Euro 2024’e korkunç ama mutlu bir macerayla başladık. Montella’nın, önceki Şampiyona’da başımıza gelenleri bir yere not ettiğini, önlemi elden bırakmadığını gördük. Doğrusu, Milli Takım da o kötü anıları tekrar yaşamak istemiyordu. Zaten yeni oyuncuların varlığı, böyle bir tehlikeyi önlemekteydi.
Sahaya çıkan on bire bakacak olursak… Arda ile başlayınca Montella’nın tercihlerinin hepsinin de doğru olduğuna dair ortak bir kanı oluşmuştu adeta. Ancak oyun başladıktan sonra görüldü ki sahaya çıkan on birde İtalyanların ”punta” dediği klasik bir dokuz numaramız yoktu. Olsun, futbol böyle de oynanabilirdi. Anlayışlı olmaya çalıştık. Hele orta alandan topu kapıp yeniden set oyununa döndükçe Milli Takım’da motorların ısınmakta olduğunu gördük.
Oyun doğru oynanıyordu. Rakip ceza alanına umduğumuzun üzerinde kalabalık oyuncuyla girişimiz umut vericiydi. Duran toplar ve beklediğimiz kornerler de geliyordu. Ne var ki rakip ceza alanına doldurulan, oraya ortalanan toplar sürekli rakip savunmalar tarafından kesiliyordu. Yine
Skor tabelası, maçın sonucu, gol mol bir tarafa...
Dün gurur veren, göğüs kabartan, heyecandan kalp çatlatan, akıllı, kararlı bir oyun çıkardı Milli Takım.
On ikinci dakikada 1-0 geriye düşen ekip, hiç sarsılmadan, moralini ve iradesini kaybetmeden aynı yardımlaşma duygusu, dayanışma ve disiplinle mücadelesini sürdürdü. Öyle bölümler oldu ki, Milli Takım 60’a 40 topun sahibiydi.. Hayır, kendi savunma bölgemizle ikinci bölge arasında milyon kez tekrarlanan saçma sapan pas oyunuyla değil. Topu sürekli rakip ceza alanına taşıyarak, orada inanılmaz hücum setleri oluşturarak oynadı milliler. En az yarım düzine gol kaçırdılar. Pozisyonlara girdiler. Kazandıkları kornerler de rakip takımdan fazlaydı. Baskılı oynadığımız bölümlerde Kerem, İrfan Can, Orkun, kaptan Hakan golle baş başa fırsat kaçırdılar. Canları sağolsun.
2021’in pandemiyle belimizi kıran ertelemeli Avrupa Şampiyonası bizim için utanç verici, öfke yaratan, ezik kaldığımız maçlarla defterimizin kara sayfasına yazıldı. Ama dün resmi
Ne yalan söyleyelim? Pandemi sonrası katıldığımız Avrupa Şampiyonası, bizim için “gitmesek daha iyiydi” diyebileceğimiz skandal oyunlar ve sonuçlarla bitmişti. Avrupa Şampiyonası’nın travmatik etkilerinin tekrarlanmasından kuşkuluydum. Evet, pırıl pırıl, yepyeni bir kadromuz, göz kamaştıran genç yıldız adaylarımız vardı ama yine de endişeliydik işte. Her neyse… Memnuniyetle belirtelim ki bizi utandıran ezik bir oyun ve ağır bir skorla karşılaşmadık.
Milli Takım Avrupa Şampiyonası’nın geriye sayma günlerindeki son ciddi hazırlık maçlarından birini, ciddiye alınması gereken İtalya ile yapıyordu.
İlk kırkbeşte rakip takımın bir kafa vuruşu direkten döndü, o kadar. Bizim Çocuklar da pekala oyuna ortak oldular. Özellikle 2 bekimiz Zeki ve Mert, fazlasını oynamaya çalıştılar. Hakan Çalhanoğlu ile Kaan Ayhan arkadaşlarını oynatmak, pozisyona sokmak için çok gayretlilerdi. Milli takımda fiziksel çatışma, temaslı oyun konusunda da sıkıntı yoktu. Bol bol faul de kazandılar, gerektiğinde faul de yaptılar.
Santrforsuz oynamamıza rağmen gol fırsatları yakaladık. Ancak
Jose Mourinho, Avrupa kupalarına bakıldığında “önemli” ve “başarılı” bir teknik direktördür.. Ancak sicilindeki başarılar eskidi… Portekizli hoca kendini yenileyemedi. O nedenle Fenerbahçe ile Morinho’nun imza töreni, tam da tarafların birbirine en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda gerçekleşti.
Mourinho’nun, çalıştırdığı son dört takımda baharı görmeden “gönderilmesi” hocada ister istemez bir travma yarattı. Fenerbahçe, ona bu travmadan çıkış olanağı verebilir. Fenerbahçe açısından bakarsak… Sezonu hiç de “ayıp” bir başarısızlıkla bitirmediler. Topladıkları puan, maratonu tek yenilgi ile tamamlamaları, Şampiyon’a ikinci yenilgiyi, deplasmanda yaşatmaları başarıdır. Yine de hüzün veren bu ikinciliğin iyi analiz edilmesi gerekir. En başta uzun süren sakatlıklar… 50’ye yakın sakatlık önemli bir “sorun” olarak ele alınamadı. Jose Mouerinho’nun bu tabloya müdahale edeceğini sanıyorum.
