Eve kapanan ekmeğe sarıldı. Aç kalma korkusundan ya da ekmek bulamamaktan değil, stres atmak, kafayı boşaltmak için. Hamur ile uğraşmanın kuşkusuz terapi özelliği var, insanı sakinleştiriyor, evi saran mis gibi ekmek kokusu ise bambaşka bir mutluluk hissi veriyor
Makarnadan sonra market raflarında en hızlı satılan ürünler un ve maya. Yemek yapmakla hiç alakası olmayan insanlar bile kolları sıvayıp ekmek yapmaya soyundu. İddiayla işe girişip ekşi maya macerasına girenler de az değil. Herkesin içindeki gizli yetenek açığa çıktı. Geçenlerde New York Times gazetesi bile stresten kendini hamur işi yapmaya vuranları konu yaptı. Ünlü haber programı sunucusu Mary Louise Kelly, “Programı bitirdim, eve geldim, gecenin bu saatinde deli gibi muzlu ekmek pişiriyorum” diye bir tweet atınca, bir anda binlerce yorum aldı. Belli ki gece yarısı televizyon seyreder gibi fırında kabaran ekmeklerini, keklerini, çöreklerini seyreden çok kişi vardı.
Ekmek yapmanın gerçekten rahatlatıcı bir yanı var. Hamurla uğraşmak toprağa çıplak ayakla basmak gibi insanın adeta elektriğini alıyor. Bu
Pek çok ülke korona salgınına hazırlıksız yakalandı. Türkiye’nin ise hiç umulmadık bir alanda müthiş bir altyapısı var. Kargoyla yiyecek, kuryeyle yemek göndermek konusunda pek çok ülkeyi açık ara sollarız. Bu dönemde tarımı, yerel ve küçük üreticiyi desteklemenin tam zamanı
"Evde kal” çağrısıyla eve sipariş alışveriş inanılmaz boyutlarda arttı. Kargo çalışanları sağlık çalışanlarından sonra hayati önem taşıyan grup haline geldi. Büyük market zincirlerinin çoğu eve teslim yapıyor, ancak çoğu zaman kapasite dolu oluyor. Yöresel ürünleri yerinden getirtmek de başvurulan çözümlerden biri. Yiyecek sektöründe asıl kâr her zaman aracıya gidiyor, ne yazık ki üreticiye emeğinin değeri yansımıyor. Böyle zor zamanlarda öncelikle üreticileri kollamak önem kazanıyor. Eğer tarımı ve üreticiyi kaybedersek asıl felaket o zaman başlar. Var gücümüzle yerel küçük üreticileri desteklemek, onların varlığını korumak için elimizden geleni
Sosyal mesafe koruma gündeme geldiğinden beri herkes evlere kapandı. Özellikle gençler arasında nasıl yemek pişireceğini bilmeyen o kadar çok ki! Sosyal medyada tarif paylaşma salgını dünyayı tıpkı Kovid-19 hızıyla sardı
Dünya çapında restoran sektörü bunalımda. Lokantalar, restoranlar, kafeler birbiri ardına kapandı. Çoğu ülkede sadece evlere servis verenler çalışıyor. Sektör çalışanları fena durumda. Pek çok köklü işletme personel ücretlerini ödemeye devam ediyor ama nereye kadar dayanırlar meçhul. Daha en baştan çalışanlarına ücretsiz izin verip yollayan pek çok işletme var, üstelik de en tuzu kuru, havalı olanlar bile çalışanlarına yol verdi. Aşçısından garsonuna emekçi kesimin kaderi ne olacak düşünülmüyor, konuşulmuyor. Onlar gastronomi dünyasının sessiz kahramanları, bugünün çaresiz kurbanları. Dünya çapında restoran sektörü bunalımda.
Lokantalar, restoranlar, kafeler birbiri ardına kapandı. Çoğu ülkede sadece evlere servis verenler
Makarna kuşkusuz en ucuz, en kolay yemek. İtalyanlar için vazgeçilmez, her öğün yerler, gene de bıkmazlar. Korona korkusuyla dünyada bir makarna merakı başladı, stoklar evlerde dağ gibi oldu. Makarnanın da tıpkı salgın gibi Çin’den İtalya’ya geçtiği söylenir ama inanmayın, o Amerikalıların uydurması
İtalyanlar makarnaya pasta diyor. Bu hamur işi gibi genel bir isim, zaten pasta aslında hamur demek. Ancak bundan sonra iş çetrefilleşiyor. Her makarna türü şekline göre farklı bir isim alıyor, İtalyanlar bunu alfabeyi ezbere bilir gibi biliyor. Çoğu makarna yemeği önce şekline göre makarna, sonra da sosunun adıyla anılıyor. Doğrusu İtalyanlar bu konuda çok hassas, hangi sosun hangi makarnaya gideceği konusunda çok keskin görüşleri var.
Macaroni sözcüğü ilk kez 1279 yılında Cenova kent arşivlerinde geçiyor. 19. yüzyılda maccheroni olarak sadece hafif kıvrık tüp makarnalar için kullanılır olmuş. Biz ise İtalyancadan alarak başlarda makaronya, sonraları makarna olarak kullanmışız.
