Atakan’ın zekasında yüzlerce çocuk olduğunu dikkate alarak, onları ‘medyatik’ hale getirmeden, en iyi şekilde nasıl bir eğitim almaları gerektiğini konuşmalıyız
Atakan Kayalar. 10 yaşında bir çocuk. Önce bir kitapçıda felsefe ile ilgilenen bir twitter kullanıcısının dikkatini çekti. Atakan beş ay içerisinde 250 kitap okuduğunu söyledi. Jean-Jacques Rousseau’dan Nietzsche’ye, Aristo’dan Spinoza’ya oradan da Platon’a uzandı. Felsefenin öneminden söz etti. Twitter kullanıcısı iki saat süren bir sohbetin bir bölümünü sosyal medyada paylaşınca Atakan Türkiye’nin gündemine oturdu.
Gazeteler yazdı, ana haber bültenlerine ailesi ile birlikte konuk oldu. Özel okullar devreye girdi. Millî Eğitim Bakanlığı ilgilendi. Sosyal medyada paylaşım rekoru kırdı. Ancak kitap okuyan bir çocuk üzerinden olası sonuçları düşünülmeden başlatılan tartışma, haliyle sosyal medyayı her zaman olduğu gibi yine ikiye böldü.
Öyle ki aralarında öğretmenlerin de olduğu bazı sosyal medya kullanıcıları, Atakan’ın çocukluğunu yaşayamadığını belirterek eleştirel bir dil kullandı. Bazıları bir çocuğu sosyal medyada fenomen haline getirmenin sakıncalarından bahsetti. Bazıları da onun bir dahi olduğunu, sahip çıkılması gerektiğini yazdı.
Hayli abartılı övgü ve eleştirilerin arasında sıkıştırılmış on yaşındaki bir çocuk üzerinden başlatılan tartışma, gerçekte biz yetişkinlerin neye özlem duyduğunun da bir sonucu olabilir mi?
Büyükler kitap okumuyor
John Steinbeck şöyle der: “Elinizde başka bir şey olmadı mı, neyiniz varsa onunla övünürsünüz. Hatta ne kadar az şeyiniz varsa, o kadar çok övünmek gereğini duyarsınız.”
Atakan gibi çocuklarla elbette övüneceğiz. Ancak onun çocuk dünyasını böylesine abluka altına almamız övünecek çok az şeye sahip olduğumuzun da bir tezahürü olabilir mi?
Çocuk-öğretmen ilişkisi
Çünkü hatırlarsanız bu konuda hayli sabıkalıyız. İki yıl öncesine kadar Medya Takip Kurumu, Ajans Press gibi bazı yayın organları, OECD verilerinden hareket ederek yayımladığı bir araştırmada, Türkiye’de insanların ‘ihtiyaç listesinde’ kitabın 235’inci sırada yer aldığını gözümüze sokmuştu. En üst sosyoekonomik dilimde yer alan evlerde dahi ortalama 179 kitap bulunduğu, okuma alışkanlığında ise dünyada 86’ncı sırada olduğumuzu da belirterek. Fakat bu araştırmalardan en üzücü olanı çocuklara kitap hediye edilmesi sıralamasında Türkiye’nin 180 ülke içerisinde 140’ıncı sırada olmasıydı.
Dolayısıyla yetişkinlerin dünyasında böyle ‘okumamak’ gibi bir gerçek varken, bir çocuğun kitap okumasını ya da medyada haber olmasını değil, Atakan’ın zekasında yüzlerce çocuğun olduğunu konuşmalıyız. Bu çocukların nasıl bir eğitim alması gerektiğini, onları teşhir etmeden en iyi olanakların nasıl sunulacağını...
CNNTÜRK sunucusu Buket Güler bu adımı attı. Atakan’a öğretmeniyle olan ilişkisini sordu. Bundan daha iyi bir soru düşünemiyorum. Şöyle dedi: “Öğretmeninin seninle ilgilenme şansı var mı yok mu zaman olarak?”
“Yok.”
“Nasıl bir iletişiminiz var peki?”
Atakan bu kez de aynı yanıtı, kaşlarını yukarı kaldırıp “yok” işareti yaparak verdi. Hayli tedirgin bir ifadeyle. Çocuğun bu soruya verdiği yanıttaki çaresizlik, öğretmeniyle iletişiminin olmadığını söyleme anı üzerine düşünmeliyiz bence.
Çünkü çocuklar büyüklerin değil, daima öğretmenlerinin takdir ve ilgisine ihtiyaç duyar. Bizim de bir ülkenin evlatlarının başarısını ortaya çıkaracak bir eğitim sistemine, bunu ileriye taşıyan öğretmenlere ihtiyacımız var.
Böyle kaç çocuk, kaç Atakan var bilmiyoruz çünkü…