Turizmin rotası gastronomiye yöneliyor; otellerden devasa tatil köylerine, şef restoranlarına kadar odak noktası gastronomi. Peki, Türkiye nasıl gastronomi destinasyonu olabilir?
Turizm ve ağırlama sektöründe artık ayrıştırıcı nokta tartışmasız gastronomi. Bu konuda sektörün önde gelen isimleri geçen hafta Antalya’da 1. Uluslararası Turizm Gastronomisi ve Ağırlama Zirvesi’nde (FSUMMIT) bir araya geldi. Bu yıl “Ağırlamada Farklılaşma” temasıyla gerçekleşti zirve. Gökmen Sözen’in kurucusu olduğu Sözen Organizasyon, bir kez daha gastronomi dünyasının önde gelen kişilerini bir araya getirdi. Benim payıma, “Gastronomi Turizminde Eğitimin Yeri” konulu paneli yönetmek düştü. Turizmde ve özellikle de gastronomi alanında alaylı-eğitimli gerilimi hep vardır. Bir taraftan eğitim şart deriz, diğer taraftan en dipten başlayıp adım adım yukarı çıkan tecrübenin yeri tartışılmaz. Bugün Antalya’da gastronomi ve turizm konusunda öğretim yapan üç önemli eğitim kurumu var. Panele Bilim Üniversitesi adına Prof. Dr.
Günümüzün doludizgin temposunda yaşananların çoğu kelimeye dökülmeden geçip gidiyor. Günlük tutmak unutuldu. Oysa görülen, keşfedilen, iyi yemek yapılan yerleri yazmak gezmenin vazgeçilmez bir parçası
Seyyahlık uzun ince bir yol. Uzak diyarlara gitmek, bilinmedik yerler keşfetmek insanoğlunun tutkusu. Gezmek görmek yeni yerler keşfetmek insana yetmiyor, bunu paylaşmak ve anlatmak da gezginin adeta görevi oluyor. Birisi seyahatten dönünce, “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” denir ya, işte gezginden de anlatması bekleniyor.
Eski seyyahlar gezdiklerini gördüklerini belgeleyen, yediklerini içtiklerini ballandıra ballandıra anlatan günlükler tutmuş. Bugün o ünlü seyyahların kaleme aldığı seyahatnameler sayesinde geçmiş zamanlar hakkında bilgi alabiliyoruz. Bu bilgi bazen yerinde yeller esen bir bina olabiliyor, bazen bize toprak altında kalmış bir uygarlığın izlerini gösteriyor. Kimi zaman ise seyyahlar geçmiş zaman geleneklerini, kutlamaları, yenilip içilenleri anlatıyor. Bu
Dünyada turizm ayrıcalıklı olana yöneliş içinde. Lüksün ve eğlencenin tanımı değişiyor. Bu gastronomiye de yansıyor
Dünyada turizm anlayışı devamlı bir değişim içinde. Pandemi sonrası daha özel ve farklı olana bir yöneliş başladı. Artık nicelikten çok niteliğin ön plana çıktığı bir turizm anlayışı var. Türkiye uzun yıllar “her şey dahil” sistemiyle büyük kitleleri ağırladı. Belki kitle turizminin odağı haline gelmeyi başardı ama aynı zamanda bunun zararını da çok gördü. Tesisler hızla yıprandı, dekorasyon trendleri bile değişti, üstelik çevre halkı ve küçük esnaf turizmden yeterli payı alamadı. Müşteri beklentileri artık farklılık üzerine odaklanıyor. Geleceğin lüks tanımı ise sade ve incelikli olan, daha da önemlisi sosyal sorumluluk ve çevre hassasiyeti konusunda duyarlı olandan geçiyor.
Dünyada gastronomi turizmi ön plana çıktıkça sadece yerel lezzetler değil bu tür ince duyarlılıklar da önem kazanıyor. Dünyada en üst düzey restoranlar atıksız mutfaktan
Meyvelerin cazibe kraliçesi kiraza karşı koymak çok zor; güzel dudakları , betimleyen al renklisinden beyazımsına, sarımsı pembemsinden morumsu kiraza, acaba en güzeli hangisi!
