Süper Ligimizde çok farklı rüzgarlar esiyor. Bu rüzgarlarla hep birlikte yeni sayfalar yazıyoruz futbol tarihimize. Rüzgar ve fırtınaları örnekleyerek anlatacağım ki mesele biraz anlaşılsın.
Süper Lig’in 60 yıllık tarihine bakacak olursak, bugüne kadar sadece 5 takımın şampiyon olduğunu görüyoruz. Bu takımların üçü malum, Üç Büyükler adıyla çok özel maceralar yaşattı bize. Trabzonspor “Ben de buradayım” dedi ve oluşturduğu şampiyonluk zinciriyle statüsünü belirledi. Burada kazandığı şampiyonluğu tekrarlayamayan Bursaspor’un da “aykırı sularda” karaya oturmadan, hedefe ulaştığını söyleyebiliriz.
Şampiyon olan takımların ortak özelliği okyanusların belli bir bölgesinde gemiyi limana getirebilmeleridir. Başkanlar, kaptanlar, tayfalar ve yolcular yıllardır hiç de yabancısı olmadıkları sularda fırtınalara, buz dağlarına göğüs gerip kendi aralarında da yarışarak kıyıya ulaşmış ya da kayalara bindirmişlerdir. Hepsi de aynı denizlerin teknesi, aynı rotaların yolcusudur.
Şiddetli fırtınalar
Bir de farklı denizlerde dev dalgalarla boğuşarak… Yükselip inerek, alabora olma korkusuyla mücadele eden kaptanlar ve tayfalar var… Onlar şampiyon olanların uzağında çok farklı bir iklimde,
Sizi bilmem ama, kendi adıma sezon başından beri merakla beklediğim, futbol keyfine doyacağımı umduğum maç, dağın doğurduğu fareden öteye geçemedi.
Süper Lig’in lideri Medipol Başakşehir, set oyununu en iyi oynayan ekip. Dün de ilk yarıda uzun süre etkili olamamalarına rağmen set oyununda ısrar ettiler. Topa sahip olan, baskılı oynayan, kaybettikleri topları çabucak geri kazanıp yeniden sete dönen Başakşehir’di. Ancak bu yoğun baskıya rağmen istedikleri işleri yapamadılar. Adebayor ya da Demba Ba... Abdullah Hoca ikisinden de yararlanmadan oyuna başladı. Geçen hafta santrforsuz oynayıp Trabzonspor’u evinde deviren (4-2) Avcı, dünkü oyunda Robinho’yu ileri uçta görevlendirerek Brezilyalı yıldızdan farklı biçimde yararlanmayı denedi. Robinho, attığı şutlar ve yakaladığı gol pozisyonlarının hakkını verebildi mi? Hayır... Ancak yine de skor üzerinde ilk elden payı olduğunu söylemek gerekir. 42. dakikaya kadar beklenen etkinliği gösteremeyen, arkadaşları tarafından adeta oyun dışı bırakılan Edin Visca, Robinho’dan öyle bir ara pası aldı ki, şapka çıkarılır. Golü atmak bu pozisyonun en kolay yanı, çünkü vuran ne de olsa Visca. Sonrasında bir de Mossoro şaşkınlığı var. Visca’nın
Önce duygusal alkışlar... Hüzün ve sevginin yarattığı bir tablo. Tribünlerin gönlündeki kahraman Quaresma... Gidecek mi, kalacak mı belli değil... Belki de veda maçını oynadı adam, bilmiyoruz. Ama hak ettiği alkışlarla selamlanıyor. Beşiktaş taraftarlarıyla Portekizli adeta “helalleşme” ritüeli sahneliyorlar.
Evet, alkışlanmak güzel. Helalleşmek de öyle. Futbolseverler ve Quaresma sevgi ikliminde buluşuyorlar. O iklimde fırtınalar, hüzünler de var. Ayrılıklar da dahil, biliyorsunuz. Bu adam dün bir de kırmızı kart gördü ayrıca... Acaba bu kart Türkiye’deki kariyerinin sonunu mu ifade ediyor? Kırmızı kartın kararı hakeme ait. Doğru bir karar bu. Her neyse... Her ne yaptıysan iyi niyetle, koştun, çalıştın, topa vurdun, şutunu çaktın, ortanı yaptın... Elinden (ve de ayağından) geleni yaptın. Helal olsun, biz seni sevgiyle alkışlıyoruz. Obrigado... Teşekkürler yani Ricardo... Kalırsan yine beraberiz. Gidersen, özleriz.
