Geçen yıl bu zamanlar… Diyarbakır’da kendi halinde bir vatandaş. Ergün Arslan. 40 yaşında. Sur ilçesindeki Anzele Parkı’ndan geçerken, yaşları 16 -22 arasında olan bir grup tarafından dövülerek öldürüldü. 12 yaşındaki kız çocuğunun fotoğrafını çektiği iddiasıyla. Adli Tıp raporunu görmek istemezsiniz. İşlenen vahşet akıl alır gibi değil! Bir grup çocuk babaları yaşındaki bir adamı birkaç yerinden bıçakladılar, metal tesisat anahtarıyla yüzüne, kafasına defalarca vurdular. Dişleri dökülünceye kadar yüzünü yumrukladılar. O haliyle sokaklarda dolaştırıp getirip karakolun önüne attılar. Kamera kayıtlarına yansıyan çoğu siyahlar giyinmiş “sokak çetesi” görüntüsü veren bu çocuklardan önce 7’si gözaltına alındı, 5’i serbest bırakıldı. Soruşturma aşamasında tutuklu sayısı 3’e çıktı.
***
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen duruşmada bu davanın tutuklu sanıklarından biri daha serbest bırakıldı. Oysa kamera kayıtlarında etrafı bir
Bilgi kitlelere nasıl aktarılırsa aktarılsın bazen karşılık bulmuyor. Bazı insanlar bilgiye tuhaf bir şekilde direnç gösteriyor, sağırlaşıyor. Birebir yaşadığı ya da tanık olduğu bir olaydan, bir felaketten onun ağır hasarlı sonuçlarından ders çıkarmak istemiyor. Yine kendi bildiğini okuyor.
Mesela yıllardır medya olarak belli aralıklarla çok sayıda deprem yaşamış ve hâlâ deprem riskiyle karşı karşıya kalan bir ülke olduğumuzun altını defalarca çizdik. Deprem bilinci konusunda toplumu, neler yapılması gerektiği konusunda da ilgili kurum ve kuruluşları günlerce uyardık. İnsanları depremin değil, altyapısı sağlam olmayan, çürük depreme dayanıksız binaların öldürdüğünü milyonlarca kez anlattık. Yıkıntıların altında ailesini kaybeden, acıdan donmuş insanların yüzlerini sayfalara, ekranlara taşıdık. Daha ne yapmamız ne yazmamız gerekiyordu bilmiyorum! Ama şunu biliyorum artık; siz ne anlatırsanız anlatın hâlâ ve ısrarla felaketleri normalleştiren bir “sağırlar topluluğu” var.
***
Düşünün, daha birkaç ay önce dünya deprem
Sosyal medyada anında yayılan yanlış bilgi ve yalan haberlerin sayısı giderek artıyor. Öyle ki dünyanın her yerinde sahte haber artık bir ideolojik aygıta, silaha dönüştürülmüş durumda! Sahte bilgi ya da haberlerin de farklı türleriyle karşı karşıyayız. Bu tür yanlış bilgi ve sahte haberler, sosyal medya platformlarında kontrolsüz bir şekilde yayılıyor ve insanların gerçeklik algısını etkiliyor. Yanlış bilgi, çarpıtılmış veya aktarılan içerikler, manipüle edilmiş görüntüler veya yanıltıcı başlıklar aracılığıyla viral hale geliyor.
Viral gerçek dışılık, genellikle duygusal veya tartışma ortamlarında yoğunlaşıyor ve kullanıcıların duygusal tepkilerini harekete geçirerek algı yönetimi yapıyor. Bu süreçte, gerçeklik kontrolü yapmadan içerik paylaşan kullanıcılar da bilinçsizce yanlış bilgilerin yayılmasında rol oynuyorlar. Viral gerçek dışılık, toplumun genel bilgi düzeyi ve medya okuryazarlığını da etkiliyor. Bu durum, görüş oluşturmayı ve toplumsal konuları içinden çıkılmaz hale getirmekle kalmıyor,
İçinde yaşadığımız dünya bir çıkmazda ve giderek sevimsizleşiyor. Hiçbir soruna kalıcı bir çözüm üretmeden, müthiş bir karışıklık, koşuşturmaca ve kaos halinde yaşıyoruz. Dünya tarihinde yaşanmış bütün yanlışlar tekrar tekrar önümüze çıkıyor. İklim krizinden gıda güvenliğine, yoksulluktan göçlere, salgınlardan savaşlara kadar uzanan sorunlar zinciri. Her biri, teknolojik ilerlemenin yarattığı yepyeni sorunlarla birlikte katlanarak büyüyor.
Mesela dünyanın çöp sorunu! Öyle ki; dünyayı tam anlamıyla bir çöplüğe çevirdik. Bu kirliliğin boyutunu anlamak için, durup çevremize bakarsak, dünya genelinde yılda 2.1 milyar ton çöp ürettiğimizi göreceğiz.