İtalyan işi makarna bize Osmanlı döneminde
Bundan tam dört bin yıl önce Anadolu’da mart ayı şenlik ayıydı. Anadolu’nun en eski sahiplerinden Hititlerin en önemli kutlamalarından biri mart ayına denk gelen ve tam 38 gün süren AN.TAH.ŠUM.(ŠAR) festivaliydi. AN.TAH.ŠUM, Sümer dilinden gelen bir kelime. Dağlarda yetişen, şubat veya mart ayında boy gösteren, kış bitiminde ilk çiçek açan yumrulu bir bitki olduğu biliniyor. Kayıtlara göre ayrıca yenilebilen bir bitki. Bu tanıma tam olarak uyan Anadolu’nun pek çok yerinde karlar erirken çıkan çiğdem çiçeği. Hatta daha da yüksek bir olasılıkla botanik adını Ankara’dan alan “Crocus Ancyrensis /Ankara Çiğdemi”. Çiğdem de yenir mi demeyin, unutulmaya yüz tutmuş geleneksel lezzetlerimiz içinde çiğdemden yapılan yemekler de var. Artık unutulmaya yüz tutsa da Gaziantep’te yoğurtlu çiğdem aşı tam bir bahar lezzeti, çiğdem ile sütlü diye muhallebi gibi tatlısı yapılıyor. Ama en önemlisi muhakkak ki pek çok yerde hâlâ yapılan çiğdem
Dünya Kadınlar Günü pek çok ülkede çiçeklerle kutlanıyor. Oysa Kadınlar Günü’nün tarihi çiçeklerle değil çilelerle dolu. Gastronomi sektöründe kadının kıymeti yeni anlaşılıyor, halbuki anadan kıza geçen yemeklerimizde kadın elinin tadı var İlk kez 1857’de New York’ta kadın tekstil işçileri ağır çalışma şartlarına karşı çıkmak için greve giderler. Grevin yayılmasından korkan patronlar, işçileri fabrikaya kapatırlar. Ancak talihsiz bir yangın sonucu içeride hapis kalan kadınların çoğu can verir. Amerika’da kadın mücadelesi yıllarca devam eder, sonunda 28 Şubat 1909 tarihinde ilk büyük Kadınlar Günü kutlaması yapılır. İlk uluslararası kutlama kararı ise Alman devrimci Clara Zetkin’in önerisiyle Danimarka’da 1910 yılında düzenlenen İkinci Sosyalist Enternasyonal Kadın Konferansı’nda alınır.
Birinci Dünya Savaşı ile kesintiye uğrayan kutlamalar 1917 yılında St. Petersburg’da, kadınların başlattığı bir başka grev dalgası ile tekrar canlanır. Kadın
Dönere kimlik geliyormuş. Artık çiftlikten tüketiciye ulaşıncaya kadar olan süreç izlenebilecek. Gelecek sertifikasyon sistemi ile dönerin bir kimliği olacak. Bu haber bahanesiyle biz de dönerin dünya yolculuğuna bir bakalım dedik
Döner kebabın bilinen ilk fotoğrafını çeken bir İngiliz olmuş. 1855 tarihli bu fotoğrafta seyyar bir dönerci sokakta gerili bir çadır bezinin önünde ahşap bir tezgâh üstünde oldukça ilkel bir mutfak düzeni kurmuş müşteri bekliyor. Fotoğrafı çeken James Robertson 40 yıl boyunca Darphane-i Amire’de hakkâk ve baş gravürcü olarak görev yapmış, bu dönemde fotoğraf çekmeye merak salmış ve Osmanlı’da fotoğrafçılığın öncüsü olmuş bir kişi. Özellikle İstanbul ve Kırım’da çektiği fotoğraflar tarihe ışık tutuyor. Dönerci fotoğrafı ise bir ilk olarak bizim için çok kıymetli.
Dönerin tam tarihini yazmak zor. Ama tarihi kaynaklarda ufak bir gezinti bize ilginç bilgiler veriyor. Elbet önce Evliya Çelebi döner yemiş mi ona
Bir gün geçmiyor ki yeme içme dünyasında yeni bir akım çıkmasın. Kâh glütenden kaçıyoruz ya da detoksa giriyoruz; kâh hayvansal yiyeceklere veda edip vegan oluyoruz. Hepsinin bu toprakların kültüründe yeri var
Nasıl beslenmeliyiz? Gelecekte neyi, ne kadar yiyeceğiz?
Aslında bütün bu soruların cevapları geçmişte verilmiş. Bütün kadim dinler, geçmiş uygarlıklar, insanoğlunun yemek düzenini belirlemek için önlemler almış. Oruç sadece Müslümanlıkta değil, bütün dinlerde var; amaç nefsi terbiye etmek, insanoğlunun zaafı oburluk ve açgözlülüğe gem vurmak. Bir anlamda bedeni rahatlatmak, fazlalıkları atmak. Ama elbette arada ipin ucunu kaçırmanın, yemeyi içmeyi abartmanın da başka bir keyfi var. İşte karnaval dönemi bunun tam zamanı.
Karnaval dibine kadar eğlenmek ve yemek içmek demek. Çünkü hemen arkasından Paskalya yortusuna kadar sürecek uzun bir perhiz ve ruhsal arınma dönemi gelecek. Kökü pagan döneme dayanan ve Hıristiyanlıkta kutlanan