Vücudumuzun sağlıklı ve düzgün çalışması için çeşitli vitamin ve minerallere ihtiyacı vardır. Bunlardan biri de B1 vitamini. Tiyamin de denir. Suda eriyen bir vitamindir ve sadece küçük bir kısmı karaciğerde depolanır. B1 vitamini eksikliğine dair ilk bilgiler Çin tıbbının eski metinlerinden geliyor, ancak B1 vitamini eksikliğinin en karakterize hastalığı beriberi, 1800’lü yıllarda, denizde aylarca, sadece pirinçle beslenen Japon denizciler arasında tanımlanıyor. Çeşitli hücrelerin büyümesinde ve işlevinde hayati bir rol oynayan tiyaminin vücudumuzdaki etkilerini özetleyelim:
Enerji üretimini artırır: B1 vitamini, şekerin enerjiye dönüşmesini sağlayan enzimatik reaksiyonları hızlandırır.
Antidepresan etkisi vardır: Ruh durumunu stabilize eder, huzursuzluk ve kaygıyı azaltır.
Şeker metabolizmasına etkisi bulunur: Şeker hastalığınız varsa daha çok B1 vitamini tüketmelisiniz. Çalışmalar altı hafta boyunca B1 vitamini takviyesi kullanıldığında kan şeker ve insulin seviyesinin düzeldiğini gösteriyor.
Hafızaya etkisi vardır: Konsantrasyon
Çok konuşmadığımız bir vitamini yazmak istedim bu hafta; B6 vitamini. Aslında B vitaminleri bir kompleks halinde çalışır, birinin eksikliği çoğu zaman diğerlerinin de iş yapamamasına yol açar. Ancak yine de her bir B vitamininin kendine özgü eksikliklerinden bahsetmek mümkün. Mesela, ruh halinizde, uykunuzda düzensizlik, açıklayamadığınız iştahsızlık veya düşünme gücünüzde bozulma, halsizlik, yorgunluk… Her biri B6 vitamini eksikliğinin belirtisi olabilir.
B6 vitamini, piridoksin olarak da biliniyor. Vücudumuzdaki yaklaşık 200 kimyasal reaksiyondan sorumludur. Eksikliğinde ise ciddi problemlerle karşılaşılabiliyor, üstelik çoğu zaman var olan şikayetlerinizin sebebinin B6 vitamini olduğu aklınızın ucundan bile geçmez. Bu sebeple konuya biraz daha yakından bakıp, B6 vitamini ile ilgili ayrıntıları yazmak istedim.
Sağlığımıza etkileri
Beyin fonksiyonlarını güçlendirir: B6 vitaminin, homosistein seviyesini azaltarak demans ve Alzheimer riskini azalttığı söyleniyor. Ancak mekanizması ne olursa olsun hafıza kadar depresyon ve anksiyetede de rolü
Hayatımıza bir virüs daha girdi; maymun çiçeği virüsü. Aslında yeni bir virüs değil, ilk kez 1958 yılında maymunda keşfedildiği için bu adı almış. İnsandaki ilk enfeksiyonu ise 1970 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde fark ediliyor. O tarihten itibaren de giderek artan sayıda maymun çiçeği virüsü hastalığını görüyoruz. Son zamanlarda bizi korkutan ise daha önce görülmeyen ülkelerde de bu hastalığın saptanması ve alışık olmadığımız kadar çok vakanın tespit edilmesi.
Belirtileri nelerdir?
En önemli belirtisi ciltte yaptığı kızarıklıklardır. Düz bir lezyon olarak başlayıp sonrasında kabarıklaşabiliyor veya zonada olduğu gibi içi sıvı dolu kesecikler haline gelebiliyor. Bu lezyonlar aynı zamanda kaşıntılı veya ağrılı olabiliyor. Cilt lezyonlarına ateş, kırgınlık ve lenf düğümlerinde büyümenin de eşlik etmesi mümkün. Ancak panik olmaya gerek yok, çünkü uzun yıllardır görülen bir hastalık olduğu için halihazırda uygulanan bazı tedavileri ve hatta aşısı mevcut. Virüsün bulaştığı
Türkiye ve dünya olarak çok zorlandığımız şu günlerde tüm İslam camiasının Kurban Bayramı’nı kutlayarak başlamak istiyorum. Umarım hepimize huzurlu bir bayram olur. Kurban Bayramı, et ve sakatat tüketiminin en çok arttığı zaman dilimleri arasında yer alıyor. Bunun üzerine bayram geleneklerinin hamur işi ve tatlıları da eklenince, sağlıklı olmayan bir beslenme tablosu karşımıza çıkabiliyor. Özellikle kronik hastalıklara sahip kişilerde fazla hayvan ürünlü, hamur işli ve tatlı içerikli bir diyetin etkisi daha büyük riskler yaratıyor. Kalp-damar, diyabet, hipertansiyon ve böbrek hastaları bayramda da temel beslenme prensiplerine ve porsiyon kontrolüne dikkat etmeliler. Bu hasta grubu dışındaki sağlıklı bireylerin de elbette dikkat etmesi gereken noktalar var. BP Klinik diyetisyeni sevgili Esin Başkaya’ya Kurban Bayramı’nda beslenme ile alakalı birkaç önemli soru sordum.
- Bayramın geleneklerini bozmadan bir günlük beslenme nasıl olabilir?