Üstelik bunun sadece yüzde 16’sı geri dönüştürülebiliyor. Yüzde 46’sı da geri dönüştürülemeyecek şekilde doğaya atılıyor. Dünyadan başka gidecek hiçbir yeri olmayan insanlık, aslında sorunlara teknolojiye dayalı çözümler üretme yeteneğine
Bir hafta sonra yaklaşık 5 milyon genç ilk kez sandığa gidecek. Bu nedenle bir süredir sosyal medyada genç seçmenlerin siyasi görüşlerini, seçimle ilgili değerlendirmelerini, adaylar hakkındaki yorumlarını, hangi paylaşımlara nasıl tepki verdiklerini anlamaya çalışıyorum. Bu durumu elbette toplumbilimciler değerlendirecektir.
Ama benim gördüğüm iki şey var: Birincisi sokak jargonuyla konuşan ya da kifayetsiz muhteris bazı siyasetçilerin kutuplaştırıcı nefret söylemleri arttıkça gençler de saygı eşiğini aşıyor. Karşılıklı bir yüz göz olma hali var. Haliyle sosyal medyadaki gençlerin paylaşım ve yorumları restleşme, hesap sorma, had bildirme ya da tehditkâr söylemlere daha yatkın hale geliyor. İkincisi gençlerin önemli bir kısmının siyasetteki gelgitleri. Geleceklerinden kaygılılar ama siyasette yeterli bilgiye sahip değiller. Siyasi tercihleri sosyal medyadaki bilgilerle sınırlı. Paylaşımlara ve yorumlara bakarsak, gençlerin en azından bir kısmının tutarlı ve bilinçli bir siyasi tercih yapıp yapmadıkları konusunda kafası hayli karışık.
***
Asl
Halk arasında “Cübbeli Ahmet Hoca” diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, geçtiğimiz günlerde yayınladığı videoda şöyle diyor: “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli. Allah muhafaza!” Burada “Allah muhafaza” ifadesi, parfüm sürüp sokağa çıkan bir kadının başına her şey gelebilir mealinde: Dayak yiyebilir, tacize uğrayabilir, şiddet görebilir...
Yasakların sonu yoktur. Cübbeli Hoca’nın da yok! Konuşmasının devamında türbanlı, kapalı kadınları da hedef alıyor: “Geldiğimiz noktada başörtüsü örtüyor; yanağında allık, gözünde pulluk… Haram. Bu ziynettir” diyerek...
Daha öncesinde de depremin fuhuş yuvalarını vurduğunu, satranç oynayanların lanetlendiğini, kadının açık kadınlara bakmasının bile haram olduğunu söyleyerek neredeyse hayatın kendisini bir günah haline getirdi.
Çünkü toplumu yeniden dizayn etmek, hizaya sokmak için bir şeyi suç sayarsanız yarın bir başka şeyi de suç sayarsınız. Birini yasaklarsanız, diğerini de
Dünyada makamını bir günlüğüne çocuklara teslim eden ve onların düşüncelerine değer veren muazzam bir geleneğe sahip tek ülkeyiz. O koltuklara oturan her çocuk, ilk talimatını genellikle öğrencilerin sorunlarına çözüm üretmesi için Millî Eğitim Bakanı’na verdi. Basına verdiği demeçlerde, savaşa ve teröre karşı çıktı. Çocuk haklarına değinmeden, Atatürk’ü anmadan o koltuklardan inmedi. Bir günlüğüne, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan bazen de Bakan olan o çocuklara ne olduğunu biliyor musunuz? Çoğu mühendis oldu, hukukçu oldu, tasarımcı oldu, sanatçı oldu, uluslararası siyaset okudu…
Bu, ülkenin en görünür en aydınlık yüzü. Fakat bu aydınlık yüz, bu geleneği sürdürmekte kararlı olan çocuklara gereken değeri vermeyen büyüklerin zihniyetiyle gölgeleniyor. Ne devlet ne de aileler, çeşitli gerekçelerle eğitime bütçe ayırmıyor. Basına yansıdığı kadarıyla sığınmacı çocukları da eklersek, bugün okul
Son zamanlarda yorumsuz haber bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Yorumların önemli bir kısmı da seçime değil de sanki bir kavgaya hazırlanıyoruz kıvamında. İşin tuhafı bu yorumları adaylardan, siyaset ve toplumbilimcilerden çok gazeteciler yapıyor. Çeşitli haber kanallarına, tartışma programlarına konuk olan bazı gazeteciler, meslek etiğini bir tarafa bırakıp, taraf oldukları partinin bir neferi gibi davranmakta bir sakınca görmüyorlar!
Medyadaki sorun artık sadece kamuoyunu manipüle eden yalan yanlış haberlerdeki ısrarın sürdürülmesi değil. İrili ufaklı pek çok partinin kitleleri endişeye sevk eden kutuplaştırıcı, ırkçı, ayrımcı, tehlikeli söylemlerini meşrulaştırmak da değil. Sorun; kendilerini iktidar ya da muhalefete göre konumlandıran bazı gazetecilerin, çeşitli haber kanallarında, tartışma programlarında seçime katılacak adayları ve partileri, kendi siyasi tercihleri üzerinden yorumlamasında. Sandığa gidecek seçmene saygı duymayıp, kendi düşüncelerini ve görüşlerini dayatmasında... Bu da toplumda daha fazla kutuplaşma, daha fazla siyasi