Milliyet, hafta içinde müthiş ironi barındıran bir fotoğraf yayımladı. Bir damla suyu kalmamış kupkuru bir toprak parçası ve üzerinde “Göle girmek yasaktır” yazılı, kurşun delikleriyle dolu bir tabela… Türkiye’nin kurumuş, çatlamış, çorak toprağa dönmüş bütün göllerinin başında bu tabelaları görürsünüz… Paslanmış, yazıları okunmaz hale gelmiş, kurşunlanmış ya da üzeri çizilmiş olsa da işlevini yitirmiş bu tabelalar, kendi coğrafi geçmişinin ve kültürel mirasının bir mührü gibi, öylece bırakılmışlar.
Medya yıllardır Amik, Karataş, Burdur, Akgöl, Işıklı, Eber, Akşehir, Meke Krater, Marmara gibi göllerimizin kuraklık ve yanlış su politikaları yüzünden nasıl kuruduğuna ilişkin haberler yapıyor. Öyle ki; verilere göre 300’e yakın gölümüzün yüzde 60’ı kurudu. Sadece Akdeniz Bölgesi’nde irili ufaklı 15’ten fazla göl ise tamamen yok oldu. Üstelik çoğu küresel ısınmanın yanı sıra tarım alanlarının yanlış yöntemlerle
Bakıma muhtaç yaşlılara eziyet ederek “şaka” yapmaya devam ediyoruz. Çünkü değerlerini ve terbiyesini kaybetmiş bir toplumda, insan onurunu yok sayanların yarattığı kokuşmuşluk her yerde.
Geçen yıl özel bir hastanenin yoğun bakımında yaşlı bir kadının yüzüne para fırlatarak, onu aşağılayan, hayli çirkin ifadelerle dalga geçen sağlık personelini hatırlarsınız. Yargıdan nasıl bir karar çıktı ya da kurumsal düzeyde nasıl önlemler alındı bilmiyoruz. Çünkü medya haberin arkasını getirmedi. Yetkili makamlar ilgisiz kaldı. Oysa hastaya eziyet ederken çekilen video hâlâ dolaşımda, savunmaları da. Eğlenmek için yapmışlar. “Kötülüğü eğlence sanmak” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “… Nasıl bir nesil yetişti ki, kötülüğü, çirkinliği, utanç verici uygunsuz söz ve davranışları eğlence olarak algılayabiliyorlar?”
Bu tür soruların karşılığı ya da muhatabı olmayınca, kötülük yaparak eğlenenlerin sayısı da giderek arttı. Birkaç gün
İşgal altındaki Mariupol’da bombalanan bir binanın duvarında bir kız çocuğunun devasa bir resmi yer almakta. Resimde, küçük kızın yüzünden gözyaşı temalı “kan” akarken arka fonda üzerinde “NATO” yazan bombalar yağıyor.
İtalya’da Jorit olarak bilinen sokak sanatçısı Ciro Cerullo’nun çizdiği çizim dünya medyasında çeşitli tartışmalara yol açtı. Birincisi grafiti sanatçısı Cerullo, Avustralyalı fotoğrafçı Helen Whittle’ın kızının fotoğrafını izinsiz kullandığı iddiasıyla intihal yapmakla suçlandı. Whittle de bu iddiayı doğruladı ve bir sanatçının bir başkasının eserini izin almadan kopyalama ihtiyacı duymasına çok üzüldüğünü açıkladı. İkincisi sanatçı, eserini “Donbass’ın Kiev rejimine karşı direnişi” olarak tanımlamadığı için Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili yanlış bilgi yaydığı yönünde ağır eleştirilere hedef oldu.
Edebiyat başta olmak üzere sanatçıların dünyasında intihal yeni bir olay değil. Öyleki çoğu intihal dava
Karikatüristlerin gözünde dünya sadece “yuvarlak” değildir. Farklı şekillerde çizilir. Bazen eriyen bir dondurmaya benzer. Bazen de ağzına kadar dolu bir çöp kutusuna dönüşür. Her an patlamaya hazır bir bomba ya da siyasilerin şişirerek patlattığı bir balondur. Dünya karikatürize edildiğinde şekli bozulur; parçalanır, çürür, deforme olur. Çizimlerde dünya genellikle sorunlarla boğuşan, giderek ruh ve beden sağlığını yitirmiş, yaşlı, yorgun, umutsuz bir hastadır.
