Önce diz üstü kaymayı denedi, olmadı. Takla attı. Neyse ki sakatlanmadan ayağa kalkıp konuştu.
Jose Mourinho, anımsayalım, Kadıköy’de Galatasaray’a 3-1 yenildikleri maçtan sonra “saçma” bir yaklaşımla “Galatasaray bizden fazla gol attığı için kazandı” demişti… Bu basit, çocuksu, ciddiyetsiz açıklamayı hiç sevmemiştim. Okula gitmeyen, sayı saymayı bilmeyen çocuklar bile futbolla zaten böyle tanışıyor. Mourinho, o günkü derbiye hak ettiği saygıyı göstermeliydi.
Trabzonspor-Fenerbahçe (2-3) maçından sonra, takla/yuvarlanma sahnelerinden önce yaptıkları, sonraki konuşmaları bende “nihayet Mourinho” izlenimi uyandırdı.
“Bilseydim, gelmezdim.”
“Fenerbahçeliler bana yarısını anlatmışlar.”
“Londra’da Türkiye Ligi’ni izleyen kaç kişi var? Sadece oğlum izliyor!”
Hiç de sempatik şeyler değil. Hoşumuza gitmeyen, duymak istemediğimiz sözcükler bunlar. Hayır, öfkelenmemeliyiz… Boğaziçini, balığımızı ve şiş kebabımızı öven yabancılara karşılık, bırakalım Mourinho gördüklerini, anlatsın, paylaşsın.
Mourinho’nun zaman zaman huysuzluklar yaptığı kulüp başkan ve yöneticileriyle sıkça polemiklere girdiği bilinir. O davranışlarındaki anormalliğin yanı sıra gözden kaçırılmaması gereken gerçekler de vardır. Böyle bakınca VAR hakemi Atilla Karaoğlan üzerinden yaptığı eleştiriler bir kenara not edilmeli.
Görüşlerini açıklarken biraz sivri dilli ve agresif davrandığı söylenebilir. Tam da burada Lucescu’yu hatırlamak gerekiyor. O da bizi kızdırır, rahatsız eder, canımızı sıkardı. Ama onu biraz bizden bildiğimiz için, eleştiriyi kısa keser, yaptıklarına bakardık. İki takımla kazandığı lig şampiyonlukları, Milli Takım’da devam eden gençleştirme ve yenileme hareketleri bugün baktığımızda Lucescu’nun sözlerinden daha kıymetlidir.
Jose Mourinho’nun Trabzonspor maçındaki son dokunuşları Becao, Kostic, İsmail, Dzeko ve İrfan Can’ı kulübeden sahaya sürmesi zorunlu haller dışında taktik mücadeleyi ve maç sonucunu etkileyen kararlardı.
Özetle, eylemi, söylemi ve yuvarlanma gösterisiyle bu Mourinho daha gerçek… Sevsek de sevmesek de ciddiye almalıyız.
Federasyon seçimleri
Her olimpiyat sonrası yapılması gereken federasyon seçimleri bu yıl değişik gelişmelerle devam ediyor. Voleybolda en başarılı başkanlardan biri olarak baktığımız Akif Üstündağ’a karşı Gökhan Dinçer aday çıkarıldı. Bu adaylığın gerekçesini anlayamadık. İş başındaki başkanın büyük farkla kazanması beklenirken 128-95 gibi çekişmeli (!) bir sonuçla Üstündağ’ın kazanmış olması çok düşündürücüydü.
Bugünlerde tamamlanması gereken boks ve güreş federasyonlarının kongreleri duyduk ki Aralık ayına ertelenmiş… Garip bir durum… Federasyon seçimlerinin daha anlaşılır ve şeffaf tablolarla gerçekleşmesi gerekir. Başka yolu var mı? Bilmiyorum.
Gözümüz gibi Zeynep
Çocukluğunu, öğrenciliğini yaşayamadan 15 yıldan beri tenis raketiyle yatıp kalkan sevgili kızımız Zeynep Sönmez, Meksika’daki Merida Açık Kadınlar Turnuvası’nda şampiyon oldu.
Bence Wimbledon gibi önemli bir yola saptı Zeynep… O’nun hedefleri, bizim hayallerimiz büyüdü. Yolu açık olsun.
Devletimizin de bu harika çocuğa gözümüz gibi bakmasını, desteklemesini, özel programlar uygulamasını bekleriz. Kutlarız evlat!