Basketbol Erkek Milli Takımımız’ın başına gelenler, sadece pota altında değil, hemen her spor dalında yeniden düşünüp değerlendirmeler yapmamızı dayatıyor. Aksi halde güncel başarısızlıklar, talihsizlikler sarmalından çıkamayacağız ve “süregelen kaos” ortamını değiştiremeyeceğiz. Basketbol A Milli Takımımız, son üç yılda inanılmaz talihsizlikler yaşadı. Çin’deki 1999 Dünya Kupası’nda Amerika maçını uzatmada son saniyelere kadar taşıdık. Dünya Devi Amerika’yı yenme coşkusuyla ayakta zıplayarak izlediğimiz o son saniyelerde Doğuş Balbay (2) ve Cedi Osman (2) ile 4 faul atışı kaçırdık. Bu bize pahalıya mal oldu: 93-92 kaybettik. Bu yıl daha da acı “son top travmaları” yaşadık. Avrupa Şampiyonası’nda Fransa ile oynadığımız ve önde olduğumuz maçı, Cedi Osman’ın son saniyelerde kaçırdığı (2) faul atışlarıyla berabere bitirdik. Uzatmada ise son hücum şansında Furkan Korkmaz son topu kaybedince çeyrek final hevesimiz kursağımızda kaldı. Acı derslere bir yenisi de pazartesi akşamı eklendi.
Jorge Jesus Fenerbahçe’ye özlediği “şampiyonluk” unvanını kazandırmak için geldi. Sezonun açılışından beri sadece Fenerbahçe’ye değil, oyuna ve Süper Lig’e kattığı olumlu örnekler adına kendisine saygı duymalı teşekkür etmeliyiz. Jesus’un Sivasspor maçından sonra yaptığı değerlendirmede dikkat çekici bir ölçü var: “İlk yarıda 5 dakikalık uzatmaya rağmen, topun oyunda kaldığı süre 21 dakika. Maç, fauller yüzünden sık sık durdu. Bu kadar çok faul düdüğü çalınırsa biz ofansif oyunumuzu oynayamayız.”
Bu sözleri acele bir değerlendirme ile haklı bulabiliriz. Evet haklıdır Jesus… Ancak faul düdüğü çalınmasını değil, faulü bir taktik olarak kullanan tüm futbolcuları eleştirmek için söylemeliydi.
Evet, paylaşılması gereken önemli bir gerçek var: Futbolumuzda faul rakibe değil, doğrudan oyuna karşı yapılıyor. Kronometre hızla dakikaları eritirken oyunun süresi kısalıyor.
Sadece Jesus değil, hakemler de durumdan şikayetçi. Bir de yatıp
Garip bir derbi izledik. Okan Buruk yönetiminde bir türlü istediği oyunu ve golleri çıkaramayan Galatasaray, dün hem de Beşiktaş gibi ezeli rakibi karşısında hem istediği oyunu oynadı hem de beklediği golleri attı. Haftalardan beri özel yaşamındaki sıkıntılar nedeniyle performansı da tartışılan İcardi ise günün golcüsü oldu.
Beşiktaş’ı izlerken garip durumlara tanık olduk. En önemlisi, oyuncuların çoğu panik halindeydi. Kontrolsuzdular. Topla buluşmalarında pas öncelikli değillerdi. Savurup uzağa vuruyorlardı. Savruk oyunda topu çabucak ve kolayca kornere atıyorlardı. Maç boyunca bir pas zinciri oluşturamadılar. Üst üste üç pas yaptıklarını hatırlamıyorum. Evet, hepsi de iyi niyetliydi ama, hayatın her alanında olduğu gibi iyi niyet futbolda da yetmiyordu.
Şenol Güneş’in gelir gelmez ayağının tozuyla 5 gollü Ümraniye galibiyetinden umutlananlar, Hoca’nın pozitif enerjisiyle bu maçta da çok fazla beklenti içine girdiler. Ne var ki Beşiktaş sanki hocası ile hiç çalışmamış gibi hem bireysel, hem de takımca
14 Ekim 2022… Ahmet Nur Çebi, o gün hem İsmael’e, hem de Sportif Direktör Ceyhun Kazancı’ya güvenini yineleyerek ortama “ayar” verdi.Kendi adıma Başkan’ın dürüstlüğüne ve başarılı bir yönetici olduğuna inanırım. Dahası, iyi niyetle çalışan her yönetici gibi Çebi’yi de desteklerim. Sırf bu nedenle çok küçük bir olasılığa dayanarak “Kim bilir, belki de Süleyman Seba-Gordon Milne örneğindeki gibi yeni bir başarı öyküsünü izleyeceğiz” anlamında kısa bir not yazdım. Trabzonspor beraberliği (2-2) normal bir sonuç olarak kabul edildi. Eleştiriler İsmael’in taktik tercihleriyle sınırlı kaldı.Ama çok geçmedi… Başkan’ın İsmael’e destek vermesinin onuncu gününde Beşiktaş, Hatayspor’a yenildi. Deplasmandaki sonuç, Fransız teknik direktörle Beşiktaş beraberliğinin sonlanması için yetti.Bir kez daha anladık ki: Futbolda başkan ve yönetimin verdiği her destek mesajı, depremin öncü sarsıntılarıdır. Unutmamak gerekir. Ben unutmuş
Unutulmaz bir gündü… Şenol Güneş 200. maçla Beşiktaş’a dönerken, açık farklı skorla umut, enerji ve sevinç yarattı. Skor tabelasında 5 gol var… Maç sonunda da “üçlü” çektirdi Şenol Hoca… Önceden bu coşku ritüeline katıldı mı, bilmiyorum… İlk kez gördüm. Gayet güzeldi. Jorge Jesus’tan sonra Şenol Güneş de taraftarla “ünsiyet” içinde… Onlarla dostça ilişkilerini geliştirmek, sevinci ve hüznü paylaşmak istiyor. Güzeel!
