Tüm dünyada uygulanıp Türkiye’de yapılamayan bir tedavi var mı diye sorulduğunda, ilk aklımıza gelen protonterapidir. Protonterapi, radyoterapinin bir uygulanma şekli, ancak daha az yan etkili. Geleneksel radyoterapi yaparken kullandığımız X-ışını vücuda yönlendirildiğinde bir giriş ve çıkış dozu vardır ve yolu üzerindeki tüm normal dokuyu ışınlar. Protonterapinin ise bir giriş dozu var, ancak tüm enerjisini tümöral doku içerisinde bırakır ve tümörlü doku sonrasındaki normal dokuya herhangi bir zararı yoktur. Bu sebeple doz artımına duyarlı tümörlerde normal dokulara zarar vermeden daha yüksek doza çıkabilme olanağı sağlar. Ayrıca yan etkileri azalttığı için radyoterapiyle birlikte eş zamanlı tedaviler daha güvenli kullanılabilir ki bunun da anlamı artmış tedavi etkinliğidir. Aslında hayatımızdaki yeni bir konsept değil, tedavide ilk kullanımını ilk kez 1946 yılında Robert Wilson önermiş, iki yıl sonra da Lawrence Berkeley Laboratuvarı’nda araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Modern tıpta ilk kullanımı ise 1973 Harvard Siklotron Laboratuvarı’ndadır. O tarihten itibaren de 2021 yılı sonu itibarıyla tüm dünyada yüz civarındaki merkezde, yaklaşık 200 bin hasta tedavi edildi.
Çocuk hastalarda etkili
Protonterapinin en önem kazandığı grup şüphesiz ki çocuk hastalardır. Geleneksel yöntemlerle verilen radyoterapilere göre çocuğun gelişimini daha az etkilemesi ve yine radyoterapiye bağlı ikincil kanser gelişme riskini azaltması sebebiyle protonterapi çocuk hastalarda son derece önemli hale gelmektedir.
Protonun sağladığı dozimetrik avantajın direk olarak kliniğe yansıdığı hasta gurupları göz ve kafa tabanı (kordoma ve kondrosarkoma) tümörleridir. Literatürde protonterapi ile göz tümörlerinde yüzde 85-96 lokal kontrol oranı saptanırken, yüzde 75-100 oranında gözün korunduğu bildirilmiştir. Kafa tabanında görme yolu, beyin sapı gibi kritik organların çevresine yerleşmiş tümörlerde çevredeki riskli organları fotona göre daha iyi koruyarak yüksek dozla tedaviye olanak sağlamaktadır. Literatürde bu grup tümörlerde protonterapi ile foton yapılan tedavilere kıyasla çok daha yüksek hastalık kontrol ve sağkalım oranları saptanmıştır.
Uygulama alanı bulduğu hemen tüm beyin tümörlerinde, baş boyun, meme, prostat, akciğer, yemek borusu, karaciğer tümörlerinde ve yumuşak doku ve kemik sarkomlarında lokal kontrol ve sağ kalım oranları fotona eşit olduğu, ancak protonla yan etki profilinin çok daha iyi olduğu gözlenmektedir.
Koruma konusunda başarılı
Günümüzde yoğunluk ayarlı radyoterapi (YART) ve stereotaksi gibi foton radyoterapi teknikleri ile tümöral doku üzerinde protondakine benzeyen doz dağılımı elde etmek çoğu zaman mümkün olmaktadır. Ancak bu tekniklerin hiçbirinde normal dokuyu protonda olduğu kadar korumak mümkün değildir.
Protonun fotona kıyasla sahip olduğu tüm avantajlarına rağmen halen tartışma konusu olmasının en önemli sebebi ise şüphesiz proton akseleratorlerinin X-ray teknolojisine oranla daha pahalı olması ve bunun da daha pahalı bir tedavi yöntemi olarak kliniğe yansımasından kaynaklanmaktadır. Ancak Stokholm’daki Karolinska Enstitüsüyapılan bir calışmada beş yaşındaki medullablastomalı (bir çeşit beyin tümörü) çocukların tedavi sonrası takibinde protonterapinin 23 bin 600 euro daha ucuz ve 0.68 oranında ek hayat kalitesi sağladığı gösterilmiştir. Çalışmada, protonterapi ile tedavi sonrasında büyüme hormonu kullanımı gereksinimi ve IQ kaybındaki azalmanın ‘cost-effectiveness’ de en önemli payı olduğu belirtilmiştir ve hastaların uygun seçilmesi halinde protonterapinin konvansiyonel foton tedavisine göre daha ‘cost-effective, cost saving’ olabileceği belirtilmiştir. Aynı gurubun sol taraftaki meme kanseri, medullablastom, baş boyun ve prostat kanserli hastalardaki analizinde, hayat kalitesindeki artış ve tedavi sonrasındaki destek tedavinin ve izlem gereksinimin azalması nedeniyle, bu 4 gruptaki hastaların tedavisiyle yıllık kazancın 20.8 milyon pound olduğu rapor edilmiştir.
Hayat kalitesini artırıyor
Proton ilk etapta yatırım ve işletme maliyeti sebebiyle daha pahalı bir tedavi olarak karşımıza çıksa da orta-uzun vadede bakıp, hastaların süreçlerini gözlediğimizde sağlık harcamalarını azaltmakta. Hayat kalitesindeki artış, tedavi sonrası destek tedavinin kolaylığı ve gözlem süresinin azalması bu yöntemi son derece ekonomik bir hale getirebiliyor. Sağlık konusunda uluslararası rekabet ve insanlarımızın en iyi hizmete ulaşması için artık dikkatin biraz olsun bu yöne evrilmesi gerekiyor. Üstelik, her yıl SGK aracılığıyla yurt dışındaki proton merkezlerine tedaviye gönderilen onlarca hasta maliyetlerinin gözden geçirilmesi, kendi merkezimizi kurma konusunda motive olmamıza yetecektir diye düşünüyorum.