Dünyada ortalama sıcaklıklar geçen hafta üç kez üst üste rekor kırdı. Küresel ortalama sıcaklık 17.23 derece olarak hesaplandı. Açıklamalara göre; bu sıcaklık daha da artacak. Bu vahim tabloyu The Guardian, karikatürist Fiona Katauskas’ın bir çizimine yer vererek özetledi. Katauskal’ın dünyası; kameraların önünde yere çökmüş, bitik ve hayli üzgün çöp adam formatında bir dünya. Bir muhabir, insan olarak tasvir edilen dünyaya mikrofon uzatarak soruyor: “Az önce en
Medyayı en çok zorlayan toplumsal haberlerin başında aile içi taciz, tecavüz, suiistimal gibi olaylar gelir. Bu tür haberlerin içeriğini yazmak, başlık atmak zordur. Toplumdaki ahlaki çöküşün tanığı durumuna düşmek ise hepimiz için hem zor hem de travmatiktir. Geçtiğimiz günlerde “eşini taciz ettiği gerekçesiyle babasını öldüren gencin” haberinde olduğu gibi…
Bazı haber siteleri söz konusu haberi “Baba katili oldu”, “Babasının canına kıydı” gibi başlıklarla verdi. Fakat haberin içeriğinde “… Öte yandan oğlu tarafından öldürülen şahsın daha önce de kendi kızına yönelik ‘cinsel taciz’ suçundan hüküm giydiği, bir süre önce cezaevinden çıktığı öğrenildi” ifadeleri yer aldı. Medyada yer alan bu bilgi doğruysa haberin yeniden kurgulanması gerekir. Çünkü şahıs oğlu tarafından öldürülmüş de olsa gelininden önce “kızını taciz” ettiği suçlamasıyla cezaevine girip çıktığı
Bazı haberler, toplumda giderek yayılan bir soruna, kalıcı bir çözüm üretmeksizin, kendini sürekli aynı şekilde tekrarlar. “Kapıkule’de 358 kilo uyuşturucu ele geçirildi.”, “İstanbul’da 343 kilo uyuşturucu ele geçirildi”, “Şanlıurfa’da 7 kilo uyuşturucu ele geçirildi.” Malatya’da, Diyarbakır’da, Mersin’de, Batman’da… Okul servisinde, peynir tenekelerinde, yolcu otobüsünde… Rakamlar değişiyor, yeri zamanı değişiyor ama sonuç değişmiyor!
***
Hemen bütün devletler; yıllardır uyuşturucu gibi insanı yavaş yavaş tüketerek yok eden sinsi bir sorunla mücadele yollarından söz etmekte. Bu sorunların çözümüne ayrılan kaynaklar, küresel boyutta iş birlikleri, operasyonel faaliyetler, hazırlanan raporlar, sunulan çözüm önerileri… Buna rağmen hiç anlamadığım bir şekilde bu sorun hemen her yıl katlanarak büyüyor. Örneğin uyuşturucu kullananların da satanların da sayısı her geçen yıl azalacağına artıyor. Uyuşturucudan ölenlerin
Dünya iki büyük trajik olaya tanıklık etti. Birincisi: Libya’dan yola çıkarak İtalya’ya ulaşmaya çalışırken, Yunanistan’ın Pylos kasabası açıklarında, yaklaşık 750 kaçak sığınmacının bulunduğu bir tekne battı. 82 sığınmacının cesedine ulaşıldı. 500’ün üzerinde sığınmacı ise suların derinliklerinde kayboldu. İkinci olay: Batan “Titanik” enkazını görmek için dibe dalan ve içinde milyarder bir kâşif ve iş insanının da bulunduğu beş kişilik bir denizaltı kayboldu. Ancak birkaç gün süren aramalardan sonra bulunan bazı enkaz parçalarının denizaltına ait olduğu, beş kişinin “Titanik”e 500 metre kala muhtemel bir iç patlama sonucu hayatını kaybettiği açıklandı.
***
Bu iki olay dünya medyasında yer bulsa da kaybolan denizaltı, sulara gömülen sığınmacılarla ilgili haberlerin önüne geçince medya çok ağır eleştirilere maruz kaldı. Öyle ki “medya milyarderin kaybına verdiği önemle, sulara gömülen yoksul mültecileri gölgeledi” tarzındaki yorumlarla mesele
Adana’da resmî bir kuruma bağlı kombinada hayvana eziyet eden iki kurum çalışanına işten el çektirildi. Savcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan şahıslara mahkeme, 15 gün boyunca hayvan dışkısı temizleme ve “İslam Hukuku’nda Hayvan Hakları” adlı kitabı okuyup, özetini hâkime götürme cezası verdi. Mahkeme sanıklardan Hayvanları Koruma Kanunu’nu da okumalarını istese daha da iyi olurmuş!
Dünyanın hemen her yerinde suça karşı “hapis” cezası yaygın bir uygulama alanına sahip olsa da son yıllarda işlenen suça karşılık gelecek “hizmet” cezalarının önemi ve etkisi giderek daha fazla tartışılıyor. Onarıcı adalet, suçluları hapsetmek yerine, topluma yönelik hizmetlerde bulunmalarını sağlayarak toplumsal rehabilitasyonlarını amaçlıyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden İtalya’nın eski Başbakanı Silvio Berlusconi de vergi kaçırdığı iddiasıyla yargılanmış, mahkeme 4 yıllık hapis cezasını, 1 yıllık sosyal hizmet cezasına çevirmişti. Berlusconi bu sosyal hizmet cezasını bir bakım