Haziran ayına kiraz ayı da derler. Kiraz ayı geldi mi artık yaz gelmiştir, dalları kiraz basmıştır. Dalın belini bükecek denli bol meyve veren kiraza o yüzden “Dalbastı” demişler. Dalbastı kirazı Anadolu’da pek çok yerde var ama coğrafi işaret olarak Malatya’ya tescilli. Böyle pek çok coğrafi işaret almış kiraz türümüz var. Bu yıl 4 çeşit kiraz Afyon’dan Sultandağlı ve Sultandağlı Gılli türleri, Denizli Honaz ve İzmir Kemalpaşa kirazı tescil aldı; böylece tescil almış kiraz türlerimizin sayısı 10’a ulaştı. Önceki yıllarda Niğde Ulukışla Darboğaz, Isparta Uluborlu, Manisa Salihli, Konya Akşehir ve Ereğli beyaz kirazı gibi türler de listeye girmişti. Bu rakam, aslında Türkiye’deki kiraz çeşitlerinin tümü düşünülürse olması gerekenin çok altında. Oysa tarihte kaydedilmiş çeşitlerine bakarsak kirazın
Deniz, kum, güneş… İngilizce 3-S (Sea, Sand, Sun) olarak bilinen bu üçlü, bir zamanlar turizmin altın anahtarıydı. Günümüz tatil anlayışı için
bunlar yeterli değil, hatta olmasa da olur kabul ediliyor. Yeni büyülü ikili artık “Tat ve Sanat”
Deniz-kum-güneş uzun yıllar Türkiye’de turizmin direği oldu. Öncesinde tarihi ve arkeolojik değerler çekim unsuruydu. Bir zamanlar turistler için İstanbul, Kapadokya, -Pamukkale ve Efes mutlaka görülmesi gereken “kare as” gibiydi. Sonraları büyük tesisler yapıldı, her şey dâhil sistemiyle açık büfeler, yeme-içme-eğlence gündeme geldi. Nitelikten çok nicelik ön plana geçti. Dünyada lüks destinasyon kavramı artık çok değişti. Şatafat değil sadelik ön planda. Görmek ve görülmek değil, aksine gözlerden ırak tatil yapmak lüks kavramıyla özdeş oldu. Yalın ve doğayla uyumlu bir mimari tasarımın ön plana çıktığı ortamlar, özgün yöresel lezzetleri ve yerel ürünleri tatmak
Bir aşk hikâyesinden doğan çileğin albenisi yüksektir, o eski kokulu çilekler insanın başını döndürür, resmi bile insanı cezbeder
Çilek bahardan yaza geçiş meyvelerinin belki de en güzeli. Başka bir çekiciliği var. Bir zamanlar yurt dışında yapılan bir araştırma okumuştum: Yemek dergilerinde çilek kapak olduğu zaman yılın açık arayla en çok satan sayısı o sayı olurmuş. Gerçekten de çileğin böyle bir albenisi var. Sadece resmi bile insanı cezbediyor. Bir de o eski kokulu çilekler gibi kokan bir çilek insanın âdeta başını döndürür.
Melez güzel
Melezler güzel olur. Çileğin bu kadar güzel olmasının temelinde bir melezlik yatar. Bugün yediğimiz çilekler köken itibarıyla çok karmaşık bir geçmişe sahip. İlginç bir şekilde çileğin tek bir memleketi yok. Köken olarak Avrupa, Asya, Kuzey ve Güney Amerika’da çilek yetişirmiş. Bugün yediğimiz çileklerin çoğu iki Amerikalının Avrupa’da buluşmasına dayanır. Bir aşk hikâyesine benzeyen
Havada uçuşan sayısız koku molekülleri arasında yaşıyoruz. Çoğu zaman fark etmesek bile tat duygusunun anahtarı da burundan geçiyor. Burnunuzu tamamen kapatarak kör tadım yaptığınızda tatlılık, acılık gibi hisleri alabilirsiniz ama lezzeti anlayamazsınız
Koku konusunda yurt dışında yeni çıkan bir kitap çok konuşuluyor.
Harold McGee’nin yazdığı “Nose Dive: A Field Guide to the World’s Smells” henüz Türkçeye çevrilmedi. McGee’nin bu kitabı yazması zorlu bir süreçti. Uzaktan da olsa bu sürece kısmen tanıklık ettim. Aslında kitap ilk başta lezzet üzerineydi. Fakat lezzeti tanımlayan duyunun koku olmasından ötürü kitap giderek koku üzerine yazılmaya dönüştü; elbette lezzet referansı ve vurgusu eksik olmadan. Bu süreci anlatırken “Öyle bir dünyaya daldım ki yayıneviyle yaptığım 2 yıllık kontrat 10 yıla uzadı” diyor. Bir de bu sürecin tam ortasında koku duygusunu kaybetme travması yaşamış ki, onun paniğini hâlâ hissediyor. Bir gün hiçbir nedeni yokken, hatta nezle bile
Çürümüş bir balık sosu, kral sofralarının aranan lüks lezzeti olabilir mi? Tarihin lezzet koridorlarında gezinirken bugünkü bakışla kendimizi bir tezatlar girdabında bulmamız kaçınılmaz. İşte antik Yunan ve Roma dünyasının kulağa korkunç gelen çürümüş balık sosu “garum”u bu konunun en iyi bilenleriyle tartıştık
Her şey Londra merkezli Turquazz kültür platformunun kurucusu Batu Akyol’un sorduğu bir soruyla başladı. Bu platformun amacı Anadolu’da doğmuş mutfak ve müzik kültürleri hakkında İngilizce kaynak sağlayarak kültürel bir diyalog yaratmak. Akyol, bana İngiltere’de yeni çıkan “Garum” kitabını sordu. Tesadüfen yazarı Sally Grainger ile tanışıyordum. Bundan sonrası hızlı çevrilmiş bir film gibi gelişti. Kitap hakkında bir röportaj yapmam fikriyle başladık ve kendimizin bile şaşırdığı bir panele dönüştürdük.
Önce aklıma 2 Michelin yıldızlı İspanyol şef Pere Planagumà geldi. Son zamanlarda antik balık sosunu Escata adıyla yeniden canlandırmıştı. Salatadan çikolatalı