Bir de ıslıklar var... Burak Yılmaz’ın Beşiktaş’a dönüşü, takıntılı bazı gruplar tarafından pek de hoş karşılanmıyor. Tribünler ikiye bölünmüş gibi. Yarısı alkış, yarısı ıslık... Bu ıslıklar eskimiş ve dinmemiş öfkenin dışa vurumuysa, yine de siz bilirsiniz. Ama
Kimseyi suçlamadan, aşağılamadan eğri oturup doğru konuşalım.
VAR sistemi, uygulamaya konduğu ilk yılında önemli arızalar ve aksaklıklar gösteriyor.
Trabzonspor-Başakşehir, Bursaspor-Fenerbahçe maçlarında Süper Lig’in en iyi hakemleri (Halil Umut Meler ve Cüneyt Çakır) tartışmalı karar ve uygulamalarından dolayı yoğun eleştirilerin odağına yerleşiyor. FİFA kokartlı iki hakemin haksız ve adaletsiz sonuçlar doğuran hatalı kararlar verdikleri ileri sürülüyor. Tek tek pozisyon, kart, faul analizi yapmayacağım. Bunlar, TV programlarında - usandıran bir yoğunlukla - zaten konuşuldu, tartışıldı.
Biraz geri çekilip, daha geniş bir açıdan kişilere ve sisteme bakmakta yarar var.
VAR sistemi yanlış kararları önlemek konusunda vicdanla teknolojiyi buluşturdu. Bu bakımdan sistemi benimsemeliyiz. Ne var ki bu sistem yapay zekanın yönetiminde değil. Yine insanlar tarafından uygulanıyor.
Uygulamadaki önemli arızalar da şunlar: Cüneyt Çakır, Cuma akşamı Akhisarspor - Beşiktaş maçında VAR hakemi... Pazartesi akşamı da Bursaspor - Fenerbahçe maçını yönetiyor. Sahada.. Kulaklık ve mikrofonu takılmış. Düdüğü ağzında. Hüseyin Göçek, Cumartesi akşamı Y. Malatyaspor - Göztepe maçını yönetiyor.
Ocak transferi sadece futbolseverlerle taraftarların değil, takımların da başını döndürmüş anlaşılan... Akhisarspor - Beşiktaş Süper Lig ikinci yarısının açılışını yaparken sanki bir tanışma toplantısındaydılar. Yenilenen kadrolarla (elde kalanlar ve gelenler) tempoyu, hücum ve savunma prensiplerini, önde ya da her yerde baskıyı filan kendi haline bırakarak ağır çekim bir oyun sundular bize. Hiç şikayet etmeyelim, normaldir.
Akhisarspor, Galatasaray ve Fenerbahçe’yi aynı skorla (3-0) yenebilmiş bir takımdı. O nedenle Cihat Arslan ve futbolcularının özgüveni yerindeydi. Ya Beşiktaş ? Onlar da öyle göründüler. Rahat ve sakindiler.
Pepe ve Babel gibi iki önemli oyuncunun uçup gitmesi can sıkıcı olabilirdi ama, Burak Yılmaz da ferahlık vaadediyordu. Akhisarspor’un iki stoperi Lopes ve Caner bu tehlikeli adamı perdelemek, durdurmak için çok fazla zorlanmadılar. Niye ? Birincisi, Burak Yılmaz, fizik olarak ne kadar hazır olursa olsun, maç tecrübesi, oyun oynama frekansı boşalmış bir adamdı. O boşluğu doldurması zaman alacaktı... İkincisi, Beşiktaş da Burak Yılmaz’la ilk defa buluşuyordu. Yine de yaptığı koşularla, attığı 1 isabetli şut ve 1 kafa vuruşu ile varlığını ortaya koydu.
Spor gündemi hızla dönen bir anafor gibi futbola kendini kaptırmış, gidiyor.
