Başlığı görünce aklınıza hemen fiziksel taciz geldi, değil mi? Ama benim bahsedeceğim o değil. Teknolojik yoldan sürekli taciz altındayız. Telefon, mesaj, eposta, sosyal medya...
Kurumunuzdan mesaj/eposta almak istemiyorum diye uyarsam da faydası olmuyor. Bayram sabahı saat 07.45’te emlakçıdan gelen Whatsapp mesajı ile başlıyoruz. “O saatte beni rahatsız etmeye ne hakkın var” desen ne yazar? Sonra otomatik bayram mesajları devam ediyor. (Ben de, “Telefon rehberindeki kişilere topluca değil, kişiye hitaben yapılmalı” diyenlerdenim.)
Bayram bu, böyle olması normal diye itiraz edeceksiniz belki. Ama bizde özel günler bitmiyor ki? Onlar bitse, firma kampanyaları başlıyor. Bir havlu kaç kere indirime girer ve bir insana kaç kere bunun duyurusu yapılır? Senede kaç havlu alabilirim? İnanılır gibi değil. Kafayı bu konuya takıp hepsine tek tek mesaj attım, listenizden beni çıkarın diye. Hiçbir şey değişmedi, mesajlar aynen devam ediyor. Kaç kere sigorta, check-up, kredi vs. satmak için aradıklarını sayamıyorum.
Son dönemde kızım ilkokulu bitirdi diye bir sürü adını sanını duymadığım okul aradı. Telefon numaramı nereden buldular bilmem. Reklam epostaları yüzünden asıl eposta
İster kişisel marka olsun, ister bir ürün ya da hizmetin markası, tek başımıza yapıyoruz gibi görünsek de arka planda ilişkiler yumağının yaptığımız işe oldukça fazla etkisi var.
İnsan sosyal bir varlık ve sürekli ilişki yönetiyor. Aile ilişkileri, iş arkadaşları, eş, sevgili vb. bir sürü ilişkiyi yönetiyor. Benim hem çok kolay hem çok zorlandığım bir konudur. Güzel yürüttüğüm ilişkiler iş ilişkilerim. Sanırım bağ kurmadığım için. Diğer ilişkilerimde ne kadar çok bağ kurmuş dolayısıyla ne kadar fazla duygu geliştirmişsem o derece zorlanırım. Mantığım daha geride kalır. Sevgim karar alırken ön planda olur, hayır demem zorlaşır, kırmamak için hassas davranmaya başlarım.
Her insanın yaydığı bir enerji var. Çevremde bulunan kişinin enerjisi beni destekleyen, iyi bir enerji olursa kendimi atomu parçalayacak güçte hissederim. Devamlı negatif üreterek beni kötü hissettiren birinin enerjisi ise paçamdan çeken köstebek gibi toprağın altına gömülüp yok olma isteği uyandırır.
İnsan, en çok zaman geçirdiği 5 kişinin ortalaması oluyorsa eğer, kimlerle ilişki içinde olduğuna iyi bakmalı, analiz etmeli çevresindeki insanları. Kendini yukarı çıkaracaklarla çevrili olmalı. Onu köstebeğe
Bugünkü ben de, bugünkü sen de seçimlerimizin sonucuyuz.
Bazen iyi ki seçmişim deriz, bazen ah keşke seçmeseydim.
İş hayatında, özel hayatında insanın hep keşkeleri var. İşler yolunda giderken konu ne
olursa olsun gölde çok ördek var der, ya hepsine sahip olmak ister ya da en iyi ördeği
bulmak için savruluruz.
Hiç daha iyi bir iş teklifi için diğer teklifleri değerlendirirken mevcut teklifi kaçırmadın
mı? O kişi mi bu kişi mi derken yaşın geçip, yakınındaki kişiyi de kaybetmedin mi? Bir
araba gördün, tam istediğin gibi. Dur bakayım daha ucuzu daha da iyisi var mı derken
Hayatlarımızın bazı dönemlerinde veya anlarında mutlaka saçmalarız. Bazen bu ergenlik döneminde olur, bazen acı bir olay ya da bir hayal kırıklığı sonrası… Tüm bu saçmalamalar aslında bugünkü bizi oluşturur.
En çok güldüklerimiz zamanında yaptığımız saçmalıklar değil mi? En çok üzüldüğümüz veya pişmanlık duyduklarımız da öyle. “Şimdiki aklım olsa”ları en çok yaptığımız saçmalıkları anlatırken kullanırız.
Saçma davranışların sadece gençlik, çocukluk dönemine ait bir durum olduğunu düşünmüyorum. İnsan her yaşta saçmalayabiliyor. Sadece çocuklukta ve gençlikte yaptıklarının telafisi daha kolay oluyor.