Güne mutlaka besleyici ve proteini yüksek bir kahvaltı ile başlayın. Kan şekerinizin gün boyu
Yeni yeni duymaya başlasak da yakın gelecekte hayatımızın tam ortasına yerleşecek iki kavram var; nutrigenetik ve nutrigenomik. Bu iki kelime besinlerle aramızdaki çift yönlü etkileşimi anlatıyor, yani genlerimiz hem besinlere verdiğimiz tepkiyi belirliyor hem de gen ifadelerimiz tükettiğimiz besinler tarafından değiştiriliyor. Besinler, farklı bireylerde farklı etkiler yaratıyor. Aramızdaki genetik farklılıklar nedeniyle, bazılarımıza çok iyi gelen bir gıda, bazılarımızda sindirim bozukluğu yaratabiliyor. Kimisi protein ağırlıklı beslenip iyi hissederken, kimisi hayvan ürünü ile halsizleştiğinden bahsediyor. Birbirimiz arasındaki farklılıklarımızı her geçen gün daha çok deşifre ettiğimiz modern yaşamda, beslenmeye karşı farklılıklarımızın da bilim dünyasında aydınlanmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bu aydınlanmanın ilk basamakları da nutrigenetik ve nutrigenomik yani genlerimize göre beslenmenin farklılaşması.
BP Klinik Diyetisyeni sevgili Esin Başkaya’ya bu konuyu bize ayrıntılı anlatmasını rica ettim. İşte Esin Hanım ve cevapları…
- Nutrigenetik ve nutrigenomik arasındaki fark nedir?
Nutr
Beslenme deyince günümüzde en çok vurgulanan detaylardan biri ‘kişiye özel’ sıfatı oldu. Kişiye özel yiyecekler, kişiye özel takviyeler, kişiye özel beslenme… Peki bir diyetin gerçekten kişiye özel olabilmesi için o kişi hakkında neler bilmeliyiz? Daha da önemlisi, bu bilgileri nasıl bilebiliriz? Kan testi ile mi, intolerans testleri ile mi, mikrobiyota analizi ile mi, genetik testler ile mi? Veya bu testlerin kombinasyonu ile mi? ‘Kişiye özel’ beslenmenin detaylarını sevgili Esin Başkaya’ya sordum.
- Kişiye özel diyetler nasıl planlanıyor?
Kişiye özel bir diyetin altın standardı genetik testler ile başlıyor. Genetik testler ile biz kişinin antioksidan mekanizmasından damar yapısına, enerji metabolizmasından hastalık risklerine kadar tüm yapısını inceleyebiliyoruz. Bunun üzerine gıdaların içerisindeki farklı biyoaktif moleküllerin kişiye olan etkisini görüyoruz. Örneğin zerdeçalın içindeki kurkumin herkes için pozitif etki yapmıyor. Genetik testler ile bir nevi kişinin hangi temeller üzerinde durduğunu
Bu hafta benim için çok heyecanlıydı. BP Klinik kurucusu olarak Türk Kanser Derneği ile çok önemli bir iş birliği projesinin lansmanını yaptık. ‘Genlerinizin liderliğinize ihtiyacı var’ mottosuyla yola çıktığımız proje, adeta yıllardır bu köşeden ve fırsat bulduğum her mecradan size anlatmak istediklerimin bir özeti gibi.
Öncelikle sizlere Türkiye’nin en köklü sivil toplum kuruluşlarından Türk Kanser Derneği’nden bahsetmek istiyorum. Kurulduğu günden bugüne kadar milyonlarca imkanı kısıtlı kanser hastasına; tarama, tedavi ve takip, psikolojik destek, beslenme danışmanlığı, ikinci görüş, palyatif bakım ve onkoloji koçluğu konularında destek olmuş ve olmaya devam edecek bir dernek. Belediyeler ve kurumlarla birlikte iş birliği içerisinde toplumu bilgilendirmek amacıyla konferans ve seminerler düzenliyorlar. Bu değerli oluşumun Yönetim Kurulu Başkanı ve lokomotifi Sayın Burak Duruman. Yıllardır onkoloji camiasından biri olarak yaptıklarını hep ilgi ve takdirle izledim ve gerçekten şimdiye kadar söylediklerimin imzası niteliğindeki bu
Bir kanser aktivisti olarak en büyük çabalarımdan biri ‘kanser eşit değildir ölüm’ algısını yerleştirmek ve kanserin büyük oranda tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu kabul ettirmek. Bu algının değişmesi durumunda kansere karşı en büyük zaferi kazanmış olacağız. Ancak burada ‘tamamen iyileştirebilir’ yerine ‘büyük oranda’ yazmamın sebebi olan birkaç kanser türü var, onlardan biri de glioblastoma multiforme (GBM) dediğimiz beyin tümörüdür. En agresif beyin tümörüdür ve gelişen bilime, teknolojiye rağmen hastaların yaşam süresi maalesef 15-18 ay arasındadır. Tüm kanser türlerinde olduğu gibi GBM tedavisinde de çalışmalar devam ediyor ve hastalığın tedavisiyle ilgili süreci değiştirecek önemli çalışmalar yapılmaya başlandı. Bugün bu konuyu tek başına irdelemek için onkologların yanı sıra konunun bir başka muhatabı olan bir beyin cerrahına sordum. Kendisi cerrah ama aynı zamanda Nişantaşı Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı ve Sağlık Sistemleri Yöneticisi Prof. Dr.