Basketbol Erkek Milli Takımımız’ın başına gelenler, sadece pota altında değil, hemen her spor dalında yeniden düşünüp değerlendirmeler yapmamızı dayatıyor. Aksi halde güncel başarısızlıklar, talihsizlikler sarmalından çıkamayacağız ve “süregelen kaos” ortamını değiştiremeyeceğiz. Basketbol A Milli Takımımız, son üç yılda inanılmaz talihsizlikler yaşadı. Çin’deki 1999 Dünya Kupası’nda Amerika maçını uzatmada son saniyelere kadar taşıdık. Dünya Devi Amerika’yı yenme coşkusuyla ayakta zıplayarak izlediğimiz o son saniyelerde Doğuş Balbay (2) ve Cedi Osman (2) ile 4 faul atışı kaçırdık. Bu bize pahalıya mal oldu: 93-92 kaybettik. Bu yıl daha da acı “son top travmaları” yaşadık. Avrupa Şampiyonası’nda Fransa ile oynadığımız ve önde olduğumuz maçı, Cedi Osman’ın son saniyelerde kaçırdığı (2) faul atışlarıyla berabere bitirdik. Uzatmada ise son hücum şansında Furkan Korkmaz son topu kaybedince çeyrek final hevesimiz kursağımızda kaldı. Acı derslere bir yenisi de pazartesi akşamı eklendi. Dünya Kupası eleme grubunda Sırbistan’a 77-76 yenildik. Son dakika içinde 77-76 geride olduğumuz maçı çevirmek için altın fırsat doğdu. Faul atışları… Wilbekin ikisini de kaçırdı. Bitime 12 saniye kala yine Wilbekin’in son topla yaptığı atış çemberden döndü ve elendik. Milliyet’in usta basketbol yazarı Ümit Avcı, “Sadece küçük bir olimpiyat kapısı var: FIBA, Paris için bir eleme turnuvası düzenleyecek ve biz oradan çıkıp oyunlara gidebileceğiz. Aksi halde 3 yıl kapıdan dışarı çıkamayacağız” diyor. Bu acılı maceradan sonra sormamız gereken soru şu: Ne yapmak gerekiyor? Spor adamı dostlarımla dertleşirken bir gerçek ortaya çıktı: Sadece basketbol değil, futboldan voleybola kadar birçok spor dalında kısa vadeli çabuk hedefler koyuyoruz ve oyuncularımızı yorarak, yaşlandırarak peş peşe kaybediyoruz. Türkiye’nin kısa vadeli hedefler yerine, ayağı yere basan sağlam projeler üretmesi gerekiyor. Genç ve yeni oyuncular kazanmanın yolunu bulmalıyız. Basketbolda 5+1 yabancı kuralı değişmeli. Gelişim Ligi var ama, gençler kendi A takımında da oynamalı! Ergin Ataman’a gelince: O bir savaşçı. Yarışmacı (competitor), kazanan adam (winner)… Dahası o bir conqueror... Yani fatih. O kendini büyük başarılara hazırlamış büyük bir lider. Oysa projelerin daha sabırlı ve sakin ellerde olması gerek. Bazı dostlar, bu eleştiriyi kabul ederken, “Ne yaparsak yapalım, ondan iyisi maalesef yok!” diyor. Belki de son topları sadece bu yüzden kaçırıyoruz. Ne dersiniz?
Cüneyt Çakır
Dünya Kupası 2022’nin “Düdüğü Çalınmış” hakemi… Bugün Türkiye-İskoçya maçına uğrayıp veda edecek. TFF onur plaketiyle gönül alacak. MHK eski Başkanı Ferhat Gündoğdu onu ve 12 arkadaşını adeta infaz etti. Karar Tahkim’den döndü ama Çakır’ın muhteşem kariyeri de söndü. Ona alkış borcumuz var… Özür borcu olanlar da unutmasın.
“Kupaların kupası”
Rahmetli Halit Kıvanç abimiz Dünya Kupası’nı başlıktaki gibi tanımlardı. Son yıllarda Şampiyonlar Ligi daha çok ilgi görüyor ama Dünya Kupası’nın tadı ve heyecanı bambaşka! O kupalarda bizim de yaşadıklarımız var anlatacağız.
Kararlar aynı, kurallar aynı
Jorge Jesus, nezaketinden ve ciddiyetinden sapmadan, “Aynı hakemle ikinci defa kırmızı kart görüyoruz” diyor. Kibarca bir yakınma… Portekizli Hoca, Joao Pedro’nun hareketlerine de bakmalı. Sarı kart gördüğü iki harekette de sağ bacak ve ayak, rakip oyuncunun göğsüne inen darbeleri gösteriyor. Aynı hakem ama, hareketler de aynı. Dahası, oyunun kuralları da aynı!