Maça bakarsak… Şenol Güneş önde “kanatsız” bir oyun kurgulamıştı. Daha doğrusu, Ghezzal ve Nkoudou’suz bir on birle çıktı sahaya... Daha da ilginç olanı Weghorst-Cenk Tosun’u “çift santrfor” oynattı. Cenk’le Hollandalı’yı ikilerken, “evlat” golcüye bazen orta alanda, bazen sağ kanatta ama tüm hücum organizasyonlarında “güvenerek” rol verdi. Bu oyun biçimi, ne zamandır rakip stoperlerle boğuşurken istediği topları alamayan
Halit Ağabey bugün bildiğimiz, yakın geçmişte emekliliğe ve sonsuzluğa uğurladığımız spiker arkadaşlarımızın rütbesiz başkomutanıydı. Milliyet’in Liseler Arası Müzik Yarışması’nda gün boyu bütün orkestraların üyelerini sazlarıyla birlikte tanıtır, birinin bile adını şaşırmazdı. Halit Ağabey işini en iyi yapan profesyoneldi.
Halit Kıvanç’ı toprağa verirken biz sadece bir bedeni defnetmiş olacağız. Oysa Halit Ağabey bir değil, birkaç kişiydi. Önce hukukçu... Sonra gazeteci, yazar, mizahçı, sunucu, radyocu, televizyoncu, spiker, yapımcı... Neler neler yapmadı. Milliyet’in Liseler Arası Müzik Yarışması’nda gün boyu bütün orkestraların üyelerini sazlarıyla birlikte tanıtır, bir tanesinin adını bile şaşırmazdı. En iddialı moda defilelerinde yabancılar dahil, kolay kolay beğenmeyen, ille de bir kusur arayan seçkinlere, mankenlere ve modacılara laf bırakmayacak bir duyarlılık ile sanatsal şov sunardı. O beğenilen giysilere, kreasyonlara, mankenlere, toplu fotoğraf sunumlarına alkış gönderenler inanıyorum ki önce Halit
Tam da şövalyelerin buluşması gibiydi Fenerbahçe - Başakşehir maçı… Puan cetvelinin ve istatistiklerin efendisi olarak takdir toplayan Fenerbahçe ve konuğu, birbirlerine önem vererek, saygı duyarak sanki düelloya değil, yuvarlak masa toplantısına katılmış gibiydiler.
Özellikle ilk yarıda oyunun “kontrol ve savunma” yanı ağır bastı. Fenerbahçe rakibini dört kez ofsayta düşürürken o sihirli hattı aşıp 2 ciddi gol pozisyonuna giren Traore kolay lokma olmadıklarını gösterdi. Başakşehir’in öteki ataklarında da Okaka Serdar Aziz düellosuna tanık olduk. İkisi de birbirine kabaca giriyor her türlü faul ve çekme-itme hareketleriyle maçın özel gösterisini oluşturuyorlardı. Ama aferin… Kavga etmediler. Efendice konuşup birbirlerine temas ederek “ayıp ettiklerini” anlatmaya çalıştılar. hepsi o.
Ev sahibi Fenerbahçe heyecanlı ve coşkulu seyircisini “müşteri memnuniyetiyle” eve göndermek için elinden geleni yaptı. Valencia ve Batshuayi ile çift santrforlu hücum hattı çok
Beşiktaşlı Josef de Souza öfkeli, alıngan mutsuz… Belki de umutsuz. Uzman dostlarımın tanımlaması ile bu değerli oyuncu, “depresif mutsuzluk” süreci yaşıyor.2021-22 sezonunda Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’ne güçlü bir kadroyla girmek için iki önemli transfer yaptı: Barcelona kadrosunda forma bulamayan Miralem Pjaniç’le bir önceki sezonu boş geçiren Alex Teixeira... İkisi de hayal kırıklığı yarattı.. Alex Teixeira santrfor kimliğiyle gelmişti ama, formsuzluktan, fiziksel yetersizlikten ve sakatlıktan umulan performansı gösteremedi. Onun İstanbul’a gelmesi için Beşiktaşlı yöneticilere olumlu bilgiler veren, Alex’in adeta kefili olan Josef de Souza, arkadaşının yarattığı hayal kırıklığıyla büyük bir üzüntü yaşadı.Josef’in üzüntüsü bu sezon daha da derinleşti. Tam 45 gün oluyor geçen ay, 4 Eylül’de beşinci haftada Ankaragücü-Beşiktaş maçının ikinci yarısında oyuna girdi. Maçı 3-2’lik deplasman galibiyetiyle bitirdiler. Ama sahadan neşeyle çıkamadılar. Malum