En zoru, belli bir yaşa geldikten sonraki saçma davranmalar. Belki de insan zamanın kısaldığını düşünerek her şeyi yapabilme hakkını kendinde görüyor. Ya da altta yatan başka bir duygu onu tetikliyor.
Herkes hayatını istediği gibi yaşayabilir, ancak kendine, çevresine, topluma zarar vermemesi kaydıyla.
Sosyal medyadan saçmalama örnekleri
Size sosyal medyadan küçük örnekler vereyim, siz daha yaratıcı olanlar varsa bana gönderin dilerseniz.
Nezaket ile iletişim kişisel markanızın en iyi temsilcisidir. Bazen yeni tanıştığım insanlara şaşırıyorum. Acaba bir tek bana mı oluyor?
Biri ile tanışıyorum. Unvanına, bitirdiği okula baktığınız zaman iyi bir alt yapısı var gibi görünüyor. Sonra birlikte yemek yiyor ya da birer kahve içiyorsunuz ya da toplantı sonunda bir bakıyorsunuz ki meğer hiç öyle biri değilmiş.
Bu duruma iş hayatının yanı sıra sosyal medyada da rastlıyorum, bu kadarı da pes dedirten paylaşımlara.
Kendini övenler, dil bilgisi olmayan, ne yazdığı anlaşılmayanlar… Üst düzey bir yönetici ama tehditkar bir dil kullanıyor. Sayfasından üslupsuzluk akıyor.
Bir diğeri güya girişimci ama paylaşımları, ergenlerin bile yapmayacağı “esprili laf sokma” sözleri.
Günlük yaşamdan birkaç örnek vereyim. Zarif giyimli bir kadının içinden sırf otopark yeri için bir canavar çıkıyor. Bir başkası mağaza görevlisine ürün sorarken bir had bildirme çabası, komşusu ile bir minik kedi meselesi için tartışma, arkadaşlar arasında bile bir üstünlük kaygısı, hep bir gerginlik, hep bir parmak sallama.
Elbette tüm bunların yanında, sayısı az olsa da nezaket ile iletişim kuran, uzlaşmacı insanları görmek umut veriyor.
Ne ara t
Kişisel markamıza en çok ne zaman zarar veririz, biliyor musunuz?
Duygularımızı kontrol edemediğimiz zaman.
Herkesin belli kırmızı çizgileri vardır. Benim kırmızı çizgim haksızlıkla ilgili.
Ama kendime değil bir yakınıma yapılan haksızlıktan bahsediyorum. Böyle bir durumda kendimi hiç tutamazdım.
Artık tutuyorum.
Haksızlığa göz yummak değil, tam tersine o anda duygularımın kontrolden çıkmasına müsaade etmeden, zihnimde tartıp öyle davranmak.
Harika bir kariyeriniz var, belki ünlü birisiniz.
Ayrılık, terk edilme, ihanet, hayalkırıklığı… Duygusal bir olay yaşadınız ve bu durum sizi çok etkiledi. Bunca zamandır sizi siz yapan her şeyi unutabilir ve incinmişliğin verdiği güdüyle bir sürü saçma şey yapabilirsiniz. Şimdilerde bu saçmalıkların çoğunu sosyal medyada görüyoruz. Karşı tarafa laf sokma amaçlı “özlü söz” paylaşmak.
Hayattaki en önemli inancım; insan isterse her şeyi yapar.
Ancak yaptığınız işin doğru olup olmadığı, arkanızda iyi izler bırakıp bırakmadığı daha önemli bir konu.
Bunu anlamak için şöyle bir önerim var: Yaptığınız iş ne olursa olsun, ara sıra durup biraz uzaktan bakmayı deneyin. Ben ne yapıyorum? Arkamda nasıl izler bırakıyorum?
İnsan kendine dışardan bakınca inanın ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Bunu yapmak kolay değil. Bu bakış öyle olmalı ki birini gözetliyormuş hatta bir filme kaydediyormuş gibi mümkün olabildiğince objektif olmalı.
Bütün detaylara bakın.
Çok… En başarılı kişisel markaların, hayalinin peşinden gidenler arasından çıktığını
görmek zor değil.
Oysa hayal kurmak bizim kültürümüze ters. Çocukken bile ağız tadıyla hayal kuramadı
birçoğumuz.
“Hayalperest” damgası yedik.
Ayağımız yere sağlam bassın diye koşullandırıldık.
Ayaklarımız öyle sağlam bastı ki ileri gitmemiz gerekirken koşamadık, takıldık kaldık.
Erteledik.