En çok konuşulan da merak edilen, beklenmedik sürprizlerle her geçen gün yeni bir boyut kazanan “Ocak Transferi”... Gönderilmesi istenenler, bir türlü gönderilemeyenler... Kadroda var sayılarak Süper Lig’in ikinci yarısında takımlarının “temel”ini oluşturması planlanan ama bir anda kuş olup uçuverenler...
Milyonlarca euroluk “ödenmemiş” alacaklara takılanlar, bu alacakları ya da borçları pazarlık konusu ve tehdit aracı olarak kullananlar...
Hepsi ocak transferinde.
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Dikkat: Siz de anafora kaptırırsanız kendinizi aklınız bir yerde karaya vurur, ruhunuz da bilinmez iklimlere savrulur.
O yüzden hak ettiği -gerçekleşmiş- ücreti ödenmediği halde “ Git kendine kulüp bul” denilerek kulübünden dışlanan Serdar Aziz örneği ibretlik bir öyküdür. Serdar Aziz, 1,8 milyon euroluk alacağını aylardır alamıyor. Teknik Direktör Fatih Terim tarafından kapıya konuluyor. Alacaklarından vazgeçerek sözleşmesinin feshedilmesini isteyen Serdar Aziz’e Galatasaray yönetiminin verdiği yanıt: “Alacağını ödeyelim, sen de 2016’da senin için ödediğimiz 4,5 milyon euroyu getir, istediğin yere
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ile Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın’ın A Spor özel programında verdikleri mesajlar açık, seçik, kesin ve net: Borçları sıfırlamak yok, yeni kredi de yok, yapılandırma var.
Projeyi bayram ilan edip yeni borçlanmalar ve parlak transferler için elini ovuşturanlar da oldu önce... Mevsimidir, diyerek yerel seçimler arifesinde bu projeyi siyasi yatırım olarak görenler, salt bu nedenle karşı çıkanlar da.
Oysa sadece akıl, sadece ekonomi hükmünü icra ediyor, o kadar.
Başkan Hüseyin Aydın’ın dediği gibi, TBB hemen her dönemde, ekonomik sıkıntıya giren sektörlere yardımcı oluyor, onların nefes almasını sağlıyor ve borçlarını yeniden yapılandırarak bir “can suyu” veriyor. Futbol da böyle bir sektör. Önemli gelirleri var. Bu gelirler kontrolsuz harcamalar, 10 milyar TL’ye yaklaşan aşırı borç yükü nedeniyle yetmemeye başlamış. O nedenle olay, UEFA Finansal Fair Play yaptırımlarına kadar uzamış.
Şimdi yeni bir döneme hazırlanıyor Türk futbolu. UEFA Avrupa Kupaları’na katılacak olan kulüpleri de kapsayarak, profesyonel liglerdeki tüm kulüpleri gerçekçilikle denetlemeye alıp “lisans” talimatının gereklerini yapmaya, daha da
“Özür dilemek, sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın da haklı olduğu manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin: egonuzdan yüksek olduğunu gösterir.”
Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’un sözleri... Bilimin imbiğinden süzerek tarihe yazdığı bu sözler çok kıymetli.
Özellikle özür dilemeyi onur meselesi yapanların bir kez daha düşünmeye davet edildiği en azından 150 yıldan beri eskimeden değerini koruyan bir mesaj.
Freud’u bu köşeye konuk etmemin nedeni elbette sır değil. Fenerbahçeli Volkan Demirel, Trabzonsporlu Onur Recep Kıvrak ve Galatasaraylı Serdar Aziz’in kariyerini “özür dileme” kavramı belirleyecek.
Sondaki adam Serdar Aziz, zaten hata yaptığını biliyor. Özür dilemek için Fatih Terim’in Amerika’dan dönüşünü bekliyordu. Bugün-yarın bu işin çözülebileceğini ümit ediyorum.
Hastalığı nedeniyle takımının son Sivasspor maçında forma giymeyen, ama Maldivler’de tatile giden Serdar’ın, eşi Tuğçe Aziz tarafından instagramda yayınlanan fotoğrafı Galatasaray’da kıyametin kopmasına neden oldu. Terim’in gözden çıkardığı milli futbolcu, özür dileyerek kendini affettirmeye çalışacak. Terim kimleri affetmedi ki! Serdar’ı da affedebilir. Kaldı ki