi yöntemidir. Yüksek hızla ve düşük basınçla kas iskelet sistemine özel
Tüm dünyada uygulanıp Türkiye’de yapılamayan bir tedavi var mı diye sorulduğunda, ilk aklımıza gelen protonterapidir. Protonterapi, radyoterapinin bir uygulanma şekli, ancak daha az yan etkili. Geleneksel radyoterapi yaparken kullandığımız X-ışını vücuda yönlendirildiğinde bir giriş ve çıkış dozu vardır ve yolu üzerindeki tüm normal dokuyu ışınlar. Protonterapinin ise bir giriş dozu var, ancak tüm enerjisini tümöral doku içerisinde bırakır ve tümörlü doku sonrasındaki normal dokuya herhangi bir zararı yoktur. Bu sebeple doz artımına duyarlı tümörlerde normal dokulara zarar vermeden daha yüksek doza çıkabilme olanağı sağlar. Ayrıca yan etkileri azalttığı için radyoterapiyle birlikte eş zamanlı tedaviler daha güvenli kullanılabilir ki bunun da anlamı artmış tedavi etkinliğidir. Aslında hayatımızdaki yeni bir konsept değil, tedavide ilk kullanımını ilk kez 1946 yılında Robert Wilson önermiş, iki yıl sonra da Lawrence Berkeley Laboratuvarı’nda araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Modern tıpta ilk kullanımı ise 1973 Harvard Siklotron
Ekim ayı meme kanseri farkındalık ayı... Tüm ay, daha çok kadınlarla, kadınlar için yapılan aktivitelerle dolu geçecek. İyileştirme konusunda en başarılı olduğumuz kanser, kendimize özen gösterirsek de en erkenden fark edilebilen hastalıklardan. Bu durumda yapılması gereken, konuyla ilgili farkındalığı artırmak. İşte ekim ayı da bu sebeple var. Bazılarınızın, “ama korkutuyorsunuz” der dediğini duyar gibiyim. Ancak korkmanız da farkındalığınıza ait bir gösterge ve bu sizi ilerlemiş ve tedavi edilmesi daha meşakkatli bir kanserden koruyabilir.
İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, her 10 dakikada bir kadına meme kanseri teşhisi konuluyor. Her sekiz kadından biri, meme kanserine yakalanıyor. Her dört kadın kanserinden biri meme kanseri… Yani, bir arkadaşımız, ailemizden biri, sevdiğimiz herhangi biri bu tanıdan nasibini alabiliyor. Kadınlara özgü bir hastalık gibi görünse de erkeklerde de görülebiliyor. Rakamlar biraz korkunç, ancak tedavisiyle ilgili gelişmeler ve iyileşme oranları çok daha yüz güldürücü. Meme kanserinden iyileşen