Kale önüne otobüs çekmesi gibi defansif
Bu İtalyan, o kadar bize yakın ve bizden ki, onu futbolcularla arasındaki baba-oğul örneğine yakıştırıyorum.
Katılmayabilirsiniz. Montella işini büyük bir sadakatle, ciddiyetle, dirayetle yapıyor. Açıkladığı 35 kişilik kadroya baktığım zaman gözardı edebileceği oyunculara sahip çıktığını, onları asla dışlamadığını görüyorum. Gerçi kesin kadrolar 26 kişiye inecek, 7 Haziran’a kadar UEFA’ya bildirilecek. Kimbilir, Montella bazı oyuncuları zaten bilinen formsuzlukları ve farklı sorunları nedeniyle baştan almasa, fazla kişi itiraz etmezdi diye düşünürüm. Çok derine gitmeden Cengiz Ünder, Cenk Tosun ve Kerem Aktürkoğlu diyelim. Üçü de milli takıma parlak katkılar sunmuş oyuncular. Ama şu aralar uluslararası maç seviyesinde değiller. Kendi takımlarında da birinci seçenek kategorisine henüz dönemediler. Montella onlara yeni bir fırsat kapısı açıp, kısa kamp süresince ‘yeniden yeşerme’ şansı tanıyorsa iyi değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda büyük sorumluluğun futbolcularda olduğunu kabul etmeliyiz. Sırası
Tam da kupa finallerine yakışan bir maç izledik. Heyecanı, golleri… Akıllıca hazırlanmış taktikleri, bireysel becerileri ve unutulmaz anlarıyla oyuna doyduk. Beşiktaş’a da Trabzonspor’a da alkış borcumuz var. Serdar Topraktepe gibi kariyer başındaki heyecana da Abdullah Avcı gibi başarılı bir ustaya da saygı duymalıyız.
Beşiktaş son yılların en başarısız ve en kaotik döneminde Süper Lig zirvesinden 43 puan gibi garip bir rekorla geriye düşmüşken kupaya uzandı. Altı hoca değiştirerek sezonu ancak tamamlayabilmiş bir takımın onca başarısızlık içinde Türkiye Kupası’nı alması tam anlamıyla bir derstir.
Maç başlar başlamaz anlaşıldı ki Beşiktaş beklenenin aksine oyun alanının tümünü kontrol altına almaya karar vermiş. Trabzonspor’a karşı beklenmeyen bir orta alan egemenliğiyle oynadılar. Salih, Gedson, Ghezzal ve Muçi baskıyla, alanları doldurup kapatarak, topa sahip olarak Trabzonspor’a kendi oyununu oynama fırsatı vermediler. Yine de ilk golü atan Onuachu oldu. Beşiktaş yerden oynarken, topu kapan Onuachu, Beşiktaş’ın sağ kanadında üç rakibini
Bu rekabet, tarihe çok özel sayfalarla yazılacak. Saha içinde oynayan futbol emekçileriyle, onların mücadelesini yöneten spor idarecileri, saha ve kulvar dışına çıkıp, rekabeti oyun alanından kabadayılığa taşıdılar.
Zehirli bir rekabet bu… Sportif anlamda rekabet, oyunu geliştiren, yaratıcı düşünceler ve uygulamalarla güzelleştiren ve hepimizi statlara koşturan bir dinamiktir.
Ama kirlendi bu rekabet, dedik ya, zehirlendi.
Hiçbir değere saygıları kalmadı. Birbirlerine yapılmadık hakareti, söylenmedik sözleri bırakmadılar.
Kendi aralarındaki çatışmada ortak bir hasım bulup TFF’ye de saldırıyı ihmal etmediler. Hakemleri de kurban listesine eklediler. Doymayan ihtirasları ile sadece kendileri için hak ettiklerinden fazlasını istediler.
Galatasaray-Fenerbahçe (0-1) maçı, bu ligin en unutulmaz oyunu ve skoruyla bitti. Herkes için heyecan da vardı, ibret de!
Masum hocalarla temiz emeklerin kahramanı sporcular, sonucu normal tepkilerle sindirmeye çalıştılar. O emek kahramanları arasından biri çıkıp, popülist bir gösteriyle farklı bir role
Süper Lig’de, tıpkı bisiklet yarışlarındaki gibi en öndeki kaçan gruptan ayrılıp tek başına sprint atak yaparak avantaj sağlayan lider finişe yaklaşırken; takipçisi farklı bir sürecin heyecanını yaşamaya başladı.
Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’ye dönüş hamlesi…
Altı yıl önce, 2018’deki kongreyi Ali Koç karşısında anormal bir farkla kaybeden önceki dönem başkanı, 2021 kongresinde de hiddet ve öfke ile kurşun gibi ağır eleştirilerde bulunmuş, sözünü de şöyle bağlamıştı: Fenerbahçe benim!
Doğrusu, 1907’de Ayetullah Efendi’nin, Fransa Kralı XIV Louis’nin (1638-1715) “Kanun Benim” sözlerinden esinlenerek dile getirdiği “Fenerbahçe Benim” haykırışının 2021’de öfke ile tekrarlanması, çok yadırganmıştı.
Aziz Yıldırım 2024 kongresindeki adaylığını açıklarken hiddet ve öfkeden arınmış görünüyor. Hayır, artık ‘Fenerbahçe Benim’ demiyor. “Fenerbahçe hepimizin” sözleri, ortak aidiyeti seslendiriyor.
Mourinho gibi parlak bir teknik