GAZETENİN içinde hâlâ Tokyo terliklerimle geziniyorum... Rengarenk giyiniyorum! Mayomu bilgisayarın üzerine astım, bilgisayarın fanıyla kurutuyorum. Güneş kremim masamın üzerinde; havlum, plaj çantam, deniz gözlüklerim, paletlerim.. Denizden topladığım kabuklar, taşlar da... Akşamüstü Ebru herkese kahve, çay servisi yaparken bana buzlu meyve kokteyli geliyor. Pipetimi löpürdete löpürdete buz gibi kokteylin tadını çıkarıyorum. Limana bakan toplantı odasından güneşin batışını seyre dalıyorum.
“Şaka mı?” diye soruyorsunuz değil mi? Evet, şaka.
Tatilden sonunda döndüm ben. Ama hâlâ gerçek hayata dönemedim, orada kaldım. Sanki tüm o az önce anlattıklarımı yaşıyorum. Zaten tam da iş kıyafetlerimi giyemiyorum. Arada kalmış türden şeyleri bulup buluşturuyorum.
Görenler, “Meraklanma, birkaç gün içinde yine siyahlarını giymeye başlarsın” diyor.
Sanki dünya umurumda değil. “Birkaç gün içinde umurunda olur” diyorlar.
Ancak benim bu halim, bu sefer biraz uzun sürecek gibi. Yıllık izinden sonra, herkes böyle benzer sendromlar yaşıyor. Bir haftaya kalmaz da eski haline dönüyor.
Eminim benim bu sefer öyle olmayacak. Sebebi de belli. Uzun zamandır bana nasip olmayan türden bir tatil yaptım.
15 gün boyunca hiç gazete okumadım.
Televizyonun kumandasını bile elime almadım.
Tatili iş için bölmedim.
Yazı yazmadım.
İçimden ne geliyorsa öyle davrandım. Canım ne istiyorsa onu yaptım, oraya gittim. İstanbul, Özdere, Bodrum, Kuşadası, Çeşme...
Hem bir de içimden maviler geçti!
Kendime torpil yapmış gibi olmasın diye size söylemedim ama; bu yaz bir televizyon programı da hayatıma yeni bir renk taşıdı. TRT Turizm Belgesel Kanalı’nda haftanın beş günü yayınlanan “İçinden Mavi Geçti”de sunuculuk deneyimi yaşadım. Yapımcılığını Aygül Ordu ve Turgay Pasinligil’in yönetmenliğini de Hakan Aybar’ın yaptığı programı; Ünal Ersözlü, Murat Can Canbay, Dilek Gappi, Gürol Tonbul ile dönüşümlü olarak sunduk. Maviliklerin ortasında sanki hayatın onlarca rengini yaşadık. Bazen beyaz bir tekne geçti, bazen bir yelkenli, bazen bir martı. Ama sohbetlerin içinden hep mavi geçti!
* * *
Neyse, asıl konumuza dönelim. Yıllık izinden geldiğim ilk gün yaşadıklarım da skeçleri aratmayacak cinstendi. İzmir’e döndüğümde başıma gelenlere bir gazeteci arkadaşım teşhisi de koydu. Telefonumu bozdum, eve girer girmez klimayı açınca sigortalar attı, kuaförün fırçası gözüme battı, yüzüğümü kaybettim, acemi şoförler gibi trafikte debelendim, gideceğim yerlere hep geç kaldım.
Bu halimle beni “kan-ter” içinde gören arkadaşım, “Sen jet-lag olmuşsun” dedi. “Nasıl yani?” deyince de, “Hep denizaşırı yaşanacak değil ya... Sen de 60-100 kilometre öteden, doğal hayattan İzmir’e dönünce jet-lag oldun, ritmin bozuldu” diye de ekleyiverdi.
Uçakla seyahat esnasında dünyanın zaman dilimleri geçilirken insan vücudunun bu hızlı zaman değişimine adapte olamayıp ritminin bozulmasına jet-lag deniyor. Kısaca, yerel saatle beynimizin hipotalamus bezi tarafından düzenlenen, vücudun biyolojik saatinin uyumsuzluğu olarak da biliniyor.
Bilmem ben bu jet-lag’ı ne zamana kadar yaşayacağım, hipotalamus bezim ne zaman doğru çalışacak?
Ama bu başımı döndüren jet-lag hoşuma da gitmiyor değil!