Milliyet, hafta içinde müthiş ironi barındıran bir fotoğraf yayımladı. Bir damla suyu kalmamış kupkuru bir toprak parçası ve üzerinde “Göle girmek yasaktır” yazılı, kurşun delikleriyle dolu bir tabela… Türkiye’nin kurumuş, çatlamış, çorak toprağa dönmüş bütün göllerinin başında bu tabelaları görürsünüz… Paslanmış, yazıları okunmaz hale gelmiş, kurşunlanmış ya da üzeri çizilmiş olsa da işlevini yitirmiş bu tabelalar, kendi coğrafi geçmişinin ve kültürel mirasının bir mührü gibi, öylece bırakılmışlar.
Medya yıllardır Amik, Karataş, Burdur, Akgöl, Işıklı, Eber, Akşehir, Meke Krater, Marmara gibi göllerimizin kuraklık ve yanlış su politikaları yüzünden nasıl kuruduğuna ilişkin haberler yapıyor. Öyle ki; verilere göre 300’e yakın gölümüzün yüzde 60’ı kurudu. Sadece Akdeniz Bölgesi’nde irili ufaklı 15’ten fazla göl ise tamamen yok oldu. Üstelik çoğu küresel ısınmanın yanı sıra tarım alanlarının yanlış yöntemlerle sulanması gibi sebeplerle yok oldu.
Dolayısıyla kupkuru toprak parçasının üzerine dikilmiş “Göle girmek yasaktır” tabelasının kurşunlanması, belki de soruna nasıl ilgisiz kaldığımızın, toplumsal duyarsızlığımızın da bir göstergesi. Fotoğraf aynı zamanda Marmara Denizi’nin yüzölçümünden daha büyük, Van Gölü’nün üç katı büyüklüğünde 70’e yakın doğal gölü nasıl kaybettiğimizin de bir yanıtı niteliğinde. Kurumuş göl, aslında insanın doğa ile yitirdiği bağı temsil eder. Tabela; geçmişte, toplumların hayatında göllerin önemli bir rol oynadığına, ekosistemin bir parçası olduğuna, kültürel mirasa işaret eder. Kurşun delikleri ise insanın içsel çatışmasını ve doğal çevreyle olan çelişkisini yansıtır.
***
Oysa doğru yönetim ve ekosistem restorasyon projeleri sayesinde kuruyan veya yok olan göller tekrar kazanılabilir. Mesela Aral Gölü; dünyanın dördüncü büyük gölüydü. Ancak yanlış mühendislik projeleri sebebiyle mutlak bir kurumayla karşı karşıya kalınca 1980’lerde su varlığının yarısını kaybetti. Aşırı sulama nedeniyle de eski yüzölçümünün yüzde 90’ını kaybetti. Ancak bugün Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi ülkelerin iş birliğiyle ve uluslararası yardımlarla Aral Gölü’nün küçülen kısmı tekrar suyla doldurulmaya çalışılıyor.
Orta Doğu’nun en bereketli su kaynağı olan, İsrail’de Hula Gölü, 1950’lerden sonra kurutma çalışmaları yüzünden tam bir yıkım yaşamıştı. Göl kuruyunca ekosistem bozuldu ve sulak alanların önemi anlaşıldı. Toprak tarıma uygun olmadığı için gölü geri kazanmak için yapılan restorasyon çalışmalarıyla göl canlandırıldı, birçok kuş türü için yeniden bir sığınağa dönüştü.
İran’ın batısında yer alan Urmiye Gölü’nde de benzer sorunlar yaşandı; iklim değişikliği ve su yönetimi sorunları nedeniyle. Ancak İran hükümeti ve uluslararası yardım kuruluşları, gölün su seviyesini artırmak ve ekosistemini canlandırmak için çalışmalar yaptı ve uygulanan sulama projeleri ve su yönetimi tedbirleriyle gölün su seviyesinde belirli ölçüde iyileşme sağlandı. Örnek çok. Çad ya da Mono gölleri de kaybettiğini geri kazanmaya çalışıyor.
Doğanın ironisi ve insan çelişkisi
***
Peki, biz nerede hata yapıyoruz? Çünkü sadece benim gazetem küresel ısınma ve sonuçları üzerine binlerce haber yaptı. Hepsi de muhtemel sorunların çözümüne yönelik “önlem” almanın, projelere “yatırım” yapmanın ya da olası bir soruna finansal bir “kaynak” ayırmanın önemine vurgu yapan haberler. Buna rağmen çözüme yönelik istenilen düzeyde bir katkı sağlanamıyor. Belki de toplumsal bilinç olsa da kurumsal sorumluluğun olmadığı yerde başarı da olmuyor.
Günümüzde, insanın çevresine verdiği zararın ve doğanın içine düştüğü çaresizliğin, endişe verici boyutlara ulaştığını hepimiz görebiliyoruz. Tam da bu nedenle bu kritik durumu simgeleyen ve çarpıcı bir ironi barındıran bu fotoğrafa bir kez daha bakmanızı isterim. Çünkü gördüğünüz sadece doğal zenginliklerin yok oluşunu değil, aynı zamanda toplumsal bilincin zayıflığını da yansıtan güçlü bir semboldür.
Ve bu fotoğraf bize bir çağrıda bulunur:
İnsanın doğayla yeniden uyumunu ve çevreyle barışık bir toplumun inşasını haykıran güçlü bir çağrı!
Kim bu çağrıya yanıt vermek istemez ki?